1. BÖLÜM: SORGU

88.6K 1.8K 130
                                    

Başımı ellerimin arasına alıp, saç diplerime masaj yapmaya başladım. Belki biraz olsa da stresten dolayı oluşan baş ağrımı geçirirdim. Diğer yandan da düşünüyordum. Benim bu oda da, ne işim vardı? Sanki siyah duvarlar üstüme üstüme geliyor beni boğmak için birbiriyle yarışıyorlardı. Buranın neden bu kadar basıcı bir havası vardı ki? İçimdeki sıkıntı git gide büyüyüp girdap misali içine çekerken, nefes alamadığımı hissettim. Sanki boğazıma biri demirden pençeleriyle sarılmış, beni acımasızca nefessiz bırakıyordu. Tam tepemde, beyaz ışık yayan bir ampul ve tam karşımda ise diğer tarafı görülmeyen siyah bir cam vardı. Filmlerde böyle şeyler gördüğüm zaman, gerçekçi gelmezdi. Ama gerçekten emniyette böyle ambiyansı olan odalar varmış.

Kendime gelebilmek için ciğerlerime hava doldurdum lâkin odanın içindeki rutubet kokusu boğazımı yakmıştı. Benim burada olmam haksızlıktı. Daha neden burada olduğumu bile açıklamamışlardı.

Pardon! Açıklamışlardı(!)

Tek bir kanıt bile göstermeden beni adam öldürmeye teşebbüsten buraya getirmişlerdi. Beni, bu odaya tıkıp beklemem gerektiğini söylemişlerdi ama beklemekten ciddi manada sıkılmıştım. İçimdeki sıkıntı sinir sistemimi uyarıyor bana bu odayı dağıtma isteği doğuruyordu. Başımı geriye atıp iki elimle yüzümü sıvazladım. Baygın bakışlarla etrafa göz gezdirdim. Buranın gerçekten boğucu bir havası vardı. Ya da yoktu ama benim suçlu psikolojim... Hadi ama! Ben suçlu değildim ki psikolojim olsun! Çevremde onları öldürmem için bekleyen, sabrımı sınayan, çok insan vardı ama ben henüz kimseyi öldürmemiştim.

Başımı tekrar ellerimin arasına alıp dirseklerimi siyah masaya yasladım ve şakaklarıma masaj yapmaya başladım. Lanet migren ağrısı! Gözlerim dolmaya başladı. Kendimi en son ne zaman bu kadar aciz hissettiğimi hatırlamıyordum bile. Kapının güçlü bir biçimde açılıp, çarpma sesi kulağımda yankılandı. Her kim içeriye girmişse, kapıya öyle bir çarpmıştı ki ister istemez sıçramıştım.

Hayvan!

Karşımda ki sandalye, kapıya olan tavrına nazaran daha yavaş bir şekilde çekilip iri bir cüsse sandalyeye yerleşti. Başımı kaldırmaya korkuyordum. Ama hayır! Onlara bunu göstermeyecektim. Gözlerimi sıkıca kapatıp, aklıma üşüşen düşünceleri kovdum.

Derin bir nefes alıp... O da ne?

Rutubet kokusu nereye gitti? Bu parfümün markası ne Allah'ını seversen?

Başımı kaldırıp, muhteşem kokunun sahibine baktım. Ah! Dizlerimin güçlü bir biçim de titredi. Lâkin şu an dizlerimi düşünecek hâlde değildim. Karnımın yumruk yemişçesine kasılmasının sebebi neydi? Ya da vücudumun bu saçma tepkileri niye verdiğini düşünemeyen, idrak edemeyen beynim tatile mi çıkmıştı?

Karşımda ki koyu kahve gözlere kilitli kaldım. Bir insanın bu kadar güzel gözlerinin olması özellikle benim bilincime haksızlıktı. Ya da yüzünün sert ve kusursuz hatlarının insan vücuduna yan etkisi olmalıydı. Bir erkeğin burnu bu kadar güzel ve kusursuz olmamalıydı. Dudaklarına inen bakışlarım ben de yutkunma isteği uyandırdı. Biçimli ve kızıl dudakları düz bir çizgi halindeydi. Yüzünü süsleyen kirli sakalları onu daha da çekici yapmıştı. Kömür karası saçlarından bir kaç tutam beyaz alnına dökülmüştü. Aniden onları oradan alıp, saçlarına karıştırmak istedim. İçimde vezinsizce baş veren arzuyu kontrol etmek için ellerimi yumruk yaptım. Parmak uçlarım sızladı onlara dokunamadı diye. Karşımdaki genç adamda tıpkı benim onu incelediğim gibi o da beni inceliyordu.

Ah! Hayır!

Adamı açık açık hayvan gibi süzmüştüm. Bu utanç vericiydi. Damarlarımda süzülen bütün kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissettim ama o da beni süzüyordu. O yapıyorsa ben de yapabilirim. Ne saçmalıyordum ki ben? Buraya bu yakışıklı yüzü incelemek için gelmemiştim. Adamın dikkatini çekmek için boğazımı temizledim.

Gece gibi güzel gözleri, benim kahverengi gözlerime tırmandı. Bu kadar güzel olmak zorunda değildin! Yine de; Gözleri... Gözleri çok tanıdıktı. Gözleri çok güzeldi.

Kendini toparla, kızım. Seni buraya haksız yere getirdiklerini unutma!

Aniden aklıma gelen şeyle az önce ağır miktarda hissettiğim etkilenme, buhar olup uçup gitti. Beni buraya haksız yere getirmişlerdi! Az önce hayranlıkla baktığıma emin olduğum gözlerimi sinirle karşımda ki koyu kahvelere doğrulttum.

"Ne işim var burada? Beni neyle suçluyorsunuz da, sabahın köründe alıp getirdiniz?" sert çıkışıma afallamış olacak ki genç adamın gözlerinde şaşkınlık dalgası peyda oldu. Sonra hemen kendini toparlayıp aynı sert ifade ile bana bakmaya başladı. Şimdi sert olan yüz hatları daha da gerilmişti.

"Size buraya gelmeden önce açıklama yapılmıştır, küçük hanım. Rüya Erdemli'yi bıçaklamaktan göz altına alındınız. Si-" sinirle sözünü kestim. Nasıl bu kadar emin olabilirlerdi? O kıza günahımı vermem, onun için neden kendimi yakayım?

"Elinizde her hangi bir kanıt var mı?"

Sinirli ve sık soluklarım dudaklarımı kurutmuştu. Dudaklarımı ıslattığım da, koyu kahve gözler dudaklarıma indi. Aynı anda muhteşem âdem elması uhrevi bir yol çizdi ince boynunda. Âdem elması bende de yutkunma isteği uyandırdı ya da dudaklarıma bakması da yutkunmama sebep olmuş olabilir. Pek emin değilim. O an aramızda ki elektriği ellerimle tutabileceğim hissettim. Ya da yanımıza bir canla yaklaşsa onu yakıp kül edebilirdik. Neler oluyordu bana? Toplasan beş dakikadır gördüğüm bir adam için böyle hissetmem hiç normal değildi. Kendini toparlayıp, gözlerime bakmaya devam etti.

"Dün gece neredeydiniz?"

Soruma es geçmesi üzerine kaşlarımı çatsam da, üzerine durmayıp gayet rahat bir tavırla:

"Gece kulübünde." dedim. Biçimli kaşları çatıldı.

Karizmatik herif!

"Peki... Kim vardı yanınız da?"

Dün geceyi hatırlamak için beynimi biraz zorladım. Fazla içmemiştim ama zihnime kesik kesik gelen görüntülerden anladığım kadarıyla biraz da olsa çarpmıştı. Hoş içkiye alışkın olmadığımdan mütevellit kokusu bile beni çarpıyordu.

"Nişanlım, arkadaşım, arkadaşımın sevgilisi ve ben."

'Nişanlım' deyince koyu kahveleri gayriihtiyari parmağıma düştü. O an bir kez daha parmağımda ki metal soğukluktan rahatsız olduğumu hissettim. Yüzük parmağım uyuştu birden. Sanki onu yerinden söküp atsam daha rahat hissedeceğim gibi geldi. Ellerimi yumruk yaptım. Yüzük parmağım sızlıyordu.

Kendine gel, kızım. Nişanlın var senin!

İçimde ki mantıklı taraf avazı çıktığı kadar bağırırken, kendimden utandım. Ben ne yapıyordum? Bu adamdan etkilenmem çok büyük bir hataydı. Parmağım da; sorumsuz, umursamaz, dengesiz bir adam da olsa, başka birinin yüzüğünü taşırken etkilenmem çok büyük bir hataydı. Kendimden tiksindim. Elimden çekilen gözleri tekrar benim toprak rengi gözlerimle buluştu. İşte tam orda bir yıldırım düştüğünü hissettim kalbime. Sol tarafımdaki ağırlık bende ağlama isteği uyandırdı. Siyah tavan başımdan aşağı düştü sanki. Ne oluyordu bana? Niye bu adamı yıllardır tanıyormuş gibi hissediyordum? Kendimi toplamak için derin bir soluk içtim ciğerlerime ama tam o anda ciğerlerime dolan odunsu ferah koku sol tarafımı daha da ağırlaştırdı. Bir insan bu kadar güzel kokamazdı. Belki de sadece bana öyle geliyordu ki bu ihtimâl son derece mantıklıydı. Benim acilen bu adamın etkisinden çıkmam lazımdı. Çıkmam için bu odadan gitmem lazımdı. O yüzden bu süreci hızlandırmak adına konuya atladım.

"Bakın, beni neyle suçladığınızın farkındayım ama-" büyük elini kaldırıp beni susturdu.

"Savunmanızı sonraya saklayın, küçük Hanım. Benim sorularım henüz bitmedi."

Bana neden küçük Hanım diyordu bu adam?

Aynen tek derdimiz de bu?

İç sesimin haklı isyanıyla bir kez daha susmak zorunda kaldım. Derin bir nefes alıp, kendine zaman tanıdı. O an ne olduysa kaşlarını çatıp koyu kahvelerini sıkıca sakladı göz kapaklarının altına. Yüz ifadesi bir şeyden rahatsız olmakla beraber acı çekiyormuş gibiydi. Hemen kendini toparlayıp, sert sesiyle devam etti.

"Dün gittiğiniz gece kulübünde, Rüya Erdemli ile kavga ettiğiniz doğru mu?"

Hiç düşünmeden gözlerine bakarak cevap verdim.

"Doğru." Kaşlarını çatıp ciddi yüz ifademi süzdü.

"Neden?" Diye sordu sert sesiyle. Şu ana kadar fark etmemiştim ama adamın sesi bile ayrı güzeldi. Kulağıma girdiğin de anda garip bir şekilde titrememe sebep oluyordu. İçimin çikolata gibi erdiğini hissediyordum. Kendimi kaçıncı kez bilmiyorum ama biraz kez daha toparlayıp, dikkatimi bana sorduğu soruya vermeye çalıştım.

"Çünkü nişanlımı öpmeye kalkıştı."

Ah! Hayır. Kesinlikle sebebi bu değildi. Evet, kıskanç bir kadındım ama artık Berat'ı eskisi gibi kıskanmıyordum. sebebi ise nişanlandıktan ve İstanbul'a geldikten sonra kendisinin, benden nedensizce yere uzaklaşmasıydı. O araya soğukluk koyunca, otomatikman bende uzaklaşmıştım. Gerçi hiç bir zaman sağlam temellere dayalı bir ilişkimiz olmamıştı. Aslında onu hiç bir zaman sevmemiştim. Bu da onu kıskanmamam için bir nedendi.

Rüya'ya okulda bile gıcık oluyordum dün gece üstümde olan çakırkeyiflik ve ona gıcık oluyor olmam onu dövmem için yeterliydi. Berat'ı öpmüş olması bana sadece zemin hazırlamıştı. Ama bu polisin bunu bilmesine zaten gerek yoktu. Koyu kahve gözleri daha da dipsiz bir kuyuya dönüştü. O kuyuya düşüp kaybolmaktan korktum bir an. Öyle güzel bakıyordu insan ne olursa olsun kendini kaybediyordu.

