Bölüm 39 - "Sen de kimsin?"

74 4 0
                                    

"Uyanıyor galiba.."

Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda burnuma gelen tanıdık hastane kokusu yüzümü buruşturmama neden oldu. Oldum olası bu kokudan nefret ederdim.

"Su?" Diye bana seslenen Eylül'e baygınca baktım. Bu bizim dilimizde 'ne var Allah'ın cezası ne var' demekti

"İyi misin?"

Kafamı yanımda duran Beren'e çevirip olumlu anlamda sallayarak sorusunu cevapladım. Başım çok ağrıyordu ama idare ederdim. Kapıdan içeri giren Mert ve yanında tanımadığım biri ile kaşlarımı çattım. Bu taş çocuk kim olabilirdi? Ah, yakışıklı seksi doktorum? Hastanelerin sadece bu yönünü seviyordum.

"Kanka uyanmışsın.."

Ne? Yakışıklı doktorum bana kanka mı diyordu? Doktor olup bana kanka demesine mi, yoksa ona olan aşkımı yok sayıp beni arkadaşı olarak görmesine mi haykırmalıydım?

"Bu kim?" Diye sordum, Mert'e doğru. Mert kaşlarını kaldırıp şaşkınlıkla bir Beren'e bir Eylül'e bakmaya başladığında kaşlarımı çattım. Neler oluyordu?

Bu kez bakışlarımı yakışıklı çocuğa çevirdim "Kimsin sen?" Diye sorduğumda endişeyle kaşlarını çattı. Korkmaya başlıyordum. Üvey abim falan mıydı? Ama o zaman bana beden kanka desindi?

Çocuk tam bir şey söylemek için dudaklarını araladığı sırada Mert onu kolundan tutup kapıya yönlendirdi "Biz doktoru çağıralım."

Odadan çıktıklarında tam karşımda duran Eylül ve Beren arasında sinirli bakışlarımı gezdirdim "Bir şey söyleyin!" Diye öğürdüm "Kimdi o?"

Beren Eylül'e kısa bir bakış atıp yatağımın kenarına oturdu "Sen şimdi onun kim olduğunu hatırlamıyor musun?" Diye sorduğunda dudağımı ısırdım. Ölüyordum sanırım..

Biraz düşündükten sonra"Hayır.." dediğim sırada Mert ve o tanımadığım çocuk içeri doktorla birlikte girdi. Doktor olduğunu nereden mi anladım? Beyaz önlük giyiyordu. Bununla birlikte diğer çocuğun yakışıklı seksi doktorum olduğu hayallerim suya düştü. Şu yaşlı bir moruğa kalmıştım.

"Su Hanım, nasılsınız?" Diye soran yaşlı doktora karşılık cevap vermek için ağzımı açtığım sırada tanımadığım çocuk endişeyle lafımı ağzıma tıktı "İyi değil! Beni hatırlamıyor." Dediğinde doktor olumlu anlamda kafasını salladı "Tahmin ettiğim gibi, bir hafıza kaybı yaşıyor. Yani bir süre, hayatındaki birkaç kişiyi hatırlamaması normal." Diye kısa bir açıklama yapıp birkaç bir şey daha zırvaladıktan sonra odadan çıktı. Hafıza kaybı mı? Şaka mıydı?

"Bak Su.." dedi, Mert yanıma gelirken eliyle tanımadığım çocuğu gösterdi "Bu Rüzgar.. Senin kardeşin gibi.." dediğinde duraksadım. Bu kadar yakışıklı bir çocuğu kardeşim olarak göremezdim. Doğama aykırıydı. Ben yakışıklılara yavşardım. Kardeşim demezdim. Hem Allah çarpardı ya!

Güldüm "Bu gün ne? 1 Nisan falan mı? Yapacağınız şakaya sıçayım." Dediğimde Mert başını iki yana sallarken adının Rüzgar olduğunu öğrendiğim çocuk yanıma geldi "Beni nasıl hatırlamazsın?" Diye üzgünce konuştuğunda dudağımı ısırdım. Gerçekçi oynuyordu.

"Ya of, şakanızın tadı kaçtı. Hem Emre nerede? Emre'yi getirin bana. Sevgilimi özledim.." dediğimde herkesin gözleri gözlerimi bulurken gözlerini kocaman açtılar.

"Sen Ateş'i de mi hatırlamıyorsun?" Diye öğüren Eylül'e karşılık kaşlarımı kaldırdım. Ateş de kimdi?

•     •     •

Ateş'in ağzından..

Önümdeki dosyaları incelerken telefonumun çalmasıyla kalemi çalışma masama bıraktım ve cebimden telefonumu çıkardım. Sekreterimin aradığın gördüğümde gözlerimi devirdim ve aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma dayadım "Ne var?"

"Ateş Bey, Toprak adında biri sizinle görüşmek istiyor." Dediğinde kaşlarımı çattım. Toprak..Toprak.. Hayır, tanımıyordum.

"Tamam, al içeri." Deyip telefonu kapattım ve bacaklarımı uzattığım masadan indirip koltuğumda düzgün bir pozisyon aldım. Her kim olursa olsun, bir kızın yanında öyle kıro gibi oturamazdım. Su dışında.. Onun yanında istediğim gibi davranabiliyordum, ne bana kızıyor ne de benden soğuyordu. Tabi, eskiden.. Artık öyle şeyler olmayacaktı. Olamazdı.. O beni iki yüz bin liraya satmıştı, ben onun gözlerinin içine bakarak Hande'yi öpmüş, yatacağımız izlenimini vermiştim. Ama hayır..Onunla yatmazdım. Her ne olursa olsun. Herkesle olurdu, Hande ile olmazdı.

Odamın kapısının açılıp içeriye kumral saçlı, yeşil gözlü bir erkeğin girmesiyle alt dudağımı sarkıttım. Hangi insan, erkek çocuğuna Toprak ismini koyardı ki? Ya da ben mi kız düşükünüydüm? Tartışılırdı.

Çocuk direk masamın karşısındaki sandalyeye oturdu ve ifadesizce konuşmaya başladı "Beni tanımadığını biliyorum." Dediğinde onu onaylarcasına kafamı salladım. Buna karşılık o da kafasını sallayıp devam etti "Ben Su'yun bir arkadaşıyım.." dediğinde boğazıma bir yumru düğümlendi. Gözlerimi sıkıca kapatıp yumruğumu sıktım. Su'yun yeni sevgilisi olup bana, seni bir daha Su'yun yanında görmeyeceğim başlığı altında bir konuşma yapabilme ihtimali ne kadardı? Öyle bir şey olamazdı. Götü başı dağıtırdım.

"Su seni seviyor.." dedi, hâlâ ifadesiz yüzüyle "Yani para için falan değil, gerçekten.."

Soğukça güldüm. İlkokul çocukları gibi, kendini acındırmak için arkadaşını yollayıp beni sevdiğini mi söylettiriyordu?

"Yalan söyledi.." dediğinde yine soğuk bir şekilde güldüm. Biliyordum. Senelerce yalan söylemişti, ben bunu biliyordum ki zaten..

"Para teklifini kabul etti çünkü eğer ondan ayrılıp diğer şirketin sahibinin kızıyla evlenmezsen şirketiniz batacaktı, biliyordu.." dedi ve derin bir nefes alıp devam etti "Babandan para falan almadı. Teklifini kabul ettiği anda, babanın sana gelip bunları anlatacağını biliyordu. Ve senin ondan ayrılacağını da.." dediğinde vücudumun kasıldığını hissettim. O benim için kendini para düşkünü gibi göstermişti, ben ona sürtük demeye getirmiş, gözünün içine baka baka Hande'yi öpmüştüm.

"Bak, uzatmayacağım.." dedi ve hafifçe tebessüm etti "Git ve ona, onu sevdiğini söyle."

Hastanenin kapısından içeri girerken yumruklarımı sıktım. Nasıl olur da merdivenlerden yuvarlandığını duymazdım? Aynı partide olmamıza rağmen.. Evet, ambulansın geldiğini ve bir kızın götürüldüğünü bir çocuktan duymuştum fakat bu kızın Su olabileceği aklımın ucundan geçmemişti.

Danışmadan numarasını öğrendiğim odaya girdiğimde içeride Rüzgar, Mert, Eylül ve Beren vardı. Hepsi yatağın etrafına toplandığından Su'yu göremiyordum. Kapıyı ardımdan kapattığım gibi Mert ve Beren'in arasına girdim ve yatakta uzanan Su'ya baktım. Üstünde mavi hastane giysisi, kolunda bir serum, başının arka tarafında beyaz bir sargı bezi.. Bu haliyle bile ne kadar da güzeldi.. Özlemiştim.

"Su.." dedim, yatağının kenarına otururken. Kaşlarını çattı ve başını yana eğdi. Tuhaf bakışlarıyla yüzümü incelerken sanki beni ilk kez görüyormuş gibiydi. İlk kez yüzüme bakıyormuş gibi..

"Sen de kimsin?"

Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. O mu salaklaşmıştı, ben mi yanlış duymuştum? Kim olduğumu neden soruyordu ki?

Mert arkamdan omzuna dokundu "Kardeşim.." dedi, sessizce "Hafıza kaybı.."

Gözlerimi sıkıca yumdum. Merdivenlerden düşerken kafasını çarpmış olmalıydı. Ama beni nasıl unuturdu ki? Bu yüzden duvarı yumruklamak istemem doğal mıydı?

"Durun tahmin edeyim.." dediğinde biraz önce yumduğum gözlerimi açtım. Soğuk bir şekilde sırıtıyordu "Bu da benim sevgilim, mi?" Diye alayla sorduğunda kalbimin parçalandığını hissettim. Hatırlamaması yetmezmiş gibi bir de dalgaya alması.. Ama ona kızamazdım. İstemeden yapıyordu.

"Ya Mert cidden şakanız sıktı artık. Hadi Emre'yi getirin bana."

O an anladım ki, sadece belirli kişileri unutmuştu. Mert'i hatırlıyordu. Emre'yi de.. Beni hatırlamadığı için kendini hâlâ onunla sevgili sanıyordu. Beni unutmasını belki kabullenebilirdim ama Emre'yi.. Asla!

Yutkundum. Gözlerim dolarken biraz daha burada durursam ağlayacağımı bildiğim için oturduğum yataktan kalktım ve odadan çıktım.

ATEŞLE OYNAMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin