Kapıdan geçtiğimizde kendimizi sabah güneşinin vurduğu yaklaşık iki yüz metre yüksekliğinde küçük bir dağın yamaçlarında bulduk. Yamacın bittiği yerden birkaç metre sonra başlayan gölün etrafını ise küçük tepeler çeviriyordu. Beş yüz metre çaplı bu gölün ortasında ise küçük bir ada ve adada da etrafı güllerle çevrelenmiş bacasında dumanı tüten küçük bir ev vardı. Bulunduğumuz yer bu haliyle de büyüleyiciydi; ama burayı asıl muazzam ve şaşırtıcı kılan bulunduğumuz yerin inanılmaz bir şekilde gökyüzünde oluşuydu. Sanki biri, bu kadar yeri hiç bozmadan kaldırmış ve bir gökdelenin tepesine koymuş gibiydi.
Yirmi metre üstümüzden bulutların süzüldüğü bu yerin, ne kadar yüksekte olduğunu o kadar merek etmiştim ki Kum'a dönüp "Biraz daha ayrıntılı çevre bilgisi fena olmaz galiba, gelmek ister misin?" dedim. Kum, çevreyi incelemek istediğini ve göl kenarında olacağını söyleyince ejderhaya dönüşüp havalandım. Dağın zirvesini aşıp kendimi aşağı doğru bırakınca kısa bir süre sonra şaşkınlıktan neredeyse havada donup kalıyordum. Ben, yeryüzünden gökyüzüne yükselen devasa bir kaya sütunu beklerken dört yüz metre sonra dibe denk gelmiştim ve kocaman kara parçasını havada tutan hiçbir şey yoktu. Bu kadar devasa bir kütlenin nasıl olup da havada kaldığını anlayamamıştım; çünkü adada sihir sezmiş olsam da kütleyi havada tutan bu sihir değildi. Aşağı doğru inmeye devam edip de aşağıya vardığımda bulduğum tek şey ucu bucağı olmayan su kütlesi oldu. Tekrar yukarı gökyüzü adasının olduğu yere çıktıktan sonra doğuya doğru ilerledim. Bir on dakika sonra bizim bulunduğumuz adanın üç katı büyüklükte başka bir adayla daha karşılaştım. İlginç olan ise alt kısmında 422 sayısının kazılı olmasıydı. Fazla oyalandığımı düşünerek adaya çıkmadan geri döndüm. Benzer durumun bulunduğumuz adada da olması ihtimaline karşı dip kısmı döndüğümde B612 yazısının kazınmış olduğunu gördüm; ama B sonradan kazınmış gibi duruyordu.
Göl kenarına geldiğimde Kum, beni bekliyordu. Gördüklerimi Kum'a anlatırken bir şey söylemese de Kum'da gelmediği için hafif bir hayıflanma sezdim. Benim anlattıklarımı kendi gözlemledikleriyle birleştirirken ilk defa birilerinin yaşadığı bir yere bu kadar yakın bir yere çıktığımızı düşünürken bir anda manzaranın şaşkınlığıyla kapıyı unuttuğumu fark ettim. Kapkara bir bölgede bembeyaz bir dağ keçisine dönüşmek gibi sürprizler yapabildiğinden kapımızın hangi hayvana dönüştüğünü merak etmiştim. Acele acele etrafıma bakınırken bir şey göremeyince benim ne yaptığımı anlamaya çalışan Kum'a bakıp, "Kapı nerede?" diye sordum. Yüzüne yayılan gülümseme kahkahaya dönüştü dönüşecek gibiyken etrafımda uçuşan, rengi kanatlarına doğru açık maviye dönüşen küçük mavi kelebeği gösterdi ve "Kapıya kelebek olmayı yakıştıramadın galiba!" dedi.
Evet, açıkçası bu kadar küçücük bir şeye dönüşeceğini düşünmemiştim. Her etap gerçekten zorlu geçiyordu ve kapının böyle narin bir hayvana dönüşmesini beklemiyordum. Bu haliyle bir başka yarışmacının kapımıza saldırmasına gerek yoktu. Aç bir kuş için de, ağını kurmuş bir örümcek için de durumu fark etmeyen kelebek, kolay bir av olabilirdi ve biz de hiç yoktan elenmiş olurduk. İşin iyi tarafını görmeye çalışıp en azından koruması daha kolay olur, deyip bir koruma küresi oluşturdum ve önümde uçuşan kelebeği koruma küresinin içine aldım. Kelebeği koruma küresine almamla kelebeğin deli gibi çırpınması, bu da yetmeyince titreyip silkinip değişmeye başlaması bir oldu. Kelebek kediye dönüşürken küre kediyi içine alacak şekilde esneyip genişledi; ama bu da teskin etmedi kapıyı. Beyaz, deli gibi küreyi tırmalıyordu. Koruma küresi pek hoşuna gitmemişti anlaşılan. Elir'le yaşadığı şey, beklemediğim daha doğrusu tahmin etmediğim bir şekilde onu etkilemiş olmalıydı ve kürede olmak istemiyordu. Küreyi yere bırakıp kaldırdığımda Beyaz, birden bana doğru atıldı. Gelişi kesinlikle 'beni sev' gelişi değildi. Hemen önüme bir koruma küresi oluşturup beni içine alacak şekilde genişlettim. Kalkanın arkasında kalan Beyaz, sinirli sinirli miyavlayıp kalkana birkaç tırmık salladıktan sonra o kısımda kalkanı aşamayacağını anlayınca kuyruğunu sallayıp sesler çıkarıp bir açık ararcasına kızgın bir şekilde kürenin etrafında dönmeye başladı. Anlaşılan küreden çıkarmam yetmemişti ve bana gerçekten çok kızmıştı. Birkaç tırmık daha sallayıp kalkanı aşamayacağını iyice anlayınca birkaç defa daha sinirli sinirli miyavlayıp, bize bakıp kahkaha atan Kum'un yanına gitti. Kum'un bacaklarının arasında dolanıp mırlayıp ona sürtünürken Kum, Beyaz'ı kucağına aldı ve sevmeye başladı. Kahkaha atmasa da hala gülüyordu. Kalkanı kaldırdım ve yeni bir kalkan küresini her an kullanmak için hazır tutup yanlarına yürüdüm. Yavaşça elimi uzattım ve Kum'un kucağında biraz olsun sakinleşmiş görünen Beyaz'ı sevmeye başladım. Tam onu kucağıma alacakken yine kelebeğe dönüşüverdi; ama bu sefer rengi kanat uçlarına doğru açık yeşil olan küçük yeşil bir kelebeğe dönüşmüştü. Ben, kelebeğe bakarken Kum bir anda kılıcını çıkarıp arkasına döndü ve beklemeye başladı. Ben de hemen elimdeki küreyi yaydım ve saldırı küresi hazırlayıp beklemeye başladım. Bir seksen boylarında, sarı saçlı, kırk yaşlarında olduğunu düşündüğüm biri ağaçların arasından bize doğru geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasiKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.