32. BÖLÜM: MEDCEZİR

20.5K 617 113
                                    

Sonbahar rüzgârın da savrulan kuru bir yaprak gibiydim. Nereye gittiğimi bilmiyor, en kötüsü kontrol edemiyordum. Benim yerime rotasını belirlemiş rüzgâr, beni istediği yere sürüklüyordu. İtiraz edemiyor, bu karışık hâli sorgulayamıyordum bile. En kötüsü tosladığım ilk duvarda paramparça olacaktım. Daha da kötüsü, o duvara çoktan toslamıştım.

O duvar Araf'ın ta kendisiydi.

Onun surlarında paramparça olmuş, zerrelerim onun kuyusuna birikmişti. Bütün bunlara rağmen, şikâyetçi değildim. Yerim hep o kuyuymuş aslında. Sadece farkında değilmişim. İyi ki onunlaydım, iyi ki onundum. Bundan şikâyetçi olmak ancak delilik olabilirdi.

Kapalı gözlerime vuran delici güneşle, yüzümü buruşturarak başımı yana çevirdim. Üstümde beni kemiklerime kadar mayıştıran bir sıcaklık ve kalbimi damura uğratan bir ağırlık vardı. Ne olduğunu tahmin ediyordum elbette ama onun uyuyan yüzünü seyretmek için, yanan gözlerime inat hızla gözlerimi araladım. Başı göğsümün üzerindeydi. Bir eli saçlarımın çarşaf gibi dağıldığı yastığın üstünde durmuş, diğer eli sıkıca omzumu sarmıştı. Saçları dağılmış, sağ yanağını göğsüme yasladığı için dudakları büzülmüştü. Çok tatlıydı. İstemsizce gülümserken, çıplak omuzlarında duran ellerimle yavaşça tenini okşamaya başladım. Bacaklarımız yılan gibi birbirine dolanmıştı. Kalbinin atışı tenimi dalgalandıracak kadar yakındık. Bir elimi dağılmış saçlarının arasına daldırarak, nemlenmiş saç diplerini okşadım. Kasıklarımda kendini az da olsa belli eden sızlamayla rahatsızca yerimde kıpırdandım. Birkaç gün gecikmiştim zaten, altımda hissetmediğim ıslaklığa şükretsem de, birkaç saat içinde olacağını biliyordum. Araf'ın sıcaklığı ağrıma biraz olsun iyi geliyordu.

Gece son konuşmamızda sonra, bir süre daha sarılarak öylece durmuş, sonra tek kelime etmeden yataktan kalkmıştık. Ben üstüme pijamalarımı geçirdikten sonra, hemen yatmıştık. Çoğu şeyi henüz konuşmadığımızın farkındaydım ama mutlaka sırası gelecekti ve ben her şeyi ona olduğu gibi anlatmaya kararlıydım. Bu sefer asla aynı hatayı yapamazdım. En önemlisi Semih'in babasını tanıdığını söylediğimde fazla da bir tepki vermemişti ve bunun sebebini fazlaca merak ediyordum.

Araf'ın kısık sesli homurtusuyla gözlerimi onun güzel yüzüne indirdim. Dudaklarındaki küçük kıvrımla beraber burnunu kazağıma sürttü ve dudaklarından kaçan tatlı bir homurtuyla yüzünü tamamen göğsüme gömdü. Kıkırdayarak kollarımı boynuna doladım ve ona sıkıca sarıldım. Uyandığını biliyordum, muhtemelen gözlerini aralamakta zorluk çekiyordu. Mühim değildi. Akrep yelkovanın sırtına istediği kadar çizik atabilirdi. Onunla bir ömür bu şekilde kalırdım.

Terlemiş saçlarını elimle geriye doğru taradığımda, başını küçük bir açıyla göğsümden kaldırdı ve şişmiş gözleriyle kısıkça yüzüme baktı.

"Günaydın." Diye fısıldadım tarazlı bir sesle. Dağılan saçlarımın arasındaki eli usulca enseme sokuldu ve ensemi yavaşça okşarken mırıldandı.

"Günaydın, ne zaman uyandın?" Terli alnını elimle kurularken konuştum.

"Fazla olmadı."

"Hım." Dedi boğuk bir mırıldanmayla kafasını tekrar göğsüme düşürürken. Üstümden yavaşça geri çekildi, ensemdeki ve omzumdaki ellerini çekerek bir kolunu belimin altında geçirip beni sardı. Diğer elini de, tişörtümün altından çıplak karnımın üzerine koyarak usulca okşamaya başladı. Tenimde boy gösteren garip ürpertiyi ona belli etmeden saçlarını okşamaya devam ettim. Bir süre daha suskunluğu paylaştık. Elinden akan sıcaklık karnıma dökülüyor, tüm vücudumu sarmalıyordu. Tek bir dokunuşu bedenimi yeniden yaratıyordu sanki. Mucizeydi. Benim mucizem.

BENİ KALBİNE HAPSET: GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin