MANTAR POLENİ - Periler

52 14 11
                                    

Yedi sekiz saatlik toprağı olmayan bir ormanlık alan yürüyüşünden sonra ağaçlar tekrar seyrelmeye başlamadan bir yerde aniden ormanın sonuna geldik. Çizgiyle çizilmiş gibi bir yerden sonra ağaçlar bitivermişti. Alabildiğine uzanan açık bir alandaydık. Ağaç yoğunluğundan dolayı göremediğimiz gökyüzü alabildiğine önümüzdeydi ve bu gökyüzü kesinlikle alışılagelen manzaranın dışında şaşırtıcı ve göz alıcıydı. Gökyüzünde üstlerinde bembeyaz bulutların olduğu çan şeklinde, kökleri olmayan devasa mantarlar ve havada yüzen çeşit çeşit renkte ve büyüklükte balıklar vardı. Manzara inanılmazdı. Ormanda göstermelik de olsa bir tane dahi mantar bulamamıştık. Şimdi ise gökyüzünde devasa mantarlar bizi bekliyordu. Yalnız bu mantarlar aradığımız mantarlar mıydı, o hala meçhuldü.

Gökyüzüne bakan Kum, "Bunların aradığımız mantarlar olduğunu düşünüyorum; ama polen kısmı nasıl olacak onu bilmiyorum. Mantarlara ulaşırsak bunun cevabını az çok alırız galiba." dedi.

Kum'un ne demek istediğini anlamıştım. Ben, ejderhaya dönüşürken vatoz da ağaç sincabına dönüşüp Kum'un çantasının yolunu tuttu. Kum sırtıma çıkınca mantarlara doğru uçmaya başladım. Bana en yakın mantarın yanına gelince mantarın üstüne inmek için kendimi bırakınca aşağı doğru düşmeye başladım. Mantar oradaydı; ama aynı zamanda yoktu. Mantarın üstüne ineyim derken bir görüntünün içinden aşağı düşmeye başlamıştım. Kendimi toplayıp aşağı inmeye başladım; ama aşağıdaki çamur deryasını görünce tekrar yükseldim ve gittiğimiz yöne doğru uçmaya devam ettim. Bu esnada bir şey daha fark ettim. Gökyüzünde yüzen balıklar da mantarların içinden geçebiliyorlardı. Bunu görünce aklımda bir soru işareti oluştu. Acaba, kelimesi aklımın köşesine takılıp kalmıştı. Gördüğüm devasa bir balığa doğru hızla ilerlemeye başladım. Üstüne gelen ejderhaya garip garip bakan balık son anda kaçmaya karar verse de geç kalmıştı. Balığa vardığımda ne olur ne olmaz diyerek hızımı biraz yavaşlatıp sol yanına daldım; ama mantarlardaki gibi balığın da içinden geçtim. Bizim vatoz halindeki kapımıza saldırmaya çalışan balık dışında balıklarla yakın temasımız olmamıştı ve o zaman da zaten balığa dokunamamıştık, bu yüzden de bu durumu fark edememiştik.

Çok ilginç bir gezegendeydik. Balıklar, mantarlar vardı; ama aslında yoktular da. Mantarlar balıklar için, ikisi de bizim için görüntüden ibaretti. Sanki üç katmandan oluşan bir gezegendeydik. Bizim olduğumuz çamur deryası katmanı, balıkların olduğu hava denizi katmanı ve mantarların olduğu gökyüzü mantarı katmanı. Buradaki en önemli soru mantarlara nasıl ulaşabileceğimizdi.

Bu soruyla biraz daha uçtuktan sonra gezegenin bulunduğumuz kısmında kesinlikle dağ, tepe diye bir şeyin olmadığını anlayınca istemesem de aşağıya çamura indim. Sanki biri dağ tepe koymak yerine bol bol çamur koymuştu bu gezegene.

Aşağıya inince yine gözüm gökyüzünde özellikle mantarlardaydı. Tam Kum'a bir şeyler söyleyecekken mantarlar yavaş yavaş açılmaya ve içlerinden futbol topundan biraz daha büyük yuvarlak, beyaz polenler düşmeye başladı. Gökyüzünden kar taneleri gibi yavaş yavaş, aheste aheste aşağı düşüyorlardı. Bu göz alıcı manzaraya içim gide gide bakıyordum. Aradığımız polenler gözümüzün önündeydi; ama biz sadece bakmakla kalıyorduk. Biz, böyle oyuncakçının önünde alamadığı oyuncağa bakan çocuk gibi beklerken bir balık sürüsü bu polenlere doğru süzülmeye başladı. Polenlere yaklaştıkça balıkların gözlerindeki ışık çoğalıyor ve bu balıklar polenlere varınca bir ışık parlaması oluyor ve bu parlamanın içinde kalan poleni balık yutuyordu. Anlaşılan üç katman ne tam olarak birbirinden ayrıydı ne de tam olarak iç içeydi. Bu katmanlar arasında biz nasıl geçiş yapacaktık o büyük bir sorundu. Mantarlardan çıkan polenlerin çoğu balıklar tarafından yutulurken nadiren de olsa aradan sıyrılıp aşağı inmeyi başaran polenler yere gömülüp kaybolup gözden yitiyordu. Büyük ihtimalle bunlar daha sonra gökyüzü mantarına dönüşeceklerdi.

13. KAPI - FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin