Şimdi senden uzakta durmak mı gerekir
Adımlarım kaldırımda birikir birikir
Maviye çalan kaldırım taşlarını yavaş adımlarla takip ederken doğmasından ancak birkaç saat geçmiş olan Güneş, tenimi yakıp gözlerimi rahatsız etmeden yüzüme vurdu. İki yanına masal diyarlarındaki gibi bembeyaz evlerin konumlandığı çiçekli sokaklar taptaze hanımeli kokuyorlardı. Bu sokaklarda yürürken evimden ne kadar uzaklaşsam da yine evimdeydim.
Çok yakında olan denizin taze, tuzlu kokusu burnuma değerken bana burada olduğumu hatırlatan dost canlısı bir yel esiyordu. Teneke kutuların içinde açan renk cümbüşleri yolun iki yanında süregelirken balkonda kendine kahvaltı hazırlamış bir teyze gördüm. Yüzümde güller açtı çünkü size bir şeyin müjdesini verebilecektim:
O romantik, yaz filmlerinde gördüğümüz ak saçlı ninelerin hepsi gerçekti ve emekli olup burada yaşamayı çok severlerdi.
Mavi renklerle dekore edilmiş, pürüzlü beyaz duvarlarında denizyıldızları asılı bir balık restoranı bomboştu. Birkaç adım daha attığımda –ki yanımdan tek tük erkenci insanlar da geçiyordu- tabak sesleri duymaya başladım.
Deniz malzemeleri satan dükkânın hemen yanındaki boşluğa tente çekilmiş, masalar atılmış, taş duvarlarına yaldızlı çerçevelerden birkaç unutulmaz Bodrum gecesi resmi asılmış ve müşterilere almaları için kocaman hazlar bırakılmıştı. Birkaç turist oturup Meltem teyzenin hazırladığı kahvaltıyla meşgul oluyordu. Buranın sahiplerini tanıyordum. Annemle hemen hemen akran olan Meltem teyze ile babasının işlettikleri sımsıcak bir yerdi. İkisini de göremeyince selam veremediğim için üzülerek devam ettim.
Bodrum ve küçük tatil sokakları böyleydi işte. Dolaşırken kimsenin yüzünde strese rastlamazdınız.
Yalnızca biraz Güneş'ten bunalmış, bronz suratlar...
Her halinden yabancı olduğu anlaşılan uzun boylu bir kadınla, şişme simidinin içinde yürüyen sapsarı oğlanı denize inen yokuşu sekerek inerken izledim. Deniz mevsimi gelmişti sanki yavaştan.
Yürümekten yorgun düştüğümü fark ettim. Öte yandan okulda olmadığım için kötü hissetmiştim kendimi. Çağrı'yla aramıza zaman girmesini sevmiyordum. Okula bu son sene geldiği için onu bıraktığımda ne kadar aptalca da olsa başına bir şey geleceğini sanıyordum. Geldiğinden beri bir gün bile ayrılmamıştık çünkü.
Her ne kadar Alaz'ı görmek istemesem de –o geceden sonra yüzüme bile bakmamışlardı- ani bir kararla saatime baktım. Buradan yavaş yavaş gitmeye kalksam ancak son iki saatteki beden dersine yetişebilirdim. Küçük sırt çantamın içindeki spor ayakkabılarımı anımsadım dalgınca. Başımı eğip kendime baktım. Gidecektim.
Adımlarım yeniden rüzgâra kapılmışçasına hafifti, yürüdüğüm yollar hep Bodrum'un karakteristik ruhunu taşırken okula yaklaştığımı biliyordum. Bilinçsizce sol bileğime baktım. Mavi kelebek orada öylece bana bakıyordu. Onun değişmeyecek ve hep benimle kalacak olması fikri hoşuma gidiyor, beni ona daha çok bağlıyordu. O kelebek dövmesi, zaaflarımın, yeteneğimi tetikleyen duyguların ve henüz hissedebilen kalbimin temsilcisiydi.
Annem onu gördüğünde hoşnutsuzlukla alnını kırıştırmış ve yaşımı sormuştu. Benim için bir şeylerin herhangi bir anlama gelebileceğini düşünmüyor gibiydi.
Özellikle hissedebilmek için sağ elimin parmaklarıyla ona dokundum ama bir şey olmadı. Sanırım arkadaşlarını da alıp midemden gitmeye karar vermişlerdi. Üzüntüyle gülümsedim. Hep böyle olurdu zaten, birine bağlı kalamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğu: YOL
Teen Fiction#4 Yalnızlık^^ Yalnızlığı en iyi anlatan hikaye! "Evrende bin bir yanlışlık var. Fakat ben en olmazı yaşıyorum. Okulda normal bir öğrenci sandığın narkotik polisinin gizli görevini ortaya çıkarmaktan daha kötü olan bir şey varsa o da, o polise aşık...