Adayı geride bırakıp denizin üzerinde yürümeye başlayınca ensemdeki karıncalanma artarak geri geldi. Biz yürüdükçe buzun altındaki hareketlilik de artmaya başladı ve o siyah sonu mavi uzun şeyi daha fazla görür olduk. Artık yürümek için fazla hareketli bir yer olmuştu deniz ve biz de kıyıya doğru koşmaya başladık. Kıyıya yaklaştığımızda buzun altındaki siyah şey beş metre önümüzde nasıl eridiğini anlamadığım buzun arasından birdenbire yüzeye çıktı ve kıvrıla kıvrıla hızla bize doğru gelmeye başladı. Bu devasa boyutta bir su yılanıydı. Kuyruk kısmı açık mavi bir renk alan siyah devasa bir yılan. Buz mantarlarının arkasına geçip mantarları kendimize siper etmişken yılan ağzını açıp açık mavi bir sıvı püskürttü. Denk geldiği buz mantarı erirken bu da yılanın yüzeye nasıl çıktığını anlatmaya yetiyordu. Buz mantarı eriyince açıkta kaldık. Kum kılıcını çekip savunma için beklerken yılan bir daha ağzını açtı; ama bu sefer ağzındaki sıvıyı bize püskürtmek yerine hemen önüne püskürttü ve açılan delikten aşağı indi. Yüzeyde çok kalamıyordu anlaşılan. Bundan faydalanıp tekrar deli gibi kıyıya doğru koşmaya başladık. Kıyıyla aramızda iki yüz metre kala yılan bir daha önümüze çıktı. Kum elindeki kılıcı yılana doğru fırlattı. Kılıç yere değince Kül ortaya çıktı ve bize doğru gelmekte olan yılanın karnına kılıcı sapladı ve hızını kesemeyen yılanda dört metrelik ölümcül bir yarık oluşturdu. Yılan aldığı darbeyle olduğu yerde kalırken biz de rahat bir nefes alıp yılanı geride bırakıp kıyıya çıktık.
Nien Dağı tüm heybetiyle önümüzdeydi. Ben, büyülenmiş gibi dağa bakarken elimde bir ıslaklık hissettim. Şaşkın şaşkın elime bakarken gözlerim ışıldamaya başladı. Sol kolumdaki buz az az da olsa erimeye başlamıştı ve uyandığımdan beri içimde sanki yer etmiş olan o buz gibi soğuğun da azalmaya başladığını hissettim.
Dağa tırmanmadan önce biraz dinlenip uyumaya karar verdik. Kum'la beraber yaptığımız acemi işi iglo dışarının soğuğunu hayli hayli engelliyordu. Sol elimdeki taşın vücuduma yaydığı sıcaklığın rehaveti de üstüme çökünce gözümü kapar kapamaz uyudum.
Uyandığımda Kum yoktu. Sol koluma baktığımda sol kolumdaki buzun tamamen eridiğini ve kolumun da normal rengine döndüğünü gördüm. Üşümüyor olmak çok güzel bir histi. Elimi açtığımda avucumdaki taşın kırmızılığının gittiğini artık sıradan bir taşa döndüğünü gördüm. Toplanıp dışarı çıktığımda Kum'u dağa bakarken buldum. Benim toplanıp geldiğimi gören Kum, "Dağın zirvesine varmamız yedi sekiz saatimizi alacak." deyip yürümeye başladı.
Yaklaşık beş saatlik zorlu bir tırmanıştan sonra dağ yamacının içe doğru genişçe bir kavis oluşturduğu bir yere vardık ki bu, buz büyücüsünün bize bahsetmediği bir şeydi. Dağın bu kısmında kımıltısız, berrak, suyu açık mavi tonda bir göl vardı. Su o kadar berraktı ki tüm dibi çok rahat görebiliyorduk. Gölün boyu bayağı uzun olmasına rağmen eni yüz metre kadardı; ama bu kısa mesafeye rağmen derinliği muhtemelen yirmi otuz metreyi rahat buluyordu ve gölün etrafında dolanmak bize bayağı zaman kaybettirecek gibi görünüyordu. İçime çöreklenen soğukluk yeni gitmiş, kolumdaki buz yeni erimişken kesinlikle buz gibi suya katlanamazdım.
Kum'un suya doğru ilerlediğini görünce "Ben o suya girmem!" dedim. Bana dönen Kum gülerek "Benim de öyle bir niyetim yok!" deyip döndü ve tekrar göle doğru yürümeye devam etti. Su mu içecek derken Kum suya adımını attı; ama ayağı suya girmek yerine havada kaldı. İnanılmazdı. Gölün yüzeyindeki buz tabakası o kadar şeffaftı ki fark edememiştim. Yalnız Kum'un bastığı yerde buz aniden çatladı ve beyaz buz çatlağı karşı kıyıya varana dek devam etti. Kum, hemen geriye doğru sıçradığından buzun çöküp çökmeyeceğini anlayamadık. Kum'un reflekslerine hayran kalmıştım; ama hafif hafif gülmekten de kendimi alamamıştım. Kum tekrar ayağını buzun üzerine koydu ve aşağı doğru bastırıp buzun dayanıklılığını test etti. Buzun kalınlığına ve sağlamlığına güvenmiş olacak ki gölün üzerinde yürümeye başladı; ama gölün ortasına kadar gözü sürekli önünde ve çatlağın üzerindeydi. Ben de Kum'un peşinden yürümeye başladım. Çok garipti. Sanki havada yürür gibiydim.
Gölün ortasına kadar her şey normal seyrederken o noktadan sonra garip olaylar yaşamaya başladık. Gölün ortasına geldiğimizde bu sefer benim bastığım yerde bir buz çatlağı oluştu ve kıyıya doğru ilerlemeye başladı. Ben, hala Kum'a gülmekle meşgul olup tedbiri elden bırakıp dikkatsizlik yaptığımdan Kum gibi geriye sıçrayamadım ve çatlağın üzerine bastım. Neyse ki buz kırılmadı da suyun içine gömülmedim. Benim buz çatlağına basmamla buz üzerinde sanki sinema perdesine görüntü yansıtılmışçasına göl yüzeyinde bazı görüntülerin belirmeye başladı. Ben, çatlağın üzerinde ilerledikçe görüntüler değişiyordu. Bir süre sonra ağzım açık öylece yerimde donakaldım. Bunlar benim yaşamımım görüntüleriydi. Buzun yüzeyine yansıyan olaylar sanki filme çekilmiş olan benim yaşamımın parçalarıydılar. Kum da basmaktan kaçındığı buz çatlağının üzerine basınca bu sefer de onun yaşamından görüntüler buz yüzeyine yansımaya başladı. Yer değiştirdiğimizde görüntüler kayboluyordu. Her adımda yaşamımın bir anına tanıklık ediyordum. Kıyıya yaklaştıkça ilk yarışmaya dair görüntüler gelmeye başladı. Bir sonraki adımımda çatlağın ikiye ayrıldığını gördüm. Fırtına ve Rüzgar olarak ayrılmamdan kaynaklanıyordu ve birkaç adım sonra buz çatlakları tekrar birleşti. Sonraki adımlarda bu yarışmaya dair görüntüler gelmeye başladı. Son adımda ben de Kum gibi kıyıya zıpladım; çünkü son adımda ne göreceğimiz belliydi. Kıyıya çıkıp dağa tırmanmaya başladıktan bir dakika sonra aşağıdan bir daha çatlama sesi gelince kim geliyor acaba deyip göle baktığımda kimseyi göremedim. Gölün ortasından kıyıya doğru gelen iki buz çatlağı çok daha net görülüyordu; ama benim buz çatlağımın aksine Kum'un buz çatlağı yavaş yavaş kayboluyordu. Belki benimki ortadan başladığı için kaybolmadı diye düşünüp sesin nereden geldiğini bulmaya çalışırken karşı kıyıda benim gölün yüzeyine çıktığım yerden başlayıp benim çatlağın olduğu yere doğru gelen yeni buz çatlağını fark ettim; ama bu buz çatlağının diğer iki çatlaktan farkı buzun üstünden değil buzun altından gelmesiydi. Çatlak benim çatlağın başladığı yere gelince on iki parçaya ayrıldı ve bir yerden sonra tekrar çatlaklar birleşti ve kıyıya gelip sonlandı. Buna bir anlam veremeyince arayı biraz açmış olan Kum'a yetişmek için hızlandım.
Zirveye vardığımızda buz büyücüsünün söylediği Yer altına Açılan Kapı'ya kraterin ağzına varmıştık. Yirmi metrelik bir çapı olan bu çukurun sarp kenarlarından aşağı inmek biraz zor olacaktı. Aşağıdan hafif hafif yayılan mavi renk ise sona yaklaştığımızı işaret ediyordu. Zorlu tırmanışın yorgunluğunu atmak için kraterin kenarına oturduk. Ayaklarımı boşlukta sallarken çukurun kenarlarındaki ufak buz parçaları dikkatimi çekti ve acaba ben mi benzetiyorum endişesiyle çukurun dibini görmeye çalışırmış gibi duran Kum'a "Kenardaki buz parçaları gül şeklinde mi yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sordum. Kum, sanki çok normal bir şeymiş gibi "Evet, onlar gül." dedi.
Yarım saat kadar dinlendikten sonra çukurun sarp kenarlarından aşağı inmeye başladık. İlk kısımdaki buz güllerini geçerken güllerin koktuğunu fark etmek bayağı şaşırtıcıydı. Az, hafif; ama kesinlikle güzel bir kokuydu. Biz aşağı indikçe mavi ışık da artıyordu. Yaklaşık yüz metre indikten sonra duvardaki ilk mavi buz kristaline denk geldik. Kum duvardaki mavi kristali koparıp bana verdikten sonra tekrar yukarı tırmanmaya başladık. Hayatımın en zorlu yüz metresiydi. Hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamıyordum. Yukarı vardığımızda kendimi boylu boyunca yere bıraktım. Ellerimde ve bacaklarımda takat kalmamıştı.
Yarım saatlik birmoladan sonra aşağı inmeye başladık. Göle vardığımızda benim buz çatlağım haladuruyordu; ama Kum'un çatlağı kaybolmuştu. En kestirme yol bildiğin yoldurdiyerek gölün üzerinden geçmek için buz çatlağının üzerine basınca sanki hafifbir elektrik verilmiş gibi titredim. Sanki tanıdığım bir ses "Uyan artık!" dedive bu sözle açık olan göz kapaklarım sanki tekrar açıldı ve göl yüzeyiylegözlerim arasında bağlantı kurulmuş gibi görüntüleri kendi gözlerimle görmeyebaşladım. Normalde görüntülerin içinde bulunduğumuz ana ait olması gerekiyordu;ama gördüğüm görüntüler kesinlikle içinde bulunduğum ana ait olamazdı.Görüntüler geleceğe ait olabilirler diye düşünüp dikkat kesildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasíaKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.