Bölüm 36 - "Mutlu son diye bir şey yok ki.."

66 4 0
                                    

İki buçuk hafta..Tam on yedi gün.. Bilmem kaç saat.. Sayılar önemli değildi ki. Önemli olan, bu süre zarfında Ateş'i hiç görmememdi. Önemli olan, sevdiğim adamı görsem bile ona bir yabancıymış gibi davranacak olmamdı. Önemli olan, onun benden nefret ediyor olmasıydı...

Yanımda oturan dört uzaylıyı ve konuştukları salak saçma şeyleri umursamayarak sahnede şarkı söyleyen çocuğa verdim dikkatimi. Bizimkilerin yoğun isteği üzerine iki buçuk haftadır Kıvanç'la buluşmak dışında hiç çıkmadığım evden sonunda çıkıp canlı müziğe gelmiştik. Neden? Ben mutlu olayım diye. Ama sahnedeki çocuğun söylediği efkarlı şarkı beni üzmek dışında bir şey yapıyor muydu? Kesinlikle hayır.

"Hey Su! Bizi dinliyor musun?"

Eylül'ün sorusuna karşılık dikkatimi sahnedeki çocuktan alıp onalara verdim "Hı?" Diye mırıldandığımda Beren gözlerini devirdi "Kızım sen bu aralar bir asosyalleştin ha!" Dedi, kızgınlıkla "Anlıyorum üzgünsün ama hep böyle kalamazsın.."

Beren'in söylediklerini düşünürken gözlerimi kırpıştırdım. Daha iki buçuk hafta olmuştu ya! Ben önümüzdeki bir-iki sene bu yüzden ağlamayı düşünüyordum ki..

"Evet Su..Beren haklı." Diyen Mert'e kafamı çevirdiğinde yüzündeki hüzünü gördüm. Benim için üzülüyordu. Sadece o değil, hepsi benim için üzülüyordu. Çünkü onlar benim kardeşimdi. Ve kardeş olmak bunu gerektirirdi..

"Tamam Ateş'le kötü bir şekilde ayrılmış olabilirsiniz ama artık üzülmeyi bırakıp bence hayatına kaldığın yerden devam etmelisin." Diye Rüzgar'a bakışlarımı çevirdiğimde yanında oturan Eylül'ün de, onu onaylar biçimde kafasını salladığını gördüm.

Düşündüm..Haklılardı. Ömrümün sonuna kadar acı çekip ağlayamazdım. Ateş benim için artık bitmişti ve yeni bir sayfa açıp hayatıma devam etmem gerekiyordu.

Gülümseyip hepsine teker teker baktıktan sonra kafamı salladım "Tamam.." dedim, derin bir nefes alırken "Söz, deneyeceğim."

Masadaki herkesten 'oh be!' nidaları yükselirken gülüşlerimi, ne zaman şarkısını bitirdiğini bilmediğim çocuğun, kafedeki bütün herkese hitaben konuşması böldü "Evet.." dedi, şirince sırıtarak "Günün en güzel bölümüne geldik.." dediğinde önce anlamadım ama sonra aklıma bu kafe hakkında duyduklarım geldi. Duyduğum kadarıyla, her gece bu şarkı söyleyen çocuk kafasına göre kafede oturan birini seçip şarkı söylemesi için sahneye davet ediyordu.

"Sen.." dediğinde bakışlarımı, bizim yaşlarımızda olduğunu tahmin ettiğim çocuğa çevirdim. Bizim oturduğumuz masaya bakarken işaret parmağını bana doğrulttuğunda gözlerimi irileştirdim. Gösterdiği kişinin ben olmamamı dilerken bizim masaya bir göz gezdirdiğimde dördünün de bana baktığını gördüm. Rahatsızca yerimde kıpırdanırken elimle kendimi gösterdim "Ben mi?" Diye sorduğumda çocuk sırıtıp kafasını salladı. Tam itiraz edeceğim sırada aklıma biraz önce konuştuklarımız geldi. Yeni bir sayfa açacağıma dair söz vermiştim ve şimdi Ateş yüzünden üzgün olduğum için bu teklifi reddetmemem gerekiyordu.

İçten bir şekilde gülümseyip kafamı salladım ve oturduğum sandalyeden kalkıp sahneye doğru yürüdüm. Şarkıcı çocuk sahneye çıkmama yardım etmek amacıyla elini bana uzattığında tekrar gülümsedim ve elini tutup bana yardım etmesine izin verdim.
Sahneye çıktığımda çocuk mikrofonu elime verden önce arkadaki orkestraya söyleyeceğim şarkının ismini fısıldayıp konuklara döndüm. Orkestradan müzik sesleri yükselmeye başladığında heyecandan titreyen ellerimle mikrofonu ağzıma götürdüm ve gözlerimi kapatıp şarkıyı söylemeye başladım

'Ah ne zormuş bitsin demek
Hala severken seni
Dudaklarını öpmemek
Bir yabancı gibi

Bilirsin ayrılık konusunda
İyi değiliz ikimiz de
Bir kıvılcım yeterdi her zaman
Koşup geri dönmemize'

Heyecanım yavaş yavaş azalırken nakarat kısmına geldiğim için sesimi yükselttim

'Değmesin ellerimiz
Buluşmasın bu gözler
Yine erir gideriz
Unutulur yeminler

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Aşk kokan dudakların karşısında
Direnmeyi de

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Aşk dolu mısraların karşısında
Direnmeyi de'

Şu şarkıcı çocuğun nakarat kısmında bana eşlik etmesine şaşırsam da, gözlerimi açmadım ve şarkının diğer yerini kendim söylemeye devam ettim

'İşte bir kez daha
Durup karşında
Belki de son defa
Soruyorum sana

Bitti mi hikayemiz?
Bu ne biçim son böyle?
Değmez miydi sevgimiz
Savaşıp direnmeye?'

