MAVİ SU - Karanlığın Dünyası

75 15 1
                                    

Yere çakıldığım zaman oluşturduğum koruma kalkanı bu çarpışmaya daha fazla dayanamayıp kayboldu. Kalkan kaybolurken kendimi kaza yapan arabadaki emniyet kemeri takılı şoför gibi hissettim. Kazadan sağ salim kurtulmuştum kurtulmasına; ama tüm vücudumda bir sızı vardı. Yere düştükten sonra sağ yanımın üzerinde kalmıştım. Kendimi zorla da olsa geriye doğru itip sırtüstü pozisyona gelince sızının, yorgunluğun, uykunun beni almasına izin verdim.

Uyandığımda biraz olsun kendimi toparlamış olduğumu fark ettim. Kolumdaki bilekliğe göre iki gündür kendimden geçmiş bir şekilde uyumuştum ve bu benim için çok sıkıntılı bir durum oluşturuyordu; çünkü geriye sadece bir günüm kalıyordu aradığım şeyi bulmak için. Eminim Kum, şu an kafayı yemek üzereydi. Yarışmayı kaybetme kısmını geçmiş benim için endişeleniyordu.

Bunları düşünürken bir taraftan da etrafımı yokluyordum ki etrafımdaki karanlığın zifiri kör bir karanlık yerine etraftakileri görmeye izin veren bir karanlık olması çok sevindiriciydi. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda kocaman beyaz iki ayın varlığı bu durumu açıklamaya yetti. Havada süzülen yaratıklar da vardı ki sanki kendilerini boşluğa bırakmış uyuyor gibiydiler. Yedi günlük ışıktan sonra bu karanlık çok rahatlatıcı olmuştu ve üstelik burası da tıpkı diğer taraf gibi sıcaklık tahminlerimizi boşa çıkarıyordu. Sıcaklık gayet uygundu, insanı donduran bir soğuk yoktu.

Yalnız durum giderek tuhaflaşıyor gibiydi. Bunların dışında bir tuhaflık vardı; ama tam olarak çözemiyordum ne olduğunu. Bu dünyada gördüklerimde tuhaf olan ne acaba, diye sorarken kendime baktım, etrafa baktım ve gökyüzüne tekrar bakarken donup kaldım bir anda. Burada sağ gözümle değil sol gözümle görüyordum. Sadece tek gözümü kullandığım için ilk anda sağ değil de sol gözümle görebildiğimi anlayamamıştım, fark edememiştim. Bu da benim doğru yere geldiğimin kanıtıydı aynı zamanda. Karanlığın Dünyası'na geçince Kayıkçı getirmese de yine o bedeli ödemiştim anlaşılan. Tek gözüm hâlâ görmüyor olsa da içimde bir sevinç vardı. O kadar ki yerimde duramaz durumdaydım; çünkü hem doğru yere gelmiştim hem de buradan çıktığımda tekrar görebilme umudum vardı. Diğer taraftan ayrıldıktan sonra sol gözüm görmeye başladıysa buradan ayrıldıktan sonra da sağ gözüm görmeye başlayacak demekti ya da ben öyle umuyordum.

Tekrar etrafa odaklandım. Burası da diğer taraf gibi çoraktı çorak olmasına ama burada gökyüzüne çıkan su kütleleri yoktu. Bu da o yaratıkların neden diğer tarafa gittiğini açıklıyordu. Beslenmek için diğer tarafa gitmelerini anlayabiliyordum da neden buraya döndüklerini tam olarak çözememiştim. Getirdiğim tek açıklama buraya uyumak için döndükleri olabileceğiydi.

Kayıkçı'nın sihir için söyledikleri iki bölge için aynı anda mı yoksa ayrı ayrı mı geçerli acaba deyip arama sihri yapmak istedim; ama sihri yapamadım. Demek ki iki bölge için aynı anda geçerliymiş deyip, zaten biraz kolay olsa şaşırırdım, dedim kendi kendime. Bu dünyadaki bu kural bayağı canımı sıkmıştı. Hangi yöne olduğunu bilmeden yürümeye başladım. Amacım şansa da olsa aradığım suya denk gelebilmekti. Tek başıma böyle zor bulurum, keşke yardım edecek birileri olsa derken aklıma ilk yarışmanın sonu ve yapmış olduğum sihir geldi. Zaten artık o sihirde yeterince ustaydım. Daha önce aklıma gelmemiş olmasına üzülerek sihri biraz değiştirerek kendimi çoğaltmaya başladım. Kendimden yirmi üç tane oluşturdum ve her birini farklı bir yöne gönderdim. Yedi sekiz saatlik bir aramadan sonra sihrim dağılmaya başladı. Bu kadar çok çoğalınca bir o kadar da güç harcanıyordu. Bunlar tam bir bölme işlemi değildi, gölge oluşturmaydı. Gölgeler bana dönüp de bir şey bulamadığımı anlayınca on iki günün yorgunluğu, aradığını bulamamanın aczi bende kızgınlığa dönüşmeye başladı. İçimdeki kızgınlık hiddete dönüşmeye, hiddet de öfke patlamasına dönüşmeye başladı. Bu dünyanın beni bağlayan bu kurallarının canı cehenneme hepsini yeniden şekillendireceğim diye kendi kendime söyleniyordum. İçimde yeterli sihir yoktu, bir dünyayı değiştirmeyi geçtim bir gölge daha oluşturacak bile sihir yoktu. Geriye büyü kalıyordu ki gücünü kullanabileceğim ne su ne toprak ne ışık var derken aklıma başka bir şey takıldı. Bir büyücü illaki bunları mı kullanmak zorunda, bunların dışındakilerin gücünü de kullanamaz mı, diye sormaya başladım kendi kendime. Niyetim bu bölgenin karanlığının gücünü kullanmaktı. Yalnız bir sorunum vardı. Suyu, toprağı, ateşi, havayı kullanmak için sözcüklerim vardı; ama karanlık için bir sözcüğüm yoktu. Sözcüğe ihtiyacım var mı ki, diye sordum kendime. Olmadığına karar verdim; ama alışkanlıkları sevdiğimden kendim bir sözcük oluşturdum; sadece bana ait olan. Kafamda beliren ilk sözcüğü fısıldadım karanlığı düşünerek: Dari. Yavaş yavaş çevremden bana doğru akan gücü aldıkça güçle beraber içime sevinç doluyordu. Bir büyüyü kendi başıma oluşturabilmiş olmanın mutluluğuydu bu. Bu dünya karanlıkla olan tüm sorunlarımın üstünü kapatmıştı. Karanlığın bu kadar huzur vereceğini hiç düşünmemiştim. Ben, etrafımdaki karanlığın gücünü gittikçe artan bir hızla alırken bazı sesler gelmeye başladı gökyüzünden. İlk defa oluyordu bu. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda gökyüzündeki yaratıklardan birinin o sesi çıkardığını gördüm. Sürekli yukarı çıkmaya çalışıyordu; ama sanki bir şey onu aşağı çekiyormuşçasına yavaş yavaş aşağı düşüyordu. Çok uzaklarda bir tane daha yaratığın aynı durumda olduğunu fark ettim. Benim aldığım güç çoğaldıkça gökyüzündeki sesler de çoğalmaya başladı. Bu sesler şiddete uğrayan hayvanların çıkardığı sesleri andırıyordu. Yakınımdaki yaratık artık daha fazla dayanamadığından yere düşmeye başlamıştı. Nasıl olduğunu bilmiyordum; ama yaptığım büyü onları olumsuz bir şekilde etkiliyordu. O an yaptığım şeyi sorgulamaya başladım. Ya büyüyü sonuna kadar devam ettirecek bu dünyanın kurallarından sıyrılmak için yeterli gücü toplayacaktım ve bu esnada da bu yaratıkların zarar görmesine veya ölmesine izin verecektim ya da bu yaratıkların zarar görmemesi için bu güçten vazgeçecektim. Hayvanların zarar görmesine hiç dayanamamıştım ve bu sefer de nasıl hayvanlar olduğunu bilmesem de bu yaratıkların da zarar görmesini istemediğim için aldığım gücü tekrar geri bıraktım. Ben, karanlığın gücünü bırakınca gökyüzündeki sesler de giderek azalmaya başladı ve gökyüzünden düşmekte olan yaratığın da artık yukarılara doğru yavaş da olsa çıkabildiğini gördüm.

Gücüm azalınca sağ kolumdaki soğukluk ve ağırlık daha fazla etkilemeye başladı beni. Ben, tam umutsuzluğa düşüp yenilgiyi kabul edecekken bir şeyi fark ettim: artık suyun nerede olduğunu biliyordum. Karanlığın gücünü kendime doğru çekerken kendi yer bulma sihrimin tersten de olsa bir benzeri ortaya çıkmıştı. Ben, arama sihrimde sihri kendimden dışarı veriyordum burada ise dışarıdan kendime çekiyordum.

Hemen suya doğru yürümeye başladım. Beş saatlik bir yürüyüşten sonra aradığım suyu buldum. Yalnız buradaki su on beş metre genişliğindeki bir çukurun içindeydi. Diğer taraftaki gibi göğe uzanan bir su sütunu değildi. Bu da neden onu göremediğimi açıklıyordu. Sihirle oluşturduğum üç küreyi suyla doldurup çantama koyarken aklımda bu nasıl bir su acaba dokunsam mı fikri vardı ama çok sessiz dile getirmiştim. Diğer tarafta merak duygumun başıma açtığı bela hâlâ devam ediyordu ki hâlâ bir çözüm üretememiştim. Tam arkamı dönüp gidecekken gökyüzünden aşağı doğru hızla süzülen yaratığı gördüm. Acaba burada ne avlayacak diye bakıyordum. Yaratık mavi suyun içine daldı ve daldığı gibi ağzı mavi suyla tekrar çıktı. Ağzında su dışında herhangi bir şey yoktu. Yaratık suyu içip gidince merak duygum biraz daha sesli konuşmaya başladı. Sağ elime bakıp zaten olan olmuş tekrar sağ elimi sokarım deyip suya doğru yürüdüm. Suyun yanına gelince dizlerimin üzerine çöküp artık bilinçli hareket ettirmekte zorlandığım kolumu suya doğru uzattım ve parmaklarımı suya soktum. Parmaklarım suya değince bir sıcaklık ve rahatlama hissettim. Mavi suyun değdiği yerlerdeki siyah su, suyun ağırlığı ve soğukluğu kayboluyordu. Yere uzandım ve sağ kolumu omzuma kadar suya soktum. Kolumdaki siyah suyun tüm etkisi kaybolunca yaratıkların suyu içmesinden cesaretle suyun tadının nasıl olduğuna dair merak duygumu gidermek istedim. Mavi sudan bir avuç alıp ağzıma götürdüm. İlk önce dilimi değdirdim. Kum olsa kesin kızardı; ama Kum yoktu ve beni engelleyecek kimse de yoktu o an. Suyun hoş bir tadı vardı ve ben de içtim. Su kenarında nasıl bir etkisi olacağını beklerken bir etki hissetmeyince bir şey olmadı deyip gitmek için adım atayım derken gözlerim açıldı. Beş santim kadar havadaydım ve giderek yükselmeye devam ediyordum. Sudan üç dört avuç daha içtim. Birkaç küre daha doldurup çantama attıktan sonra yukarı doğru çıkmaya başladım. Yukarı dediysem yerin üç dört metre yukarısı. Yaratıkların hava sahasına girip onların dikkatini çekmeyi düşünmüyordum. Böyle havada duvara doğru hızlı bir şekilde süzülürken kendimi Peter Pan gibi hissediyordum. Ejderhaya dönüşüp çok uçmuştum, sihirle de uçtuğum olmuştu; ama kendim bir şey yapmadan uçtuğum hiç olmamıştı ve bu çok hoştu. Kocaman bünyeleri bulunan bu varlıkların nasıl uçabildiklerini ve neden buraya döndüklerini şimdi anlamıştım.

Duvara ulaştığımda üç dört saatimiz kalmıştı görev süresinin dolmasına. Duvara dokunup beklemeye başladım. Uzun bir süre beklememe rağmen kimse gelmeyince durumu az çok kavradım. Kayıkçı beni diğer tarafa bırakmıştı ve oradan alacaktı. Benim de tekrar oraya dönmem gerekiyordu. Yaratıkların buradan diğer tarafa geçişlerini yakalamak daha kolaydı; ama kapı sihrini ikinci kez kullanamazdım. Başka bir çare bulmak gerek derken yaratıkların havaya püskürttükleri suyun bu mavi su olabileceği geçişi sağlayanın da aslında o olduğu fikri dolaşmaya başladı kafamda. Çantamdaki kürelerden birini çıkarıp havada parçaladım. Kürenin parçalandığı yerde bir anafor oluşmaya ve büyümeye başladı. Sonrasında o bölge parçalandı ve boşluk oluştu. Boşluğun içinden geçince kendimi diğer tarafta buldum ve yine gözlerimde değişiklik vardı. Yine sağ gözümle görüyordum. Neyse ki duvara yakın bir yere çıkmıştım. Duvara ulaşıp duvara dokunduktan bir dakika sonra Kayıkçı geldi ve beni aldı.

Kayıkçı'nın adacığına vardığımda Kum'u yüzünde gülümsemeyle kapının yanında beklerken buldum. Uzun ve sıkıntılı bir bekleyişten sonra duyduğu rahatlama yüzünden okunabiliyordu.

— Ne zaman açıldı kapı?

— İki saat önce.

Kayıkçı'nın bizi beklerken durduğu yerde durmuş olduğunu fark edince geri döndüm aramızda üç adımlık mesafe kalana kadar devam ettim. Sağ elimi yumruk yapıp kalbime götürdüm ve başımı hafifçe eğip selam verdim. Tam geri dönerken Kayıkçı'nın davudi sesi durdurdu beni.

— Sormamak için kendini zor tuttuğun sorunun cevabı evet.

Geri dönüp kapıya doğruyürüdüğümde Kum'un yüzünde soru işaretleri vardı. Diğer tarafta her şeyianlatırım, deyip kapıya yönelince Kum da ısrar etmedi ve o da kapıya yöneldi.Kapıda panzehir taşı yazıyordu. Yanyana geldiğinde anlamsızlaşan iki kelime söz konusuydu ki görevin görevsözcüğünden daha düzgün olması dileğiyle Kum'un ardından kapıdan geçtim.     

13. KAPI - FIRTINAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin