Kapıdan içeri girdiğimizde kendimizi ayak bileklerimize kadar battığımız vıcık vıcık bir çamurun içinde bulmamız ve benim kayıp düşmem ve çamurun içinde sırt üstü uzanmam bir oldu. Kapı açıldığında karşımıza çıkan alacakaranlık boşluk dikkatli olun diyordu; ama çamurun derya deniz olduğu bir yere gireceğimiz de aklımın ucundan bile geçmemişti. Yoksa o kadar dikkatsiz sayılmazdım.
Yerden kalktığımda başımın arkasında kalan çamuru saymazsak elbiselerimizin özelliğinden dolayı üzerimde çamur kalmamıştı. Normalde yere düştüğümde canım çok yanmadıysa gülmekten kendimi alamazdım; ama burada alacakaranlığın ve sisin baskın olduğu bu yerde gülememiştim. Sis ve karanlık o kadar yoğundu ki yanımdaki Kum'u ancak seçiyordum.
Yalnız bu yoğunlukta bir gariplik vardı. Havanın kendisinden mi yoksa sisten mi kaynaklandığını o an tam olarak anlayamadığım bir başkalık vardı. Hava veya sis o kadar yoğundu ki sanki o yoğunluğu avuçlayabilirmişim gibi geliyordu. Saçlarım sanki suyun altındaymışçasına ben hareket ettikçe dalgalanıyordu.
İçimden "Umarım tüm gezegen böyle çamur deryası değildir." diye geçirdim. Benim çamurla boğuşmamı seyretmiş olan ve suratında da bir tiksinme ifadesi yakaladığım Kum'un uzattığı eli tutup doğrulurken, "Çamurdan sen de hoşlanmıyorsun galiba?" dedim.
— Bu vıcık vıcık, kaygan şeyden mi? Kesinlikle, hayır!
Kum'la ortak bir noktamızın daha olması güzeldi; ama durum hoş olmayınca bu ortak noktanın bir önemi kalmıyordu.
Sihirli bir ışık küresi oluşturup bir metre kadar havada başımızın üzerine bıraktığımda ışığın yayılmasıyla durumun vahameti daha çok ortaya çıktı. Sis gerçekten çok yoğundu, o kadar ki üstümüzdeki güçlü ışığa rağmen dört metre ötesini görmek mümkün olmuyordu. Dört metre sonrası sanki yok gibiydi. Tüm gezegen sanki etrafımızdaki dört metrelik alandan ibaretti.
Asıl eğlence ışıktan sonra başlamıştı. Çamurun içinde bir şeyler kımıldamaya başlamıştı. Çamurdan dolayı ne olduğunu göremediğimiz bu şeyler bize doğru hareket ediyordu. Güneşin ne zaman doğacağını kestirmek pek mümkün değildi ve burada da havanın ışımasını beklemek de pek akıl karı değildi artık. Bize doğru gelen kımıltılara bakan Kum'a "Hangi yöne doğru gidelim?" diye sordum.
— Yön mü? Yön yok ki? İstediğin tarafa doğru git; çünkü bu kımıltılar giderek yaklaşıyor ve bu kımıltıların ne olduğunu öğrenmek iyi bir şey olmayabilir. Yavaş olmaları zararsız oldukları anlamına gelmez. Yalnız gitmeden ikinci etapta oluşturduğun zaman bilekliğinden oluştur da öyle gidelim; çünkü buranın zamanına güvenmiyorum.
Ben, zaman bilekliğini oluştururken bir taraftan da kapının nerede olduğuna bakıyordum; çünkü içeri girdiğimizden beri onu görememiştim.
— Diğer gezegenlerde de aynı sorunla karşılaşma ihtimalimize karşı zaman bilekliğini her etap geçişinde yenilenecek şekilde kalıcı olacak şekilde oluşturdum. Bu arada kapı nerede?
"Kapı, içeri girdiğimizden beri çantamda." dedi gülerek.
Gülmek ne kadar da yabancı duruyordu buraya; ama yine de benim de yüzüme bir gülümseme yayıldı, içim biraz ısındı.
Işık küresini bir metre önümde kalacak şekilde ayarlayıp kımıltının en az olduğu sağ yanıma doğru kımıltıların arasından seke seke ilerlemeye başladık. Kımıltıları geride bıraktığımızdan emin olduktan sonra hızlı adımlarla yürümeye başladık.
Yürüdüğümüz süre boyunca çamur, bazen azalır gibi oluyor bazen suyun altında kalıyor su çoğalıyor ve dizlerimize kadar suyun içinde kalıyorduk. Hele bir yer vardı ki çamurun sıvımsı bir hal alıp dizimize kadar geldiği bu yerde, çamurun içinde ortaya çıkan kabarcıklar patladığında ortaya inanılmaz kötü kokular çıkıyordu. Adeta yeşil siyah bir balçık gölünün içinde yüzdüğümüz bu yerde güçlükle karşımıza çıkan ufacık adacıklar bizi biraz rahatlatsa da, sürekli balçığa batmaktan, balçık içinde ilerlemekten kurtarsa da soluk aldıkça göğsümüze baskı yapan etrafımızdaki bu pis kesif koku rahatlamalara açık yaraya basılan tuz gibi oluyordu. Balçığın içinden küçük patlamalar halinde dışarı çıkan hava kabarcıkları, bu pis kokuyu sürekli tazeliyordu ki bu da açık yaraya basılan yeni tuz demekti. Sanki balçık içine çektiklerinin çürüttüklerinin kokusunu dışarı atıyordu.Elbisemizin uzayan boyun bölümüyle ağzımızı, burnumuzu kapattığımız halde yine de bu kesif kokuyu engelleyemiyorduk. Üç dört saat elimizden geldiğince o alandan kurtulmak için hızla hareket ettiğimiz halde bu kesif kötü kokunun bulunduğu çamurlu alandan çıkamamıştık. Tek olumlu şey havanın biraz daha aydınlanmış ve aydınlıkla birlikte sisin de azalmaya başlamış olmasıydı. Görüş mesafesi üç dört metreden sekiz dokuz metreye çıkmıştı neredeyse.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantastikKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.