Kapıdan geçtikten sonra bizi, peş peşe parlamaların ardından gelen şiddetli gök gürlemelerinin insanı fazlasıyla rahatsız ettiği siyah bulutlarla kaplı bir gökyüzü ve karın hüküm sürdüğü bir yeryüzü karşıladı. Çevremizi dolduran kar insanda kartopu oynama isteği uyandırsa da kapkara bulutlarla kaplı gökyüzü ve özellikle de sağımızdan bize doğru yaklaşmakta olan uğultu, kendinize saklanacak yer bulsanız hiç fena olmaz diyordu.
Birkaç saniye göz gezdirmek bile çevrenin özelliklerini anlamaya yetiyordu. Ufak yükseltiler dışında pek bir coğrafi farklılığın olmadığı karla kaplanmış bu bölgenin göze çarpan tek aykırı yönü elli metre yakınımızda da bulunan genişliği yaklaşık elli metreyi bulan devasa çukurdu. Nasıl oluştuğunu bilmediğim bu çukurdan daha fazla var mıydı bilmiyordum. Düz alanda seçmek zor oluyordu. Alabildiğine uzanan düz alanda içinde bulunduğumuz hava koşulları düşünülünce birkaç dağ fena olmazdı; çünkü dağ demek girilebilecek bir mağara en azından bir oyuk demekti; ama şansımıza tamamen açık bir alandaydık ve sağımızdan bize doğru hızla gelmekte olan çok şiddetli olduğu uğultusundan belli bir yağış vardı.
Kapımız ise kara bulutların ve sağımızdan gelen ve insanı tedirgin eden uğultu olmasa hemen fark edilecek bir hayvana dönüşmüştü. Renk olarak ortama çok uygun düşmeyen siyah çizgileri bulunan koyu kahverengi kılıç dişli bir kaplana dönüşmüştü. Yetişkin bir aslanın iki katı büyüklükteki bu kaplan büyüleyiciydi; ama kaplanı sevecek vaktimiz yok gibiydi. Bir an önce sağımızdan gelen uğultusu bol yağıştan korunmak için bir şeyler yapmalıydık, daha doğrusu yapmalıydım. Ben, bir şeyler planlamaya çalışırken Kum, araya girdi.
— Uçamaz mısın?
Plan yapmaya çalışırken gökyüzüne fazla bakmış olmalıydım ki buna takıldığımı düşünmüş olmalıydı.
— Uçarım uçmasına da bulutların içindeki parlamaların ve gürlemelerin orada çok fazla kalacağını zannetmiyorum. Yıldırımların ejderha halindeyken bana ne kadar zarar vereceğini bilmiyorum. Benim için öldürücü olacağını düşünmesem de sırtımdayken senin için aynı şeyi söylemek güç, dolayısıyla böyle bir riski göze alamayız.
— Kapıyla çıkalım buradan?
— Her ne kadar düz bir alanda gibi görünsek de yandaki çukuru göz önünde bulundurursak bilmediğim yerlere kapı açıp bizi riske atmak da istemem.
— O zaman hazırlıkları sana bırakıyorum.
Üçümüzü içine rahatça alacak ve hareket etme olanağı verecek dört metre yarı çaplı bir koruma küresi oluşturup küreyi güçlendirmeye başladım. Sağımızdaki yağışın uğultusu da her geçen saniye şiddetleniyordu ve bu da yağışın hızla bize doğru yaklaştığı anlamına geliyordu. Uğultu arttıkça üstümüzdeki bulutlarda da hareketlenmeler artmaya ve bulutların içinde ufak bükülmeler oluşmaya başladı. Bunun üzerine ben de katman sayısını çoğaltmaya başladım. Olası yıldırım çarpmaları ve farklı hava olaylarına karşılık tek katman oluşturmak yerine birçok katmandan oluşan bir koruma küresi daha iyi olacaktı.
Yağışın önünden gelen yıldırımlar bize ulaşıp ortalığa birer ikişer yıldırım düşmeye başlayınca hepimiz sağımıza odaklanıp gelen tufana kilitlendik. Gelen yağışın ilk tanesi koruma küresinin üzerine düştüğünde galiba hepimizin gözleri açıldı; çünkü kürenin üzerine düşen kocaman elma büyüklüğünde dolu tanesiydi ve o andan itibaren dolu taneleri giderek çoğalmaya başladı. Bir süre sonra dolu yağışının ortasında kaldık. Sanki kovalara doldurulmuş dolu taneleri bir anda boşaltılmaya başlanmıştı gökyüzünden. Dolu o kadar yoğun yağıyordu ki oluşturduğum katmanlar hızla parçalanıyordu. Önceden hazırlamayıp da hazırlıksız yakalansaydım neler olabileceğini düşünmek bile istemedim. Ben, tam bu rahatlık içindeyken koruma küresine bir yıldırım isabet etti. Bir anda üç koruma kalkanını parçalayan yıldırımın hemen ardından bir yıldırım daha düştü kürenin üzerine. Sanki istatistikleri zorlamak ister gibiydi hava durumu. Ben, peş peşe katmanları yenilerken solumuzda gördüğü bir şeyi işaret eden Kum "Bunu görmelisin!" diye bağırarak sesini bana ulaştırmaya çalıştı. Konuşmak sorun değildi; ama konuşulanı işitmek oldukça güçtü. Gök gürültüsünü bile bastıracak derecede bir gürültüye neden oluyordu kürenin üzerine düşen dolu taneleri. Bağırmak bile bazen yetmiyordu.
Gökyüzünde toplanmış kara bulutların bir yerinde hava burgu yaparak dönmeye başlamıştı. Bir süre sonra oluşan anaforun merkezinden yeryüzüne sütun halinde bulutlar hızla inmeye başladı. Yere ulaşan anaforun yerdeki kar, dolu ve toprak yığınını etrafa savurması yere düşen top güllesinin toprağı etrafa savurmasına benziyordu. Yerin kaç metre altına girdiğini tahmin etmek zordu. Yere ulaşan anaforun etkisi kaybolup bulutsu sis tabakası kaybolduğunda beyaz bir buz sütunu yeryüzünden gökyüzüne uzanıyordu. Bu da buraya geldiğimizde gördüğümüz devasa çukuru açıklıyordu. Böyle bir anaforun bize isabet etmesi bizi çok zor durumda bırakırdı. Dolu ve yıldırımlarla ancak başa çıkarken buz sütunu oluşturan bir anafora dayanmak imkansız görünüyordu. Ben bunları düşünürken üçüncü bir yıldırım daha isabet etti küreye. Aslında bu biraz da normaldi; çünkü etraftaki en yüksek noktalardan biriydi bizim küremiz. Elli metre ötemizde duran çukur iş görebilirdi. Ben, küreyi çukura doğru yaklaştıracağımı Kum'a anlatmaya çalışacakken o da bana yukarıyı işaret etmeye başladı. Yukarı baktığımda korktuğum şeyin başımıza gelmekte olduğunu anladım. Şom ağızlı olmaktan ziyade şom düşünceliydim galiba.
Diğer anafora bakarkenüstümüzde oluşmaya başlayan anaforu kaçırmıştık. Üstümüzdeki anafor dönüşünütamamlayıp son hızla aşağı doğru inerken üstümüzdeki dolu yağışı kesildi ve biran sanki sadece yıldırımların sesi dışında bir şey kalmadı. Sonra yukarıdanaşağıya doğru sanki bir anda çok soğuk bir havaya maruz kalan suyun donmasınabenzeyen bir ses gittikçe artarak aşağı doğru inmeye başladı. Oluşturduğumkatmanlar doluya ve yıldırıma dayanırdı; ama bu buz sütunu oluşturan anaforadayanması olanaksızdı. Savunma katmanları oluşturmayı bırakıp peş peşe saldırıküreleri oluşturup anafora yollamaya başladım. Gökyüzünden buz parçaları etrafayağarken anafor hala aşağı doğru inmeye devam ediyordu. Saldırı kürelerindendaha etkili olabilecek tek şey ateşti ve ben de ateşi nasıl ortaya çıkaracağımıbiliyordum. Maskemi indirip ejderhaya dönüştüm ve yukarı yükseldim. Çok güçlübir nefes alıp aşağı doğru inen anafora doğru mavi alevlerimi boşaltmayabaşladım. Mavi alevlerin değdiği buz sütunu ateşe tutulan pamuk gibi anındaeriyordu. Ben, peş peşe derin nefesler alıp alevlerimi yollayıp anaforunmerkezinde oluşan buz sütununu eritirken buz gibi soğuk sular da üzerimeboşalmaya başladı. Suyun buz gibi olması hiç problem değildi buna sonuna kadardayanabilirdim; ama bu esnada bana isabet eden yıldırımın, her hücremde nedenolduğu yoğun acı dayanılacak gibi değildi. Kendimi çizgi filmlerdeki yıldırımçarpan talihsiz çizgi kahramanlar gibi hissettim. Tüm kemiklerim görünmese detüm kemiklerimi hissettim o esnada. Yoğun acıya rağmen alevlerimi anaforaboşaltmaya devam ettim. Buna dayanmamı sağlayan bir şey de artık anaforundurmuş olmasıydı. Gökyüzünde sadece aşağı doğru düşen kocaman bir buz sütunukalmıştı. Üstüme boşanan buz gibi su iliklerime kadar işlemeye devam ediyordu.Tam sütunu neredeyse eritmişken ve dolu yağışının da neredeyse bölgeyi terkettiği anda ikinci bir yıldırım daha isabet etti bana. Neredeyse tüm gücümü buişte harcadığım ve soğuk sudan neredeyse donacak duruma geldiğimden ikinciyıldırımın etkisini kat kat daha fazla hissettim. Vücudumda dolaşan yoğunelektrikle aşağı doğru düşmeye başlarken neredeyse erittiğim buz sütununungeriye kalan on metrelik dev kütlesi de göz göre göre üstüme iniyordu. Ben,sırt üstü yere düştükten birkaç saniye sonra buz kütlesi sol kanadımın üstünedüşüp parçalandı. Buz sütunu parçalanırken büyük ihtimalle sol kanadımdaki nekadar kemik varsa hepsini un ufak etmişti. Bunu sadece tahmin edebiliyordum;çünkü vücudumun içine dolan karanlıkla beraber acı da elektrik de ışık dabilincim de kayboluyordu. Bilincim tamamen karanlığa gömülmeden ejderha formundançıkıp insana dönüşmeye başladım; ama bunu tam olarak başarabildim mi bilmiyorum;çünkü bunlar benim kapanan bilincimin yakalayabildiği son parçalardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasíaKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.