Evet, bu şarkı Ateş ve beni anlatıyordu..

'Değmesin ellerimiz
Buluşmasın bu gözler
Yine erir gideriz
Unutulur yeminler

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Kendimize sahip çıkıp
Dünyayla yüzleşmeyi de

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Korktuğumuz o gözlerin karşısında
Direnmeyi de'

Şarkının son cümlesine geldiğimde durdum ve sesimi alçalttım

'Bitmesin hikayemiz..'

Şarkı bittiğinde gözlerimi açtım . Kafedeki konuklardan bir alkış tufanı koptuğunda bana eşlik eden çocukla bakışıp sırıttık. Sesim çok güzel değildi ama çok kötü de değildi, idare ederdi. Ama istediğim zaman güzel çıkarabiliyordum sanırım. Şu an olduğu gibi..

Çocuk bana yaklaşıp "Selam, ben Toprak.." dedikten sonra tokalaşmak için elini uzattığında gülümseyip elini tuttum "Selam, ben de Su.." dediğimde o da güldü. Kumral saçlı yeşil gözlü, yakışıklı ve bir o kadar da tatlı bir çocuktu.

"Sesin çok güzelmiş." Dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Benim? Benim? Benim sesim? Benim?
Tabiki de bu düşüncelerimi ona doğrudan söyleyip karşısında saçmalamamak için güldüm "Teşekkür ederim, seninki de öyle." Dediğimde o da güldü ve bizimkilerin oturduğu masayı işaret etti "İstersen sana arkadaşlarının yanına kadar eşlik edebilirim." Dediğinde gözlerimi şu dört aptal uzaylıya çevirdim. Yüz ifadelerinden anladığım kadarıyla yine Eylül ve Rüzgar kavga ediyor, Mert ve Beren de sözleriyle birbirlerini yiyordu. Yüzümü buruşturup Toprak'a doğru hafifçe eğildim ve fısıldadım "Aslında hepsi çift ve ben sapım. Bu yüzden oraya gitmek istediğimi sanmıyorum." Dediğimde kahkaha attı. Buna karşılık ben de kıkırdadığımda tek kaşını kaldırdı "Biraz yürüyüşe ne dersin?" Diye sorduğunda memnuniyetle kafamı salladım. Buna karşın eliyle yolu gösterip geçebilmem için kenara çekildiğinde sırıttım ve önden yürüyüp kafeden çıktım. O da arkamdan çıkarken sokak lambalarının aydınlattığı yolda yürümeye başladık

"Seni üzen bir şey mi oldu?" Diye sordu, sahildeki bir banka oturduğumuz sırada. Yavaşça yutkunup gözlerimi denize diktim. O kadar mı kötü görünüyordum dıştan? O kadar bitmiş, o kadar mahvolmuş..

Buruk bir şekilde gülümsedim "Boş ver. Aşk meşk işleri işte.." diye kestirip atmaya çalıştığım sırada o da burukça güldü "Bilirim o işleri.." dediğinde kollarımı göğsümde birleştirdim "Seninki mutlu son mu bari?" Diye sorduğumda o da benim gibi kollarını göğsünde birleştirdi. Gözlerini sıkıcı yumduktan birkaç saniye sonra açtı "Mutlu son diye bir şey yok ki.." Güldüm. Sonuna kadar haklıydı.
Mutlu son mu? Woooww haram!

O gece, o bankta dertleşerek sabahladık. Ben ona Ateş'i anlattım, o bana Deniz'i.. Lisedeyken sevdiği kızmış, Deniz. Böyle upuzun, bukle bukle sarı saçları varmış. Gümüş grisinden de gözleri.. Ama o ölmüş. Toprak ona hislerini açamadan, ona onu sevdiğini söyleyemeden ölmüş. O öldükten birkaç hafta sonra arkadaşları gelip Toprak'la konuşmuş. Meğer Deniz de Toprak'ı seviyormuş fakat..Fakat geç kalmışlar işte. Birbirlerine geç kalmışlar.

"Siz de geç kalmayın.." dedi, buruk bir şekilde gülümserken "Ölüm var, sevdiğinizi söyleyin.." derken titreyen sesi kalbime ince bir sızı düşürdü. Deniz'i hâlâ seviyordu ve hâlâ içinde bir geç kalmışlık hissi vardı.

Güneşin denizin üstünden doğuşunu izlerken acıyla gülümsedim "Şimdiden sonra ne işe yarar ki sevdiğimizi söylemek.." dedim, ve yutkundum "Biz çoktan bittik.."

ATEŞLE OYNAMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin