Elimde topladığım kapı sihirlerini baloncuklara gönderip çıkışı önümüze verdim. Ama vermeden önce bizim balonun içine girmemize yetecek kadar yerde kalmasını sağlayacak bir kalkan oluşturdum. Beyaz baloncuk oluşunca, içine girdiğimizde artık tamamen farklı bir yerde bulduk kendimizi. İlk geldiğimiz koyu kahverengi boş zeminden ibaret olan dünya gitmiş yerine dağın, taşın, otun, kuşun, böceğin olduğu bir bozkır gelmişti. Gözlerimin içlerindeki parıltıyı ben bile hissedebiliyordum. Başkasının anlatmasına gerek yoktu. Bir böcek, dağ, ot gördü diye hele aradığımız olmadığı aşikar olan alelade bir taş gördü diye sevinir miydi insan. Evet, kesinlikle seviniyordu.
Kedimiz kızıl bir tilkiye dönüşüp pofuduk kuyruğunu sallayarak orayı burayı koklarken kendimi tutmasam ben de otu, taşı, böceği alıp alıp etrafta koşturacaktım. Böyle içim içime sığmazken Kum'un sesi beni yere indirdi.
— Şimdi arama sihri işe yarayabilir. Bak bakalım bir şey bulabilecek misin?
Elimdeki küreyi yayıp dalgaların yayılışını izlerken içimi yine bir burukluk kapladı. Diğer kısımda etkili olan sihir burada da etkiliydi. Kilometrelerce hep bu sihri hissediyordum. O kadar yoğundu ki diğer sihirli veya büyülü varlıkları hissetmek mümkün olmuyordu. Bu sihir diğer tüm sihirleri, büyüleri bastırıyordu. Yine el işi, ayak işi, göz nuru aramaya kalmıştık. Ben, başımı hayır anlamında sallamadan zaten yüzümdeki ifadeden Kum sonucun olumsuz olduğunu anlamıştı.
— Madem işe yaramıyor o zaman yürüyelim.
Yürümek hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı. Gözleri görmeye başlayan bir kör gibiydim. Etrafımdaki her görüntüye yetişmeye çalışıyordum. Akşama kadar bu şekilde yürüdükten sonra bir ağacın altında durup kamp kurduk. Et ve ekmekten ibaret yemeğimizin lezzeti bile artmıştı sanki. Gece yarısı nöbeti Kum'a devredip uyuma sırası bana gelince Kum gibi başımı çantamın üzerine koyar koymaz uyumuşum. Sabah Kum'un sesiyle uyandım.
On üç günün dolmasına daha çok zamanımız vardı; ama zamandan ne kadar tasarruf edersek o kadar avantajlıydık. Yarışma sadece etaptaki görevlerin tamamlanmasıyla kazanılmıyordu, etaplardaki görevleri en kısa sürede ilk kim tamamlarsa yarışmayı da onlar kazanıyordu.
Kum'un, önerisiyle ejderhaya dönüştüm ve doğuya doğru uçmaya başladım. İki saatlik bir uçuştan sonra büyükçe bir dağın yamacına yakın bir yerde kurulmuş bir yerleşim yerini fark ettim. Kerpiç duvarlı ve hasır otlarla çatısı oluşturulmuş, yirmi otuz evin bulunduğu bu yere varmadan aşağı inip insana dönüştüm; çünkü burada ne tür yaratıkların bulunduğunu bilmediğimizden ejderha görmemiş olabileceklerinden veya ejderha varsa da ejderhalar genellikle saldırgan olduğundan onları korkutmak istemedik.
Kum'la aldığımız karar gidip burada yaşayan insanlarla konuşmak ve onlara panzehir taşını sormak, varsa onlardan taşı bir şey karşılığında almak veya taşın bulunduğu yeri öğrenmekti. Biz köye doğru yavaş yavaş ilerlerken kapımız bir dingoya dönüşmüş peşi sıra arkamızdan geliyordu. Köye yüz elli metre kala fark edildik ve o andan itibaren bir koşuşturmaca başladı köyün içinde ve bir an oldu ki artık ne kimseyi gördük ne de bir ses duyduk. Kimsenin olmaması değil de sessizlik pek hayra alamet görünmüyordu. İstemsiz bir şekilde savunma sihri oluşturdum ve elimde hazır tutmaya başladım. Köye yetmiş metre kala nereden atıldığını ilk önce fark etmediğim bir mızrak dört metre uzağımıza düştü. Ardından diğer mızraklar düşmeye başladı; ama zamanlama yanlış olmalıydı ki yetişmiyordu mızraklar. Bu durum, mızrakları atanlar tarafından da fark edilmiş olacak ki mesafeyi azaltmak için köyün dışına çıkarak oradan mızrak atmaya başladılar. Kendilerini göstermek zorunda kalmaları biraz istemedikleri bir şey olmuştu; ama yapacak bir şey yoktu. Savaşçılar yaklaşınca haliyle mızrakların mesafesi de kapanmıştı. Savunma sihrini kalkana dönüştürüp üstümüze yayınca mavi renkli kalkanda kalan mızraklar karşıdaki savaşçıları kızdırmaktan ziyade daha fazla ürkütmüş gibiydi. Mızrak atanların yanında beliren uzun beyaz saçlı yaşlıca biri tuhaf el ol hareketleriyle bir şeyler yapıyor ve bir şeyler söylüyordu yüksek sesle. Ne dediğini anlamadığımız bu insanların bizi hoş karşılamadıkları ve istemedikleri açıkça ortadaydı. Kum'la göz göze gelince geri çekilmeye başladık. İnsanlar ve evlerin kaybolduğu bir yere çekilince "Zaten taşla ilgili bir şey soramazmışım. Sen konuştukları dili biliyor musun?" diye sordum.
— Hayır, bilmiyorum; ama bundan daha önemli bir şey var.
Ben, bundan daha önemli ne olabilir dercesine ona bakınca bir cevapla değil yeni bir soruyla karşılaştım.
— Yaşlı adamın boynundaki kolyeyi fark etmedin mi?
Yaşlı adamdan gözümü bir saniye ayırmamıştım; ama kolye hiç dikkatimi çekmemişti. Bakar kör dedikleri bu olsa gerekti. Benim suratına bakışımdan durumu anlayan Kum, soruya cevap vermemi beklemeden devam etti.
— Yaşlı adamın boynundaki siyah taşın panzehir taşı olma ihtimali çok yüksek. O taş panzehir taşı olmasa bile bizden önce birilerinin buraya geldiği kesin; çünkü bize bu kadar saldırgan davranmalarının başka bir açıklaması olamaz.
— Bunu ortaya çıkarmanın bir yolu yok mu?
— Var; ama biraz riskli?
— Nasıl?
— Benim dünyamda suyun az bulunduğu kısımda yaşayan savaşçılar avlanmaya çıkıp da susuz kaldıklarında o bölgede yaşayan meraklı ve bir o kadar da cimri babunlarla suya ulaşmak için işbirliği yaparlar; ama bu tek taraflı ve zorunlu bir işbirliğidir. Normalde yakalanması neredeyse imkânsız olan meraklı babunun kendisini izlediğini bilen savaşçı, iki metre boyundaki terk edilmiş karınca yuvalarından birine babunun elinin sığacağı genişlikte yirmi otuz santimlik bir delik açar ve içine yiyecek bırakır. Deliğin olduğu yerden uzaklaşıp saklanan avcının gittiğini düşünen babun, terk edilmiş karınca yuvasına gelip deliği inceler ve merakına yenik düşerek elini delikten içeri sokar. İçerdeki yiyeceği bulan babun, yiyeceği avuçlayıp elini çekmeye çalıştığında yumruk olan el oradan çıkmadığından ve elini açmayı da akıl edemediğinden orada esir kalır. Babunun, ayarladığı tuzağa düştüğünü gören avcı, babunu yakalar, boynuna bir tasma takar, onu bir ağaca bağlar ve yanına tuz parçaları bırakır. Tuzu yiyen ve saatlerce ağaçta bağlı kalan babunun susuzluğu son raddeye gelince avcı, babunu serbest bırakır. Kimselere göstermediği su kaynağına doğru koşturan babun avcıyı da suya ulaştırmış olur. Biz de bu taktiği kullanarak panzehir taşına ulaşabiliriz. Tek yapmamız gereken burada yaşayanlardan birini zehirleyip bizi taşa götürmesini izlemek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasyKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.