Multimedia: Gamze
Görünüşe göre dünya dilek gerçekleştiren bir fabrika değil, demişti Augustus Waters. Ne kadar haklı olduğunu yaşadıkça daha iyi anlıyordum. Dileklerimin hiçbirinin gerçek olmaması bir tesadüf olamazdı.
Acı hissedilmeyi talep eder, demişti bir de. Yine haklıydı. Dibine kadar hissediyordum çünkü. Talebini geri çevirecek gücüm yoktu.
"Ahhh..."
Kafamı sağa sola sallayıp düşünceleri savuşturmayı denedim yapabildiğimce. Tüm günümü yatakta depresyona kankalık yaparak geçirecek değildim. Sorumluluklarım vardı yerine getirmem gereken. Mesela; midemi doldurmak.
Yataktan kalkıp uyuşuk hareketlerle banyoya gittim. Çişimi yaptım, elimi yüzümü yıkadım ve odaya gelip üzerimi giyindikten sonra saçlarımı tepede gelişigüzel bir topuzla topladım. Makyaj malzemelerine kayınca gözlerim, içimde öylesine büyük bir isteksizlik oluştu ki, anında kafamı iki yana sallayarak uzaklaştım onlardan. Cidden içimden makyaj yapmak gelmiyordu bugün. Dün gece Edis aramızdaki şeye son noktayı koyup gittiğinde ağlamamıştım ama uyuyamamıştım da. Yani gözlerim şiş olmasalar da, göz altlarım mordu. Biraz makyajın fena olmayacağı aşikardı. Fakat dediğim gibi, içimden gelmiyordu.
Kahvaltı yapmak için mutfağa indiğimde Edis'i de mutfak da görmek beni şaşırtmadı. Beklediğim bir şeydi. Sonuçta ayrıldık diye okula aç gidecek değildi ya. Onun da kahvaltı yapması gerekiyordu.
Tek kelime etmeden, hatta ona göz ucuyla bile bakmadan doğruca Nutella kavanozuna yöneldim. Bir dilim ekmeğe güzelce ve bolca Nutellayı sürdükten sonra dolaptan bir bardak da soğuk süt koydum kendime. Bu ikisi güzel gidiyordu. Süt ve Nutella!
"Günaydın yok mu?"
Edis'in sorusu ben tam ekmeğimi ısıracakken gelmişti. Ekmeği dişlerimin arasından çekip sırıttım zor da olsa. "Ben günaydın demedim diye günün kararmaz herhalde?"
Kafasını usulca sallamakla yetindi. Benim aksime, o gülümsemiyordu. Hoş artık gülümsemesi ya da gülümsememesi umurumda değildi. Ben elimden geleni fazlasıyla yapmıştım ve bir ilişki için tek el yetmiyordu. Pişman olması gereken biri varsa, o ben değildim. Suçlu birisi varsa, o hiç ben değildim.
Bakışlarını yüzümde hissediyordum fakat eskiden nefesimi kesen gözlerine bakasım bile yoktu bu sabah. Bakmadım da. Güzelce ekmeğimi mideme indirdim ve sonra da sütümü içtim. Hâlâ beni izliyordu ve bunu bilmek beni sandığımdan daha çok karman çorman ediyordu. Ayrılmıştık. İsteyen oydu. O halde neden beni izliyordu? Neyse. Buna kafa yoracak değildim. Arka cebimden telefonumu çıkarıp Onur'dan mesaj gelip gelmediğine baktım. 10 dakika sonra evin önünde olacağını belirten bir mesaj göndermişti. Acele etsem iyi olacaktı.
Süt bardağını bulaşık makinasına yerleştirdikten sonra geldiğim gibi sessizce çıktım mutfaktan. Odadan montumu ve çantamı aldım vakit kaybetmeden. Ayakkabılarımı giymeye başladığımda mutfaktan çıkmakta olan Edis, "Geliyorum şimdi," dedi. "Anahtarı montumun cebinden alıp arabada bekleyebilirsin. Dışarısı soğuk."
Ah, her zaman yaptığımız gibi okula birlikte gideceğimizi sanıyordu.
Çatık kaşlarla Edis'e döndüm. "Sana okula seninle gideceğimi düşündüren ne?"
"Yürüyecek değilsin ya?" Ses tonu her zamanki gibi sertti. Artık garipsemiyordum. Alışmıştım.
Dudaklarım alayla yukarı kıvrıldı. "Peki sana yürüyeceğimi düşündüren ne?"
Onun da kaşları çatıldı. Tam dudaklarını aralayacağı sırada dışardan gelen korna sesi kelimelerini ağzına tıkmıştı. Gülümseyerek, "Onur geldi," dedim. "Sana iyi günler."
