On beş dakikalık bir yürüyüş sonrası duvarın içe doğru on metre girdiği on metre uzunluğunda bir iç bölüme geldik. İç kısımda kalan duvarda alelade, kulpları siyah renkte olan iki bölmeli iki metre yükseklikte mavi bir kapı vardı ve bu kapının bir metre önünde üç kişi vardı. İlk dikkatimi çeken soldaki elinde kılıç olan iki metre boyundaki heybetli savaşçı olsa da gözlerim hemen ortada olan bağdaş kurup oturmuş, gözleri görmüyor gibi duran beyaz bıyıklı sakalları göğsüne kadar uzanan yaşlı adama kaydı. Yaşlı adamda tuhaf bir şeyler vardı. Kör gibi görünüyordu; ama ben, beni gördüğüne emindim. Sağda ise yedi sekiz yaşlarında gülmesini beklediğiniz; ama gülmeyen yüzünde yetişkinlere ait bir ciddiyetle duran bir erkek çocuk vardı. Ortadaki adam sanki bin yıldır yaşıyormuş gibi yaşlı, soldaki yüz yıldır savaşıyormuş gibi zalim, sağdaki ise dün öğrenmeye başlamış gibi acemi duruyordu.
Üçünü daha önce kesinlikle görmüştüm. Artık, hissetmekten veya biliyor hissinden daha fazlası vardı. Ömrüm boyunca görmemiş olmam gereken bu üçlüyü daha önce gördüğüme emindim. Bunda kesinlikle yanlış bir şeyler vardı.
Ortadaki yaşlı adam "Sana bir so..." diye konuşmaya başlayınca cümlesini istemeden ben tamamladım "sorum var!". Ben cümlesini tamamlayınca yaşlı adam gülmeye başladı. Bunu söylerken elimdeki kalkanı önümüze koydum ve çantama uzandım. Çok kötü şeyler olmak üzereydi. Nasıl biliyordum bilmiyorum; ama biliyordum işte. Yaşlı adam "Her seferinde biraz daha iyi oluyorsun!" deyip gülmeye devam ederken ben, çantamdan yarışmaya başlarken aldığım defteri çıkarıp hemen son kısmına baktım. O an ellerim titremeye gözlerim büyümeye, kalbim iki kat daha hızlı atmaya başladı; çünkü bu bizim buraya dokuzuncu gelişimizdi ve önceki sekiz seferde, burada neredeyse ölürken ki her seferinde öldüğümüzü düşünmüştüm bir sebepten etaba yeniden başlamıştık. Etaba başlarken hissettiğim nedensiz acılar, etap boyunca yaşadığım "daha önceden yaşadım" hisleri nedensiz değildi. Hepsinin nedeni daha önce yaşadıklarımmış. Bu etaptaki sekizinci gelişimizin son kısmında yaşadıklarıma hızlı bir şekilde göz gezdirirken kanım dondu.
Kılıcın ucu bana doğru gelirken sanki aksiyon filminde sahnenin yavaşlatıldığı slow çekim kısmına girmiş gibi kılıcın hareketi yavaşlamaya başladı. Gözbebeklerimdeki ışığın bile donduğu o anda gözlerimden süzülen ve yanaklarımda kalmış gözyaşları biraz önce ölümünü seyrettiğim Kum için miydi, bir daha göremeyeceğim Gece ve Mavi için miydi bilemiyorum. Karar veremesem de ikisinin de acısı benim için birdi. Bu yarışmaya başlarken kendimden o kadar emindim ki altıncı etapta eleneceğimizi daha doğrusu öleceğimiz aklımın ucundan bile geçmemişti. Göğsüme doğru gelen veya gelemeyen kılıcın benden uzaklığı azaldıkça ölümle aramdaki mesafe de azalıyor. Bir buçuk ay öncesine kadar hayatımın bir eksiği yokken mutluluk kelimesinin anlamını en iyi ben bilirken artık acı kelimesinin anlamını en iyi ben biliyor gibiyim. Gittikçe yavaşlamış olsa da kılıcın ucunun elbiseme temasını hissedince vücudumun içine hapsedilmiş olan bilincim, tüm sinirlerim, tüm dikkatim, tüm yoğunluğum kılıcın ucunun değdiği yere toplandı. Kılıcın ucunun elbisenin ilmeklerinin boşluğunu zorlayıp içeri doğru bir eğilme olup bu zorlama sonucu ilmekler dayanamayıp kopunca kılıcın ucu tenime temas etti ve kılıcın ucunun değdiği yerde, kılıcın soğukluğunu ve kılıcın sahibinin kılıcın içine kadar nüfuz etmiş can almaya istekli ruh halini hissettim. Kılıcın ucu yavaşça tenimi geriye doğru iterken içeri doğru kavis oluşturan tenim buna dayanamayınca kılıcın ucu tenimden içeri girip girdiği yerde sıcak bir sıvının akmasına neden oldu. Kılıcın batışı her salise giderek yavaşlıyor ve verdiği acı da bu oranda artıyordu. Benim derdim, çektiğim acı değil yaşadığım kayıpların acısının giderek uzamasıydı. Ölümümü kabullenmiştim artık; ama Kum'un ölümü, Gece'nin ve Mavi'nin kaybı kabullenemediğim şeylerdi. Tüm bedenim için zaman durmuştu durmasına; ama kılıcın sahibi bilincimi bunun dışında bırakmıştı. Kılıç, acıya boğulmuş kalbime doğru yaklaşırken aklıma, demin ölümünü seyrettiğim Kum'un dünyaya ikinci defa beni almak için gelişi geldi ve içinde bulunduğum ana kadar her şey tıpkı filmlerde olduğu gibi bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başladı.
Ben, gözümü defterden alamazken yaşlı adamın sesini işittim. "Galiba "Arkamızdaki kapının bekçisi hangimiz?" diye sormanın bir anlamı yok! Artık tüm cevaplara sahipsin; ama cevaplara sahip olman yaşananların farklı gelişmesini sağlar mı diye soracak olursak..." deyip ayağa kalktı. Ayağa kalkınca sağdaki çocuk sola doğru soldaki savaşçı da sağa doğru gelip yaşlı adamla birleşip tek bir kişi olurlarken yaşlı adam "Geride bıraktığımız sekiz seferi düşünürsek zannetmiyorum." diyerek gülerek cümlesini tamamladı.
Defterde yazılanların tamamını okumasam da her seferinde ilk soruya doğru cevap verdiğime emindim ve her seferinde de üçlüden oluşan bu tek kişiye yenilmiştik. Savaşçı, kılıcı saldırı pozisyonunda bize doğru gelirken Kül saldırıya geçti. Bu, sanki sekiz defa seyrettiğim bir filmi dokuzuncu defa seyretmek gibiydi. Diğer sekiz filmde saldırmıştım; ama bu defa saldırmayacaktım. İlk sekiz sefer bulamadığım bir çözümü bulmam lazımdı ve bunun için de zamana ihtiyacım vardı ve çok da zamanım yoktu. En fazla yirmi saniye sonra savaşçının kılıcı göğsüme girecekti. Sadece yirmi saniyem vardı. Denemediğim ne kalmıştı veya savaşçıyı alt edecek ne vardı elimde?
Ben, bunları sorarken kendime savaşçıya doğru atılan Kül'ün ardından Kum da saldırıya geçti. Tam Kül savaşçıya varıp kılıcıyla savaşçıya saldıracakken savaşçı "Dur!" dedi. Sadece "Dur!" demişti ve bu yetmişti. Kül; kuşlar, çoban, sürü, anne ve kızları gibi donup kalmıştı. İkinci bir "Dur!" ile elinde diğer kılıcıyla ona hamle yapan Kum donup kaldı ve bu kısımda benim karabasanlarım başlıyordu. Ben, savaşçının durlarından etkilenmeyecek bir şeyler arıyordum. Savaşçı bana da "Dur!" demeden önce bir şeyler bulmalıydım. Şimdiye kadar yaptığım hiçbir büyü veya sihir işe yaramamıştı. İşe yarayacak bir şey ama ne? Ben, bunu kendime sorarken Kül'ü geçip gelen savaşçı kılıcını, yanından geçmekte olan Kum'un göğsüne sapladı ve Kum'un göğsünden çıkardığı kılıcından kan damlaya damlaya bana doğru gelmeye başladı. Kum'un göğsüne giren kılıcı kendi göğsüme batmış gibi hissetsem ve gözlerim dolsa da bir şey yapmadım. Hâlâ zamana ihtiyacım vardı. Her şey önceki seferlerde olduğu gibi oluyordu; ama bu sefer bir şeyler değişmeliydi. Defterde yazan kaderimi tekrar yaşamadan bir şeyler yapmalıydım; ama her şeyin zamanını durdurabiliyor gibi görünen bu savaşçıyı nasıl durdurabilirdim? Tüm çaresizliğimin hıncını almak istercesine defteri sıkarken gözüm istemeden deftere kaydı ve başım önümde deftere bakakaldım.
Biz hatırlamadığımız halde bu etapta yaşadığımız her şey nasıl olduysa defterde vardı ve ben, bir şekilde bu döngünün dışında kalan defteri savunma için kullanabilirdim; ama nasıl? Savaşçı, benim başımı önüme eğmiş sanki olacakları kabullenmiş gibi duran halimden farklı bir şey sezmeyip bana doğru yavaşça gelirken ilk yarışmadaki damla etabında kadın büyücüleri hapsetmek için Harenam'ın kullandığı kum topları geldi aklıma. İçimde sihri tamamladım ve sihri elimdeki deftere yönlendirdim. Başımı kaldırıp defteri savaşçıya fırlattım ve defteri fırlatırken peşi sıra hazırladığım saldırı kürelerini yollamak için hamle yaptım.
Savaşçı kendisine doğru gelen defterden sıyrılıp kendisine yapılan saldırıyı görünce "Dur!" dedi. O andaki savaşçının gözlerindeki şaşkınlığı görmek beklentimi artırdı.
Her seferinde olduğu gibi, benim zamanım bir anda durmak yerine giderek yavaşlayarak duruyordu; çünkü savaşçı bende acıyı hissettirerek zamanı yavaşlatıp durduruyordu. O yüzden her şey giderek yavaşlasa da zaman işliyordu benim için.
Savaşçı gözlerime bakıp "Pes ettiğini düşünmüştüm; ama son anda dahi işe yaramayacağını bile bile hamle yapmanı beklemiyordum, şaşırdım." deyip de bana bakarken benim gözlerimde parlayan ışığı ve arkasına baktığımı fark edince bir şeylerin hiç istemeyeceği kadar ters gittiğini anlaması ve arkasına dönmesi ve sayfa sayfa ayrılan defterin yapraklarının savaşçıyı kaplamaya başlaması bir oldu. Savaşçı, kendisini çevreleyen yapraklara karşı çaresizce "Dur!" dese de kılıç sallasa da fayda etmiyordu. Sayfaların kesilmesi bir şeyi değiştirmiyordu.
Savaşçı sayfalardan oluşmuş bir kürenin içinde kalınca savaşçının üzerimizdeki hakimiyeti sonlandığından çözülüverdik. Hemen, çözülüp yere düşen Kum'un yanına koştum ve iyileştirme sihri yaptım. Kılıç yarası göğsünün sol değil sağ kısmındaydı ki bu bizim en büyük şansımızdı. İkinci iyileştirme sihriyle kendine geldiğinde yüzünde hissettiği acının yansımaları vardı. Kum'a üçüncü iyileştirme sihrini yaptıktan sonra ayağa kalktı. Ayağa kalkınca durumunun ne kadar ciddi olduğunu yerde biriken kanından anladım. Ayağa kalksa da aldığı darbenin etkisiyle ağır ağır hareket ediyordu.
Baykuş Beyaz'a dönüşmüşKum'un ayaklarının etrafında dolanıp miyavlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantastikKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.