Kapıdan geçtikten sonra kuru bir zemine basmak inanılmazdı. Ufak tefek birçok tepenin yer aldığı bazen boz olmakla beraber çoğunlukla kahverengi sert toprak zemine sahip bu bölge, irili ufaklı taşlarla doluydu. Otların neredeyse yok sayılacak kadar az olduğu, olanın da taşların kenarlarında bulunduğu bu bölgede bitki örtüsü dikenlerden ibaretti. En fazla elli santim uzunluğundaki çiçekleri açmış bu dikenlerin muhteşem ötesi güzellikte kokuları vardı; ya da iğrenç kokulara maruz kaldığımız bir etaptan sonra her koku muhteşemdi zaten. Yaban arıların dolaşıp dikenlerin çiçeklerini yokladığı bu gezende güneş belli ki birkaç saattir doğmuş öğlene doğru yol alıyordu.
Bir önceki etapta çok fazla güç kullanmak beni fazlasıyla yorduğundan biraz dinlenmeye daha doğrusu uyumaya ihtiyacım vardı. Kum'a dönünce Kum'un ayaklarının arasında dolaşıp duran Beyaz'ı fark ettim. Onu görmezden gelerek Kum'a "Sorun olmayacaksa burada kamp kuralım; çünkü ayakta duracak halim yok. Biraz uyumam lazım." dedim.
— Etrafımız açık alan olmasına rağmen fazlasıyla ıssız görünüyor. Sen uyu, başa çıkamayacağım bir sorun olursa uyandırırım seni.
Henüz sabah vakti olduğundan şimdilik yakmayan güneşin ilerleyen saatlerdeki durumunu kestiremediğimden mavi bir kalkan oluşturup onu üstümüze yay şeklinde yayıp gölgelik oluşturdum. Çantamı çıkarıp yastık niyetine yere bıraktım ve uzanıp başımı yastığıma koyarken tekrar doğruldum ve çantamdan ışık okunu koyduğum koruma küresini çıkardım. Kürenin içindeki ok hala aynı renkteydi. Bu da perilerle farklı gezegenlere gittiğimiz anlamına geliyordu. Aynı gezegene gelmiş olmamıza pek ihtimal vermiyordum; ama yine de merak etmiştim. Küreyi çantama koyup tekrar uzandım. Ben, böyle sırt üstü uzanmış tam uykuya dalacakken görmezden geldiğim Pamuk gelip göğsümün üstüne kıvrıldı ve mırıldanmaya başladı. Gözlerim kapanıp ben uykuya dalarken elim onun yumuşak tüylerinde onun mırıltıları da kulağımdaydı.
Uyandığımda güneş bayağı ilerlemiş öğleni çoktan devirmiş akşama yaklaşmıştık. Beyaz da yoktu. Kalkanı kaldırıp kalktığımda yirmi metre uzağımda Kum'u gökyüzüne bakarken buldum. Gökyüzüne baktığımda kanatlarının açıklığı iki metreyi bulan bir kartal gökyüzünde süzülüyordu. Beyaz ortalıkta olmadığına göre bu süzülen kartal bizim kapımızdı.
Beni fark eden Kum, benim yanıma doğru gelmeye başlayınca gökyüzünde süzülen kartal da aşağı doğru süzülüp gelip yanımda yere indi. Titredi silkindi ve hafiften beyazı da andıran açık sarı tüyleri olan kocaman kulakları olan ufak tefek bir tilkiye dönüştü. Yanıma gelen bu sevimli ve şirin tilkiyi daha bacaklarıma sürünmeden kucağıma aldım ve sevmeye başladım.
— Erkencisin! Yarına kadar uyanmayacağını düşünmüştüm. Gücünü artık daha hızlı topluyorsun.
— Aslına bakarsan sen söyleyene kadar ben de öyle olduğunu düşünmüştüm. Kendimi iki gün uyumuş kadar dinlenmiş hissediyorum.
Bunu söylediğimde Kum güldü. Ben de güldüm. Gülmek bir önceki etapta ne kadar aykırı duruyorsa burada da bir o kadar olağan ve güzeldi.
Ben uyurken bulunduğumuz çevreyi mutlaka incelemiş olan Kum'dan bilgi alma vaktinin geldiğini düşünerek daha rahat dinlemek için hemen yanımdaki büyük taşın üstüne oturdum.
— Bu gezegenle ilgili ne söyleyebilirsin?
— Aslında çok fazla bir şey yok. Zamanın ilerleyişi bizim gezegenimizdekiyle aynı veya hissedilmeyecek kadar az bir fark var. Hafif kurak bir bölgedeyiz ve bu da muhtemelen mevsimden kaynaklı bir durum; ama görmemekle beraber etrafta denk geldiğim büyük küçük izler bu bölgede fazlasıyla yılan olduğu anlamına geliyor. Bu izlere rağmen yılana denk gelememiş olmam ise çok garip. Bir gariplik de bölgede yaban arıları dışında herhangi bir hayvanın bulunmayışı. Biraz kulak kesilirsen bölgede sadece esen rüzgarın, rüzgarla hışırdayan dikenlerin, arıların ve bizim sesimiz olduğunu fark edersin. Başka ses yok. Ne kuş cıvıltısı, ne böcek cızırtısı hiçbir şey...
Kucağımdaki tilkiyi pek istemese de yere bırakırken uykunun getirdiği hafiflikle esnerken Kum'un söylediklerini kafamda oturtmaya çalıştım.
— Bu koşullar bizim için çok zorlayıcı görünmüyor da hayvanların olmamasının bizim için neden sorun olduğunu anlayamadım?
— Koşulların çok zor olduğu yerlerde sadece en güçlüler ve o zor koşullara en iyi adapte olanlar hayatta kalır. Aradığımız karayılan eğer bölgeye yeterince adapte olmuşsa onu bulmamız tahminimizden zor olabilir ve ararken de her ihtimale karşı çok dikkatli olmalıyız.
— Şimdi mi aramaya başlayacağız, dinlenmeyecek misin?
— Hayır, bu saatten sonra aramak zaten anlamsız. Yılanlar soğukkanlı hayvanlar olduğundan aradığımız yılanın da gece pek dışarı çıkacağını düşünmüyorum ve karanlıkta bilmediğim bir gezegende de yılan aramak istemem. Dediğin gibi benim de biraz dinlenmem lazım. Yarın sabah aramaya başlarız. Yalnız aradığımız yılanın alelade bir yılan olmadığı açık. Arama sihriyle bölgeyi kontrol etmen yarına kadar yeterli olur.
Elimde topladığım sihri yaydığımda hızla ilerleyen sihirli dalgam kilometrelerce hiçbir şeye takılmadan ilerlerken güney doğuda bulunduğumuz yerden ejderha uçuşuyla iki saatlik mesafede kalan sanki son anını yakalamışım gibi ortadan kaybolan çok hafif bir sihir hissettim; ama bu sihrin neye veya kime ait olduğunu çözemedim. Hatta yanlış bile algılamış olabilirdim. Bunun dışında gezegenin bulunduğumuz bölgesi sihir anlamında çöl gibiydi. Bu durumdan Kum'a bahsedip bahsetmemekte kararsız kalsam da onun en ufak ayrıntıyı bile değerlendiren yapısını bildiğimden bunu kaçırmak istemeyeceğini düşünerek durumu ona da anlattım.
Kum, benim anlattıklarımı dinledikten sonra yere bıraktığı çantasını başının altına koyar koymaz uyumaya başladı.
Güneş battıktan sonra yıldızlar gökyüzünde belirirken sağımızda kalan biraz yüksekçe tepenin ardından yükselen ilk ayın peşinden bir on dakika sonra ikinci bir ay daha yükseldi. Gökyüzünün açık olduğu bölgede etrafı çok rahat seçebiliyordum. Gündüzün aksine gece daha sessiz ve sakindi. Ortalıkta dikenlerin çiçeklerini dolaşan yaban arıları bile yoktu. Kum'un yanında uyumak yerine yanımda benimle oynayan tilki olmasa biraz da ürkütücü sayılabilirdi.
Sabah hava ışıyıp ortalık aydınlanmaya başladığında Kum uyandı. Güldüm ve "İlk defa seni bu kadar fazla uyurken görüyorum." dedim. "Huyları değiştiriyoruz galiba!" deyip o da güldü.
Üstüne oturduğum büyükçe kayadan kalkmadan arama sihri yaptım. Sihrin dalgaları yayılırken özellikle güney doğuya odaklandım; ama bir şey algılamadım. Yine de Kum'la beraber güney doğuya gitmeye karar verdik. Bunda bir sebep de yılan izlerinin o yöne doğru ilerliyor olmasıydı. Biz ayaklanınca tilkimiz titredi silkindi ve yine kartala dönüştü, kanatlanıp gökyüzüne yükselmeye başladı. Kum, biraz fazla havalanmış olan gökyüzündeki kartala bakarak "Bu kadar yüksekte olması problem olmaz mı?" diye sorunca gülümsedim. Kum'un bunu sorarken duyduğu endişenin sebeplerini az çok tahmin edebiliyordum; çünkü bu endişeleri gece düşünecek çok vakit bulunca ben de yaşamıştım.
— Bu benim de aklımdan geçtiğinden gece sen uyurken tilkimize onu bir iki gün idare edecek görünmez bir kalkanı bilekliğe dönüştürüp ayağına koydum. Herhangi bir saldırıda bize onu savunmaya yetecek kadar zaman kazandıracaktır. Zaten çok da yüksekte uçmuyor. Yirmi, yirmi beş metre kadar üstümüzde dolanıyor. Bir şey sezersem müdahale ederim.
Taşların, dikenlerin arasındailerlerken bir yerden sonra dikenler yerini yavaş yavaş açık koyu arasındafarklı tonlara sahip mor renkte ufacık çiçekleri olan boyları yirmi otuz santimarasında değişen sert ince gövdelere sahip otlara bıraktı. Tepelerin silme morakestiği bu yeni bölgede dikenlerin kokuları yerlerini bu çiçeklerin kokularınabıraktı. İlerlerken bu çiçeklerlerin Gece'nin ne kadar hoşuna gideceğinidüşünüyordum bir taraftan. Gece ve Mavi hep kalbimin bir köşesinde benimlebirlikteydiler; ama o an olduğu kadar hiç aklıma düşmemişlerdi. Onları ne kadarözlediğimi içim sızlayarak hissettim. Bu mor çiçeklerin yoğun kokusu yerinesanki bir an Gece'nin ve Mavi'nin kokusunu hissettim. Onların kokusununözlemiyle burun kemiğim sızlamak bir yana sanki kırılıp kalmıştı. Elim gayriihtiyari yerdeki mor çiçekli bitkilere uzandı. Bir yandan ilerliyor bir yandanda bu çiçekleri topluyordum. Bir demet toplayınca koruma küresinin içine alıpküreyi küçültüp çantama koydum. İçimdeki özlem duygusu biraz daha dayanılırduruma gelmişti ve yüzümde biraz hüzünle karışık bir gülümsemeyle Kum'laberaber yürümeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasyKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.