Dokuz: Blöf

16 0 0
                                    


"Bas git diyor şeytan, aklımda sen varsın."

Her adımda onlara biraz daha yaklaşırken ayakkabılarımın çıkardığı ses, aramızdaki mesafe kapandıkça daha bir yüksek geliyordu kulağıma. Onlara yalnız başıma yaklaşıyordum. Tek kişi olarak gidiyordum, Alaz ve şu yanındaki hiç anlaşamayacağım kıza. Onu gördüğümden beri kırgınlığım çığ gibi büyüyordu. Önüme çıkıp duran insanları bile görmeyerek ilerliyordum. Oysaki ben hep onca yerin arasında rastlaştığım insanların yüzlerine bakar, onları tanımaya çalışırdım.

Aslında şaşırmamam gerekirdi. Onların bu işte birlikte olduğunu zaten biliyordum ama beklenmeyecek derecede sarsılmıştım. Alaz telefonumu alırken, bana mekânın adresini mesaj atarken karşımda yalnızca onun oturacağını düşünmüştüm.

Kişisel menfaatlerimi göz ardı etsem dahi iki kişiye karşı mücadele vermek bir kişiye vermekten daha zordu. Bu işe gireceksem kurnaz olmak zorundaydım.

"İkinize de iyi akşamlar," dedim kibar olmayan bir şekilde, Jülide'nin karşısındaki sandalyeye otururken. Deniz kenarındaki masalardan birindeydim. Ellerini sıkmayacağımı vurgular gibi ceketimi çıkartıp çantamla birlikte yanımdaki sandalyeye koydum.

Bu masaya oturmamla onun bana hep söylemediği bir şeyler olduğunu kabul etmiş sayılıyordum. Sanki hiç dillerini bilmediğim koskocaman kalabalıkların arasında yalnız bırakılmış gibiydim. Şimdi onlar ne konuşacaktı, ben ne konuşacaktım...

"Ben Jülide," dedi karşımdaki kız. Sesi dümdüzdü. Düşmanca bakmamaya gayret ederek gözlerimi, bana da servis açılmış masadan onun yüzüne çıkardım. Enfes bir ten rengi vardı fakat alnı, yanakları fazla pürüzsüzdü. Kusursuzluğu, ifadesizliğiyle korkunçlaşıyordu.

Sonra gözbebeklerim ona değmeyi arzuladı. Hiç tanımadığı topraklara ayak basan yabani bir kız çocuğu gibiydim. Dimdik sırtını oturduğu yere yaslamıştı, üzerinde okulda giydiklerinden farklı bir şey yoktu.

Restoranın kapısından şu saniyeye kadar bıkmadan usanmadan, ne düşüneceğimi umursamadan bana baktığı için göz göze geldik. Çekmemekte ısrar etti. Aynı şekilde onunla göz gözeyken cevap verdim. "Biliyorum."

İşte şimdi gözlerini masaya indirmişti. Muhakkak neden burada olduğumu ve onlara karşı kullanacağım şeyler bildiğimi anımsamıştı. Çevredeki en sessiz masa bizdik. Garipsemedim.

Hadi biraz gürültü yapalım, Riva Özer.

"Ben de Riva," dedim, Alaz'ın bana yeniden bakması için olağanüstü bir çaba göstererek. Çenemle onu işaret ettim. "Dur seni de ben seninle tanıştırayım."

Alaz kendisini kastettiğimi anlayınca neredeyse şaşkınlık diyebileceğim bir ifadeyle başını kaldırdı. İçimden doğru olması için dua ederken "Karşımda Alaz," dedim. "Alaz Karay."

Dudaklarımı büzüp dudağını ısıran Jülide'ye ve tabir-i caizse kalakalmış olan Alaz'a acır gibi başımı yana eğdim. "Bulut falan değil."

Adel ile karşılaştığımız o çocuk Alaz ile benzerliğiyle bizi dehşete düşürmüştü. Sonra sonra onu araştırırken sosyal medya hesaplarının birinde bir ağabeyden bahsettiğine rastlamıştık. Hiçbir fotoğrafı yoktu fakat bu şüphesiz Alaz olmalıydı. Eğer ortada söz konusu olan gizli şeyler varsa soyadını değiştirmesi de olası bir seçenekti. Yine de doğru olması sanki aynı zamanda beni de yaralamış, benim de içimde kocaman bir boşluk açmıştı. Onun tanıyamayacağım biri oluşunun kanıtlarını bizzat kendim ortaya çıkardıkça umutsuzluklarımı körüklüyordum.

Kuğu: YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin