Kapıdan geçtiğimizde büyük bir taş mı yoksa küçücük bir adacık mı olduğuna hemen karar veremediğim bir yerdeydik. Bir önceki etabın yorgunluğundan kendimi olduğum yere bıraktım. Biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Kediye dönüşen kapı, gelip kucağıma atlayıp göğsüme sürtünüp mırıldanmaya başlasa da ne kadar yorgun olduğumu ancak oturunca fark etmiştim, öyle ki sevilmeyi bekleyen kediyi bile sevecek takati bulamıyordum. Sadece çevreme bakabiliyordum.
Yorulmuş olacak ki Kum da yanıma oturdu. Benden yüz bulamayan kedi, Kum'un kucağına atladı ve ona sırnaşmaya başladı. Konuşmadan oturduğumuz yarım saat boyunca kedi Kum'un kucağında istediğini almanın memnuniyetiyle mırıldanıp durdu. Dinlenirken bir taraftan da etrafı inceliyordum. Gördüklerim gerçekten çok ilginç olmasına rağmen bu süre boyunca tek kelime etmeyişim beni bile şaşırtmıştı. Yaklaşık iki yüz metre genişliğindeki suları simsiyah bir nehrin içindeydik. Alacakaranlık bir havanın hakim olduğu bu yerde hava mı suyu yoksa su mu havayı bu hale getiriyordu karar veremiyordum. Üstünde bulunduğum ki artık bir adacık olduğunu düşündüğüm bu yerin kenarlarındaki çok hafif su akışından suyun aktığı anlaşılabiliyordu. Yoksa alacakaranlık hava ve suyun simsiyah rengi suyun hiç akmadığı izlenimi veriyordu insana. Gökyüzünde yıldız varsa da bu alacakaranlıkta belli etmiyordu. Nehir boyunca da farklı boyutlarda adacıklar bulunuyordu. Bu yeri daha ilginç kılan şey ise nehrin kenarlarında başlıyordu. Nereye kadar yükseldiğini, nereye kadar ilerlediğini bilmediğim duvarlar vardı nehrin kenarlarında. Simsiyah renkteki bu duvarlar taştan veya başka bir yapı malzemesiyle örülmüş duvarlar değildi. Sanki yerden yükselmiş tek parça yekpare siyah mermer bloklar gibiydi. İnsan yapısı olmadığını gördüğüm bu duvarları kim yaptıysa muazzam bir sihir veya büyü gücüne sahip olmalıydı. Aradığımız suyun, içinde bulunduğumuz nehrin suyu olmadığı aşikârdı ve burada bulacağımızı da pek düşünmüyordum. Kapımızda açıkça mavi su yazıyordu. Bu görev sınırlarımızı ne kadar zorlayacaktı merak ediyordum. Yorgunluğumu biraz olsun üstümden attığımdan ve yeterince gözlem de yaptığımı düşündüğümden yerimden kalkmadan Kum'dan yana dönüp, Ne gördüğünü söyler misin?" dedim.
— Ne gördüğüme geçmeden önce, yüzde yüz emin olmamakla beraber aradığımız suyun burada olmadığını düşünüyorum ki bu da bizim gördüğümüz bu devasa duvarların arkasına geçmemiz gerektiği anlamına geliyor. Ne gördüğüme gelirsek, buraya gelişimizin üzerinden çok zaman geçmedi; ama bizim için problem olabilecek bir şey fark ettim: (Nasıl aşacağımızı bilmediğim devasa duvarlar dışında ne fark etmiş olabilir diye o an iyice meraklanmadım desem yalan olur; ama araya girmedim, anlatmasını bekledim) Bu alacakaranlıkta pek fark edilmese de ışığın veya ışığa bağlı olarak gölgelerin yönünde hiçbir değişiklik olmadı. Bu da bu gezegenin kendi etrafında hiç dönmediği ve gezegenin bir yarısının sürekli aydınlık bir yarısının da sürekli karanlık olduğu anlamına gelir. Bu durumun doğuracağı sonuç ise bir tarafın inanılmaz bir ateşin içine atılmış gibi bir sıcaklık içinde diğer tarafın da buz içinde kalmış gibi bir soğukluk içinde olabileceği.
Gözlerim açılmıştı. Gölgelerden ve ışıklardan böyle bir sonuca gitmek ancak onun yapabileceği bir şeydi. Nutkum tutulmuştu. Aynı zamanda bu durum beni tedirgin etmişti. Kafamı meşgul eden şeyi sordu.
— Elbiselerimiz bu sıcaklığa veya soğukluğa karşı bizi koruyabilir mi?
— Gitmeden bir şey diyemem. İdare etmezse artık senin sihrinden faydalanacağız ve elimizden geldiğince işimizi çabuk halletmeye çalışacağız. Aradığımız suyun her iki tarafta mı yoksa sadece bir tarafta mı olduğu da belirsiz ki ben her iki kısımda da bulunabileceği yönünde o kadar iyimser değilim. Bu da görevi bir o derece daha zor hale getirecektir. Duvarların arkasına geçebilirsek aydınlık kısımda daha rahat hareket edebiliriz; ama suyu orada bulamayabiliriz. Su karanlık tarafta da olabilir.
Kum, bunları söyleyip susunca içimde bir daralma hissettim. Aslında az buçuk nerede olduğumuzu ve ne yapacağımızı anlamış olmak beni biraz rahatlatmalıydı; ama aksine daralmıştım. Tabii Kum'un bu benim göremediğimi görebilmiş olmasına duyduğum hayranlık da hâlâ devam ediyordu. Kum'un yanımda olması benim için her zaman büyük bir şans olmuştu ve hâlâ da öyleydi.
— Ne yapacağız peki?
— Bir şey yapmadan önce zaman problemimizi halletmeliyiz.
Yeni gelmiştik buraya ve daha on üç günümüz vardı. Zaman problemi derken ne kast ettiğini anlayamamıştım. Ne demek istiyorsun dercesine yüzüne baktığımı görünce açıklamaya başladı.
— Burada gündüz ve gece olmadığından bildiğimiz yoldan kalan zamanımızı belirlememiz mümkün değil. Bunu bir şekilde çözmeliyiz ki kendimizi ayarlayabilelim.
Kum, cümlesini tamamlarken ben de bunu nasıl çözebilirimin cevabını bulmuş ve uygulamaya geçmiştim. İçimde oluşturduğum sihri sağ elime gönderdiğimde elimde oluşan mavi küreyi Kum'un bileğine uzatırken Kum da meraklı gözlerle ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Bileğine bıraktığım mavi küre birbirinden farklı mavi tonlar içeren on üç parçalı bir bileklik olmuştu. Aynı bileklikten kendime de yaptıktan sonra her bölümün bir güne denk geleceğini ve her bölümün biten saatle beraber azalacağını açıkladım. Ben, bu açıklamaları yaparken Kum'un yüzünde yaptığımı takdir eden bir gülümseme vardı.
— Zaman sorunumuzu çözmüş olduğuna göre şimdi "Ne yapacağız?"a gelebiliriz. Bu duvarlar inanılmaz yüksek görünüyor ve nereye kadar uzandıkları da pek belli değil. Yüksek görünmesi aşılamayacağı anlamına gelmiyor. O yüzden en iyi çözüm senin ejderhaya dönüşüp duvarı aşarak bizi duvarın diğer tarafına geçirmen görünüyor.
Ben, duvarı aşmak içinejderhaya dönüşünce olacakları fark eden kedimiz titreyip silkinip küçücük birağaç sincabına dönüştü, Kum'un bacağına zıplayıp oradan yukarı çıkıp Kum'unsırtına aldığı çantasının içine girdi. Her zor durumda kedimizin tipikdavranışıydı ki bu her gördüğümde gülümsetiyordu beni. Kum, sırtıma çıkıncayerden havalanıp gökyüzüne doğru yükselmeye başladım. Uçmaya başladıktan sonrabir şey fark etmeye başladım, Kum da fark ediyor muydu bilmiyorum; amayükseldikçe üzerimde gittikçe artan bir baskı hissediyordum. Ve bir de birtürlü duvarın sonunu bulamıyorduk. Bir noktadan sonra üzerimdeki basınç odüzeye geldi ki kendimi beton bir bloğu geri ittirmeye çalışan bir karınca gibihissetmeye başladım. Düşünce yoluyla Kum'a durumu anlatınca bir de aşağıdanduvarın sonunu bulup bulamayacağımıza bakmaya karar verdik. Aşağı inip de obaskıdan kurtulunca inanılmaz rahatladım. Sanki önümde ittirdiğim o beton duvarkalkmış da bir kâğıdı iter gibi rahat hissediyordum kendimi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasyKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.