Beraber yürümeye başladık. Yürürken gökyüzündeki mantarlardan biri daha sanki inadına polen dökmeye başladı. Gökyüzündeki aç balıklardan biri mantara doğru süzülüyordu. Balığın gözlerindeki ışık çoğalıyor, balık polene yaklaşınca bu ışık flaş gibi patlıyor ve bu ışık huzmesinin içinde kalan polen de balık tarafından yutuluyordu.
Bu yemek ziyafetini seyretmeyi bırakıp önüme dönerken kafamın arkasında ve ensemde başlayan karıncalanmayla irkildim. Bunun tek bir anlamı vardı: Yeniden izlenmeye başlamıştık. Kapı sihrinden sonra kalan azıcık sihirle kendime kısmi dönüşüm sihri yapıp gözlerimi kurt gözlerine dönüştürdüm ve başımı çevirip arkaya baktım. Kurt gözlerine rağmen bir şey göremedim; ama görmüyor olmam izlenmediğimiz anlamına gelmiyordu. Benim ısrarla arkaya baktığımı fark eden Kıvılcım, "Evet, ben de hissettim. Bu sefer hissetmemek biraz zor. Galiba bizi izleyenler artık kendilerini saklama gereği görmüyor. Merak ettiğim saldırmak yerine neden beklemeyi seçtikleri?" dedi.
— Galiba bizim gücümüzden emin olamıyorlar.
— O da bir ihtimal!
Biz önde, bizi izleyen her ne ise her kim ise arkada böyle üç dört saatte bir kısacık molalar vererek ilerliyorduk. Kapı saatine göre bir gün ilerledikten sonra yedinci molamızı verip dinlenirken gökyüzünden dökülen polenleri balıklar ışık patlamalarıyla toplayıp yutarken bir anda bende de bir ışık patlaması oldu.
— Galiba poleni almak için bir yol buldum!
Herkes yüzüme merakla bakarken Kıvılcım'a "Yalnız yardımına ihtiyacım olacak. Aradığımız cevap aslında düşündüğüm gibi olursa sürekli gözümüzün önünde olmuş olabilir." dedim ve polenleri yutan balıkları gösterdim.
— Balıklar bizim polen kapımız olacak, onların yardımıyla polenlere ulaşacağız.
Hâlâ nasıl olacağını anlamadıkları için onların bir gözü balıklarda bir gözü de bendeydi.
— Balıklar bir şekilde gözlerindeki ışığı kullanarak poleni alıyorlar. Biz buraya geldiğimiz zaman bir balık kapımıza saldırmıştı. Bu da balıkların bu katmandan da bir şeyler götürebileceği anlamına gelir. Eğer Kıvılcım, benim etrafımda bir polen görüntüsü oluşturup balıkların bu sahte poleni yutmalarını sağlayabilirsek işe yarayabilecek bir planım var.
Olayın gittiği yeri anlayan Kırağı, araya girmekten kendini alamadı.
— Sadece suyun olduğu bir yerde boğulmadan poleni alabilecek misin ve seni buraya getirebilecek balık yokken buraya nasıl döneceksin?
Çantamdan çıkardığım ve içinde kırmızı balon olan küreyi gösterdim.
— Ben, bu balonun içinde olacağım için su sorunum olmayacak. İkinci kısım için ise ben gökyüzü denizi kısmına geçerken o iki gezegen arasında açılan deliğe kapımı yerleştireceğim. Balıkların kendi dünyalarına çektikleri polenlerden aldıktan sonra kapıyı kullanıp geri döneceğim. Ya da en azından işlerin böyle ilerlemesini umuyorum.
Bu plan onlara da mantıklı gelmişti; ama plan çok riskli olduğundan tedirgindiler de. Üstümüzdeki mantar hala polen dökerken ve birçok balık üstümüzdeyken elimi çabuk tutmam lazımdı. Küreyi normal boyuta getirip kaldırınca kocaman kırmızı balon göz alıcı bir şekilde ortamızda duruyordu. İlk önce suyun basıncına dayanmayıp patlamasın diye güçlendirici bir sihir uyguladım, sonra da kırmızı renk diğer tarafta dikkat çekmesin diye görünmezlik sihri yaptım balona. Savunma için oluşturduğum kalkan kürelerinden oluşturup balonun içine koymaya başladım. Geri kalanlar da beni seyrediyorlardı. Ne olur ne olmaz diye kırk tane kalkan küresi oluşturup balona koyduktan sonra. "Nea!" deyip güneşin enerjisini kendimde toplayıp oluşturduğum kapı sihriyle birleştirip elimde küre halinde tuttum. Tüm hazırlıklarımı tamamlayınca balonun içine girdim ve dışarıdan balonun içine ben izin vermedikçe bir şey girmesin diye balonu içten kuşatan bir kalkan sihri daha oluşturdum. Ben, bunu yaparken Kıvılcım da balonun etrafına polen görüntüsü oluşturuyordu. Ben, "Tamam!" deyince hafiften yerden bağlantısını koparmış olan balonu Kıvılcım, hızla gökyüzüne balıkların arasına göndermeye başladı. Balıkların yoğun olduğu yerde balonun yükselişi durdu. Balıkların, futbol topundan daha büyük olan polenlerin on katı olan bu poleni yutup yutmayacaklarını düşünürken balık sürüsünün içindeki kocaman balıklardan bir ani bir hareketle dönüp bana doğru gelmeye başladı. Çok çabuk gelişiyordu her şey. Balık yaklaştıkça gözlerindeki ışık artıyordu. Bir elimde kapı için oluşturduğum küre diğer elimde de balığın beni yutmasını engellemek için oluşturacağım kalkan küresi vardı. Aramızda üç metre kala beklediğim ışık patlaması oldu. Işık patladığı an savunma kalkanı küresini balıkla balonun arasına koyup oluşturduğum kapının da girişini balonun içine çıkışını Kumların olduğu yere verdim. Oluşturduğum kalkana çarpan ve sersemleyen balık uzaklaşırken mantardan dökülen polenlere odaklandım. Polenlere gelen balıklar onları çektikçe ben onların ve polenlerin arasına kalkanlar gönderip polenleri yutmalarını engelliyordum. Bir taraftan da bana doğru gelen balıkların önüne kalkan oluşturuyordum. Yenmesini engellediğim on beş kadar polenden ilki balonuma denk gelip onu içeri aldığımda neredeyse sevinçten kalbim yerinden çıkacaktı. Peş peşe gelen iki polenden de ilkini alırken kapının çıkış kısmından gelen "Lütfen acele et Kıvılcım zor durumda!" diyen Kırağı'nın sesini duydum. Bir şeylerin yolunda olmadığını kesindi. Zaten çok fazla da kalamazdım; çünkü ancak üç tane savunma kalkanı kürem kalmıştı ve çok da yorulmuştum. Hemen kapıdan içeri girdim ve Kum'un altı yedi metre ötesinde dışarı çıktım. Poleni aldığım için vatoz kapıya dönüşmüştü ve Kum'u da onun yanında elinde kılıcıyla beklerken bulmuştum; ama diğer kılıcı yoktu. Ben, Kırağı ve Kıvılcım nerede diye bakınırken on metre ileride Kıvılcım'ı oluşturduğu savunma kalkanının arkasından saldırı küreleriyle ilk etapta karşılaştığımız kara elflerin sihirbaz olanıyla savaşırken buldum. Neredeyse tükenmek üzere olduğunu gördüğüm Kıvılcım'ın yanından ayrılamamış olan Kırağı'da dört beş metre sağda Kül'le savaşan erkek elfe ışık oklarından yağdırıyordu; ama savaşçı elf bir taraftan Kül'le savaşırken bir taraftan da oklardan kurtulmayı başarıyordu. Hani rakip olmasalar ilk etaptaki yaptıklarını bilmesem taktir ederdim. Sihirbaz elfin karşısında dayanamayan Kıvılcım tüm gücünü tüketip yere yığılırken kalan son üç savunma küresini balonun içinde bıraktığıma lanet ettim. Savunma küresi için çok geç kalacağımdan beni ne hale getireceğini bilsem de "Kea!" deyip çamurlu da olsa suyun gücünü kullanarak suyu bir duvar gibi onların önüne kalkan olarak kaldırdım. Avuç içine sığacak büyüklükte siyah küreler ve on santim mesafeyle bu kürelerin etrafında dönen sarı bir ışıkla gelen saldırılar çok kuvvetliydi. Sudan oluşturduğum kalkana gelen bu kürelerin sarı çizgi halindeki sürekli dönen parçası suyu buharlaştırıyor ve siyah kısmı da o sarı çember yok olunca patlıyor ve iki metre yarıçapındaki alanı kaplıyor ve o alanı sanki yutup kayboluyordu. Öyle ki sanki ışık bile yutulduğu için çevredeki ışık, oluşan boşluğa dolarken bir an için o kısma alacakaranlık hakim oluyordu. O kürelerden birine denk gelmek muhtemelen insanı öldürürdü. Bir yandan büyüyü devam ettiriyor bir yandan da tek elle saldırı küresi hazırlayıp saldırmaya çalışıyordum; çünkü bir elimde de çantama yerleştirmeye fırsat bulamadığım polen küresi vardı ve bu yüzden de saldırım zayıf kalıyordu.
Bu saldırıyı yapan elflere ilk etaptan gıcıktım zaten ve burada da etap boyunca can sıkmışlardı. Kırağı baygın durumdaki Kıvılcım'ın başında durup onu gözetirken bir yandan da hala savaşçıya ışık okları atıyordu. Sihirbaz elf bize adım adım yaklaşıyor ve her adımda saldırıları daha da güçleniyordu. Tek elle savaşamayacağımı anlayınca ve bu durumdan da kurtulmanın tek yolunun bu dünyadan gitmek olduğunu görünce poleni Kırağı'ya göndermeye karar verdim. Böylece onların da kapısı açılacak onlar gittikten sonra da biz de gidecek ve bu yerden ve elflerden kurtulmuş olacaktık.
Poleni göndermek için Kırağı'ya seslendim ve bana dönen savaşçıya poleni fırlattım. Polen havadayken nereden çıktığını görmediğim, anlamadığım bir yaratık poleni alıp kaçtı. Ben, peş peşe saldırı küreleri göndersem de kürelerim peş peşe ortaya çıkan siyah bir kalkanın içine gömülüp kayboldu sürekli. Elf de olsa bu kadar çok saldırı topu ve savunma kalkanı oluşturması imkansızdı. Anlaşılan bunları önceden oluşturmuştu. Sihirbaz elf, yaratığın kendisine getirdiği poleni aldığında yaratık birden kapıya dönüştü. Savaşçı elf de Kül'le savaşmayı bırakmış kapıya yönelmişti. Bunu gören Kırağı da Kıvılcım'ı bırakıp savaşçıya doğru koşmaya başladı. Ben de saldırı küreleriyle kapıya saldırıyordum; ama sihirbazın oluşturduğu savunma hattını bir türlü geçemiyordum. Kırağı ve Kül ve ilk anda gittiğini fark etmediğim Kum yetişmeden kara elfler kapıdan girip kayboldular. Onlar kaybolunca kızgınlığımdan tepemden duman çıkıyor gibi hissettim.
— Lanet olsun! Lanet olsun şu kara elflere! Bize neden saldırmadıkları şimdi anlaşılıyor. Tek dertleri ulaşamadıkları poleni bizim almamızı bekleyip bizden çalmakmış.
Bir daha "Lanet olsun!" deyip sözler yetmeyince ayağımla çamura vurup çamuru dağıtırken ortalığa "Bu çamura da lanet olsun!" dedim.
Gerçekten çok kızmıştım. Sihirbazı alt edememek veya saldırımın başarısız olması değildi beni kızdıran. Ben, elimdekinin çalınmasına çok kızmıştım. Yarışmanın kuralları arasında bunu yapmalarını engelleyen bir kural yoktu; ama bu benim bildiğim haliyle bir savaşçı ve sihirbaza yakışmazdı.
Kendine gelen ve benim çamuru dövdüğümü gören ve yerinden yavaş yavaş doğrulan Kıvılcım, "Çamurun yediği dayaktan alınacağını bilsem ben çoktan bunu yapardım." deyince biraz hiddetim azaldı ve yaptığım şeyi bıraktım. Kum'un yanındaki kapıyı göstererek "En azından sizin kapı açılmış, sizin için sevindim. Hayır dersen anlarım; ama ben gücümü toplayınca bir daha bunu yapabilir misin?" diye sorunca "Bunu tekrar yapamam; çünkü balonu getirmedim oradan." dedim. Kıvılcım'ın yüzündeki hayal kırıklığına rağmen bir çaresizlik okunmuyordu.
"Olmadı artık çağrıyı kullanırız." dedi ve gülümseyerek Kırağı'ya baktı. Kırağı da ona gülümseyerek baktı. Hemen araya girdim. Yapacağım şeyi yapmak zorunda değildim; ama olması gereken o olduğu için bir an bile tereddüt etmedim.
"Buna gerek yok." deyip çantamı açtım ve poleni içine koyduğum küreyi ona uzattım.
— Peki, bunu biz alırsak sizin kapı kaybolmayacak mı?
— Merak etme, ikinci seferde iki polen bir seferde gelmişti.
Kıvılcım ve Kırağı'nın yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Kıvılcım, uzattığım poleni alınca Kırağı'nın etrafında uçuşan sinekkuşu kapıya dönüştü.
"Size borçlandık." diyen Kıvılcım, kardeşinden bir ışık oku alıp oka bir sihir yapıp bana verdi ve "Gittiğiniz gezegenlerde bu okun ışığı beyaza dönerse bu bizim o gezegende olduğumuz anlamına gelecektir ve yardımımıza ihtiyacınız olursa oku bırakın o sizi bize getirecektir. Siz, gelemeyecek kadar kötü durumda olursanız biz ok sayesinde sizi buluruz." deyince duyduğumuz memnuniyeti gülümseyerek ifade edip teşekkür ettik.
Gezegenden vebirbirimizden ayrılma vakti gelmişti. Perilere ısındığımdan onlardan ayrılmakhafif içimi burksa da bu çamur deryası gezegenden ayrılmak dayanılmaz birmutluluktu. Kum'la beraber sağ elimizi yumruk yapıp kalbimizin üstüne koyuponları selamladıktan sonra kapımıza yöneldik. Kapımızda karayılan ışığı yazıyordu. El izlerimize dokununca kapımız açıldı.Bu sefer kapının içi ışıl ışıldı ve çamur falan da yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasyKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.