Dört: Yol

65 1 0
                                    

Şimdi yollar daralır çıkmaz sokaklarında.

Onu tanımıyordum.

Gözlerimin ona değdiği yerin içini görebildiğimi varsayıyor, ona ait olduğunu düşündüğüm niyetlere ulaşıyordum. Birine vereceği tepkileri bildiğimi sanıyordum. Zihnimi tozlu bir örümcek ağı gibi sarmaya başlamıştı. O ağın arkasını görmeye çalışsam da, durmadan çabalasam da her seferinde başarısız oluyordum. Onun yoluna çıkmanın fırsatını asla bulamayacağımı sanıyordum. Buna emindim.

Ta ki içimdeki hırsı ve o kızıl kızın bana verdiği kahrın yol açtığı intikam arzusunu keşfettiğim bu geceye kadar. Gökyüzünde sarı bir sis bulutu vardı ve ay arkasında altın renkli bir disk gibi parlıyordu. Güneş batmamak konusunda inatçıydı.

Çeşmenin başında arkadaşlarımla şarkı söylerken gözlerimle onu arıyordum. Biliyordum, gelmişti. Birkaç saat önce koca bir karmaşanın içinde tesadüfen kahverengi saçlarını seçtiğimde hayli tesirli bir şaşkınlığın kucağına yuvarlanmıştım. Akşam güneşinin etkileyici ışıklarının vurduğu yüzü, dinlediği sözlere tepki olarak değişen mimikleriyle farklılaşıyordu. Dostlarıma eşlik ederken mideme yumruk yemiş gibiydim. O zaman henüz ilk şarkıyı söylüyorduk.

Geniş omuzlarını saran beyaz gömleği ve üzerine geçirdiği kumaş yelek nefesimi kesmişti. Dahası hep ortadan kaybolmaya meyilliydi. Onu aramaktan yorgun düşmüştüm fakat geri de duramıyordum.

Adel'in keyifli sesini işittiğimde dakikalar sonra bile olsa yine aynı döngüye girdiğimi fark ettim. "Ya başka bir şey çalsana. Hep aynı ritimde alkış tutup duruyoruz."

Canlı olmayan sarı renkli gömleğinin üst düğmelerini açmış ve dalgalı uzun saçlarını dağıtmış Mirza, gitara bakmayı bırakıp elini kaldırdı. "Tamam abi, akor bulun çıkalım."

"Olur, biz bi' düşünelim. Sana geri döneriz."

Mirza'nın çıkamadığı akorlara gülerken çok kişi kalmamıştık artık. Benim de Alaz'a bağlı tüm umutlarım, benden uzaklaşan her adımıyla biraz daha kopuyordu. Bu gece hiçbir şey olmayacaktı. Belki evine geri dönmüştü.

Belki de tesadüf bir rüzgârın bizi birbirimize savuramayacağı kadar ıraktık. Ayrı iklimler, bize yaklaşan ayrı yazlar vardı.

İçimde beliriveren arzunun garipliğiyle kontrolümü kaybetmeye başladığımı hissettim. Şu etrafa alacakaranlık bastığı saniyelerde, Jülide'yi görmenin bile bana yeterli olacağını biliyordum. Çünkü Jülide dahi, onun yakınlarda olabileceği müjdesini bahşedebilirdi bana. Üzerinde, bakışında, yüzünde Alaz'dan kalan izleri taşıyordu.

Buna ne deniyordu böyle?

Bu ben değildim.

Bu benim içimdeki büyüyemeyen bir çocuktu, sokakta gördüğü bir dondurmacıdan dondurma ister gibi ona uzanmaya çalışıyordu.

Alaz'dan korkuyor, Alaz'a gitmek istiyordu.

Hepimizin son senesinde neden onunla karşılaşmak zorundaydım? Onu benim için diğerlerinden özel yapan şey neydi? Hiçbir, sebebim, yoktu.

Çağlar'dan Adel ile çıktığımızda, dirseğini boşluğumda hissetmemle irkildim. "Riva, işte orada!"

Önce sersem gibi parmağının işaret ettiği yeri bulamayıp bakınsam da sonra onu gördüm. Karanlık içindeydi ama fazla uzakta değildi. Yanında onunla aynı boyda birisi vardı. Bir erkekti ama ne kadar uğraşsam da kim olduğunu çözememiştim.

Gecenin yavaş yavaş sokaklara uğramasına rağmen yüzüm mutluluktan aydınlanmıştı. Heyecanla Adel'in üzerine yüklendim. "Bulduk onu, bulduk!"

Kuğu: YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin