Kayıkçı duvardan geçip kaybolunca tek başıma kalakalmış olmanın getirdiği yalnızlık sardı her tarafımı. İlk fark ettiğim Kum'un tahmininin aksine havanın sıcak olmakla beraber kesinlikle yakıcı olmadığıydı. Kocaman bir güneşin sabitlenmiş olduğu gökyüzünde yer yer sarı renkteki bulutlar hafif bir hareketlilikle süzülüyorlardı. Arazi tamamen çoraktı ve sarı renkteki bir toprak veya toprağımsı bir şeyle kaplıydı. Toprağın üstüne bastığımda kurumuş tuzun üstüne basarken nasıl tuz ufalanır ses çıkarırsa öyle ezilip ufalanıp ses çıkarıyor gibiydi. Toprağımsı bu şeyde pek de hayat belirtisi yoktu. Bu kısmı asıl olağanüstü kılan ve baktıkça insanı hayrete düşüren ise birbirinden farklı uzaklıklarda bulunan, gökyüzüne kadar yükselen bazıları on bazıları on beş metre çapındaki dairesel su kütleleriydi. Sanki şeffaf bir duvarla çevrelenmiş gibi gökyüzüne yükselen bu su kütleleri nehrin suyu gibi simsiyahtı. Nehrin suyu gibi soğuk olup olmadıkları ilk merak ettiğim şey oldu. Bunu kontrol etmeden önce iyileştirme sihri yapıp gözüme dokundum; ama gözümde bir farklılık olmadı. Kayıkçı, nasıl bir şey yaptıysa iyileştirme sihrim işe yaramamıştı. Yürüyerek biraz dolaştıktan sonra bu su sütunlarının nereye kadar uzandıklarını görmek ve mavi suyu aramak için ejderhaya dönüştüm. Gökyüzüne yükseldikçe nehir kısmındaki olay burada da tekrarlandı. Gökyüzüne çıktıkça üzerimdeki basınç artıyor ve bu da yukarı çıkmamı engelliyordu. Bu yüzden yukarı çıkmaktan vazgeçip çok etkilenmediğim bir yükseklikten hem su sütunlarını kontrol edip hem de mavi suyu aramaya koyuldum. Aralıksız yedi sekiz saat aradığım halde aradığımı bulamamanın keyifsizliğiyle yere indim ve tekrar insana dönüştüm. Biraz olsun dinlenmeye ve uykuya ihtiyacım vardı. Çantamdan çıkardığım yiyeceklerle karnımı doyurduktan sonra üzerime beni güneşten koruyacak bir kalkan oluşturduktan sonra uyumaya başladım. Uyandığımda bilekliğimdeki ilk parçanın tüm mavisi gitmişti ve ikinci parçanın da yarısının eksik olduğunu fark ettim. Bu benim bayağı uyuduğumu gösteriyordu. Karnımı doyurduktan sonra tüm enerji kapsüllerimi doldurmuş gibi hissediyordum. Ejderhaya dönüşmek için maskemi yüzüme indirdiğimde hiçbir şey olmayınca büyük bir avantajı yitirmenin üzüntüsü yaşadım. Artık yürüyerek arayacaktım ki bu daha zor olacaktı. Elim kolum mahkûm deyip yürümeye başladım. Kayıkçı bir sihri iki defa kullanamayacağım konusunda doğru söylüyormuş. Doğru olduğundan şüphem de yoktu; ama nasıl bu kadar büyük bir hata yapmıştım buna inanamıyordum. Ejderha formundan hiç çıkmamalıydım. Olan olmuştu yapacak bir şey yoktu.
Su sütunlarının arasında yürürken merak duygum beni o kadar dürtmeye başlamıştı ki kendimi bir su sütununun önünde durmaktan alıkoyamadım. Suyun etrafında şeffaf bir duvar var mıydı, su soğuk muydu gibi sorular dönüyordu kafamda. Dayanamayıp sağ elimin işaret parmağını suya doğru yaklaştırdım; ama bir iki milim kala durdum. Sonra yine kendimi alamayıp parmağımı suya soktum. Evet, suyun etrafında şeffaf da olsa bir duvar yoktu ve muhteşem bir şekilde gökyüzüne uzanıyordu; evet, su nehrin suyu kadar soğuktu. Ama çok kötü bir sonucu oldu bu merakımın. Parmağımı sudan hemen çekmeme rağmen o soğuk siyah su, parmağımı kaplamış halde duruyordu. Parmağımı silkelediğim halde hâlâ parmağımda durduğunu görünce biraz çocukça bir davranış olmasına rağmen üstüme sildim; ama hâlâ parmağımdaydı. Suyun parmağımda olmasını kabul edip mavi suyu aramaya devam ederken sonradan birkaç şey daha fark ettim. Uzunca bir zaman geçmesine rağmen suyun soğukluğu azalmıyordu ve su çok yavaş olsa da giderek yayılıyordu ve yayılırken de elimdeki ağırlığı artıyordu. Kayıkçı'nın söylediğine aldırmadan iyileştirme sihri yapmaya çalıştım; ama sonuç hüsrandı. Sihri yapamamıştım. İyileştirme sihri işe yarar mıydı bilmiyorum; ama bir sihri ikinci defa yapamamak gerçekten sinir bozucuydu.
İkinci günün sonunda hâlâ su sütunları arasında dolaşıp mavi suyu ararken gökyüzünde bir şeylerin değişmeye başladığını fark ettim. Gökyüzünün bir bölümünde sanki bir dalgalanma meydana gelmişti. Tüm dikkatimi dalgalanmanın olduğu yere verince havanın o bölgede giderek büyüyen bir anafor oluşturduğunu gördüm. Yaklaşın on metrelik bir anafor oluştuktan sonra sanki anaforun olduğu kısım camdanmışçasına çatlayıp cam parçaları gibi anaforun içine doğru düşmeye başladı ve anaforun olduğu kısım kocaman karanlık bir boşluk haline dönüştü. Ben, merak duygum tavan yapmış, aklımda her saniye artan sorulara cevap bulamadığım için kıvranırken bu kocaman karanlık boşlukta bir şey içeri girmeye başladı. Devasa boyuttaki bu yaratık kambur balinayı andırıyordu. Kumda yüzen balina tamam da uçan balina biraz fazla oluyordu. Ağız bölgesinin alt ve üst bölgesi kesinlikle çok sivri olduğunu düşündüğüm dişlerle doluydu. Tamamen içeri girdiğinde açılmaya başlayan kanadımsı şeyler altı yedi metre uzunluğunda rahat vardı. Kuyruk kısmı tıpkı balinalardaki gibiydi. Üst kısmı yanlarından sarkacak kadar uzun tüylerle kaplıydı. Alt kısım ise tüysüz ve sanki yılan derisi gibi kaygan ve sert görünüyordu. Fazlasıyla avcı gördüğüm bu yaratığın hedefi olmamak için kendime görünmezlik sihri yaptım. Yaratık su kütlelerinin etrafında dolanıp onları yoklayıp aradığı her neyse onu bulamadığında başkasına geçiyordu. Bir süre sonra gözden kayboldu ve ben de biraz olsun rahatladım. Avcı olduğu belli olan bir yaratıkla aynı bölgede olmak biraz tedirgin ediyordu. Elbette kendimi savunacak gücüm vardı; ama karşı karşıya gelmemek en iyisiydi. Yaratık gözden kaybolduktan sonra onun nereden gelmiş olabileceği sorusu geldi asılı kaldı önümde. Bir şeyler vardı; ama tam emin olamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasyKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.