"Kıskançlık kavgası ha!" diye sert bir homurtu döküldü kızıl dudaklarından.

Beyaz tenin üstündeki ter damlaları beyaz ışıkta parlıyordu ve bu benim dikkatimi dağıtmak için yeterli bir sebepti. Yeniden parmak uçlarım sızladı. Bu gün bana neler oluyordu hiç bir fikrim yoktu. Hâlâ dün gecenin sarhoşluğumu vardı üzerimde?

"Evet, öylede denilebilir. Arkadaşlarım ve nişanlım bizi ayırdıktan sonra mekandan ayrıldık. Bir kafeye gidip kahve içtik saat 01.00 sularında da eve geldik."

"Nişanlınla aynı evde mi yaşıyorsun?" ister istemez dudaklarımdan:

"ha?" diye bir şaşkınlık nidası döküldü. Hadi ama! konumuzla ne alakası var? hâlâ çok fazla sert olan yüz hatları benden cidden bir cevap beklediğinin göstergesiydi. Böyle bir soru sormasında ki amacı anlayabilmiş değildim ama yine de boğazımı temizleyip, sorusuna cevap verdim.

"Nişanlım, en yakın arkadaşımla beraber kaldığımız eve bizi bıraktıktan sonra, muhtemelen kendi evine gitmiştir." dedim. Bence yeterli bir cevaptı.

"Anladım." dedi kafasını sallarken. Ben de dikkatli bir biçimde onu izliyordum. Elindeki mavi dosya da gezindi bir süre koyu kahveleri.

"Berat yağız. Nişanlın?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. Bir süre kalkık tek kaşına baktım o an 'karizmatik olmak için özel bir çaba harcamana gerek yok!' demek istesem de yuttum. Bu hareketi cidden erkeklerde çok beğeniyordum. Sorusuna:

"Evet, nişanlım." diyerek cevap verdim. Bir süre yüzümü inceledikten sonra boğazını temizledi.

"Nişanlın ve Rüya'nın arasında bir şey var mıydı?" Sorusu karşısında biraz düşünmek için kendime zaman tanıdım. Böyle bir şey mümkün değildi. Gerçi ikisinden de pek emin olamıyordum ama yine de sanmıyordum.

"Hayır, sanmıyorum."

"Sanmıyorsun?" Tek kaşını kaldırıp beni şüpheli gözlerle süzmesine çatık kaşlarla baktım. Ona cevap vermek yerine rahat hareketlerle omuz silktim. Bir süre daha beni süzüp, kafasını salladı.

"Pekâlâ... Elimizde net bir kanıt olmadığı için seni burada tutamayız. Ama bu şüpheli olduğun gerçeğini değiştiremez. Bu süre içinde şehir dışı-" Kesin bir dille sözünü kestim.

"Bakın, bunları biliyorum. Artık gidebilir miyim?"

Yoksa kokun beni bayıltacak. Bu kadar güzel- Tamam, saçmalama!

"Tabii, ama aklanana kadar sık sık seni rahatsız edeceğiz. Öncelikle şunları imzala."

Sizli-bizli konuşmadan, senli-benli konuşmaya geçtiğini daha yeni fark etmiştim. Zaten o sert sese yakışmıyordu. Önüme ittiği bir kaç sayfa kağıdı üstün körü okuduktan sonra, imzaladım.

Oturmaktan, uyuşan ve karıncalanan bacaklarımı aldırmamaya çalışıp, sandalyeyi iterek, ayaklandım. Son kez yakışıklı yüzüne bakıp, odadan çıktım. Kokusu beni terk ettiğinde ister istemez ürpermiştim. O hâlâ içerdeydi. Kafamı iki yana sallayıp ilerde masada oturan görevli polisten eşyalarımı aldım. Eşyalarımı aldığıma dair bir kaç belge daha imzaladığımda kendimi dışarıya attım.

BENİ KALBİNE HAPSET: GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin