30. BÖLÜM: DARMADUMAN

16.7K 589 80
                                    

Her şey küçücük bir pıhtıyla başlar. Ana rahmine düştüğümüz ilk anda kader ağlarını bizim için örmeye başlar. Küçücük bir canlıyken, tüm gücümüzle tutunuruz yaşama. Sanki gözlerimizi açacağımız dünya çok güzel bir yermiş gibi tüm çabamızı sarf ederiz. Dünyaya gözlerimizi açtığımız ilk an, ışığı görmekten korkarmış gibi ağlamaya başlarız. Sanki bunca çaba sarf edip tuttunduğumuz hayatı beğenmemişiz gibi. Doktorlar bunu, ciğerlerin ilk nefes alışından dolayı yanması olarak açıklar belki ama aslı nasıl,  hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Kimse doğduğu andan itibaren, büyüme sürecinde de başına ne geleceğini bilemez. Gerçi bilse yaşamak da istemez herhalde. Gözlerimiz kapalı bir şekilde uçurumun dibinde yaşamak gibidir hayat bir nevi. Her an düşme tehlikesiyle başbaşa ama bunun farkında bile değil. Hayat koca bir bilinmezlikle dolu bu yüzden. Zamanla önümüze konulan bir kutu gibi gerçekleri tek tek öğreniriz, her ne kadar gerçekler bazen fazlasıyla can yakıcı olsa da.

Araf, bugün belki de hayatının en can yakıcı gerçeğini öğrenmişti. Üzerinden yıllar geçse bile böyle bir şeyi öğrenmek ve hatta bunu gözleriyle görmek... Şimdi çoktan kabuk tutmuş yarasının kalktığını, bu da yetmezmiş gibi üzerine tuz basıldığının farkındaydım. Onun canının acısını içimde hissediyor, karşımda onu böyle gördükçe canımdan can gidiyordu sanki. İçim ona yangın yeriydi çoktan zamandır. Onun canının acısı, yeşilliklerle kaplı ormanı kül ediyordu.

Elimde tuttuğum fotoğraf, gücü kalmamış parmaklarımın arasında kayıp düşerken; aynı zamanda da iki gözümden, aynı anda yaşlar firar etmeye başladı. Hıçkırarak ağlamak istiyor, isyan etmek, direnmek istiyordum ama kendimi tutmaktan başka çarem yoktu. Şu an tüm bariyerleri yıkılmış bu adama dağ olmam, canım pahasına onu toparlamam gerekiyordu zira onun iyi olmadığı bir yerde ben zaten hiçtim.

İki elini de saçlarını geçirmiş, krizdeymiş gibi diplerini çekiştiriyor, acıyla bir şeyler fısıldıyordu.

"Araf?" Dedim soğukta kalmış küçük bir kız çocuğu gibi titreyen sesimle. Beni duymuyordu zira şu an hiç de kendinde değildi. Ciğerlerime diken gibi batan nefesime inat derin bir soluk aldım ve dizlerimin üzerinde sürünerek Gece'min yanına sokuldum. Titreyen bedenini kollarımın arasına çektiğimde, korku dolu bir kabus sonrasında annesine sığınan küçük bir oğlan çocuğu gibi sineme sokuldu. Omuzlarını ve kanat kemiklerini sıkıca sarıp, onu göğsüme bastırırken gözlerimden sağanak bir yağmur gibi dökülen yaşlar onun siyah saçlarına damlamaya başlamıştı. Araf kollarını belime dolayıp, yüzünü göğsüme gömerken derin derin soluyor, sıtmaya tutulmuş bir hasta gibi titriyordu. Parmaklarımı saçlarına geçirip okşarken acıyla fısıldadım.

"Tamam, geçti... Sakinleş artık." Fısıltım onun kulaklarına dolduğu anda, reddetmek ister gibi başını göğsümden kaldırmadan iki yana salladı.

"Geçmedi," dedi boğuk bir sesle. Bunun yüzünü göğsüme bastırdığından dolayı mı, yoksa kendini tuttuğu için mi olduğunu anlayamadım. "Geçmeyecek, böylece geçip gitmesine izin vermeyeceğim."

"Vermeyeceksin," dedim onaylar bir fısıltıyla. "Vermeyeceğiz." Bana daha çok sokulduğunda, çocuğunu tüm kötülüklerden koruyan bir anne edasıyla onu daha sıkı kavradım. Dudaklarımı saçlarına bastırırken, gördüğüm fotoğraf bir tablo gibi gözlerimin önündeydi. Ezilmiş iki tane beden. Arabanın altında kalmışlardı. Belki de öldüklerinden emin olmak için, kurşun yağmuruna tutulmuşlardı. İnsanoğlunun bu kadar insafsız, bu kadar kötü olduğunu düşünmek damarımda akan kanı buz ediyordu. Nasıl kıymışlardı? Suçsuz, günahsız iki insanı öldürürken hiç mi canları yanmamıştı? Bunun affı asla olamazdı. Böyle bir şeyin hiçbir şekilde açıklaması dâhi olamazdı.

BENİ KALBİNE HAPSET: GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin