Yirmi Dört: Fısıltı

6 0 0
                                    

"Bu aşkın daha en başından/Korkuyordum ben sonundan."

"Hazır mısın?" diye sordu bana anahtarlarını alırken hazır olduğumu bile bile. Biraz önce ceketlerinden birini bana giydirmişti. Uykulu kısık gözlerine baktım. Her haliyle Alaz.

Ruhsuz birkaç adımla kapıdan çıktım. Kilitlemeden önce bir şey düşünüyormuş gibi durdu, onu bekledim. Sonra yüzünde ciddi bir ifadeyle hızla bana döndü. "İyi olduğuna eminsin, değil mi?"

"Uyanır uyanmaz ilk söylediğim şey 'iyiyim' oldu, Alaz."

Bıkkın ses tonumla birlikte yüzü aydınlandı. Sanki beni sıkboğaz edişi hoşuna gidiyordu. "Aslında olmadı. Kahvaltıya kalktın."

Gözlerimi birkaç kez yavaşça kırpıştırdım. "Hatırlamıyorum... O zaman ne dedim?"

Keyifli bir tebessümü bastırmaya çalışırken ağzının kenarları seğirdi. "Söyleyemem."

Başımı hüzünle yana eğdim. "Yapma ya... O kadar mı kötü?"

Sinirlendiğimde veya üzüldüğümde ağzımdan çıkan şeylerden pek emin olamıyordum. Birilerine küfretmiş bile olabilirdim. Ufak bir kahkaha atarken eğilip omuzlarımı tuttu. "Böyle birbirimize benziyoruz."

Şaşkınlıkla "Nasıl?" diye sordum. Kısık gözlerini abartıyla biraz daha kıstı. Tek bir çizgi haline gelirken beni taklit ettiğini anladım. O kapıyı kilitlerken ve ben de merdivenleri düşmemeye çalışarak inerken "Kaç saattir uyuyorsun," dedi keyifle. "Yüzün göz kapaklarına dek şişti. Ağlamaktan mı uyumaktan mı?"

Elim yüzüme giderken "Her ikisinden de," dedim. Hem okuldaki hem İstanbul'daki geceden sonra karanlıkta uyumuş yine karanlığa uyanmıştım. On dokuz saattir uyuyor olmalıydım.

Evin etrafından dolanıp bahçeyi geçerken elimi ceketinin cebine soktum. Biraz olsun üzerimden geçen tüm her şey hafifledi, yaşadığım hezimet yavaşladı. Çünkü artık el eleydik. Bir süre şişmiş gözkapaklarımı açmayarak gözüm kapalı yürüdüm. Görememek, onun yanında çok da önemli değildi. Yürürken sürekli ses çıkartan ceketi, adımlarının tınısı ve burnuna gelen erkeksi koku seni devam ettiğine ikna ediyordu. Her ne kadar karanlıkta olsan bile.

Beni yine lacivert arabasının ön koltuğuna oturtmamış, üstelik bir de "Büyüyünce yeniden konuşalım," demişti. Gözlerimle ateş saçarak kapıyı açarken ona karşılık vermeye halim yoktu. Bunun yerine arkaya boylu boyunca uzandım ve Alaz'ı yalnızca çiseleyen yağmur için otomatiğe almadığı sileceklerin ara sıra çalışmasını izleyerek eve varmayı bekledim. Bu sefer hayli rahattım: Annem bu gece de gelmeyecekti.

Alaz evimin önünde durduğunda arabadan indi. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama ona izin vermedim. "Yalnız daha iyi olacağım," dedim. Haklı olmadığımı düşünür gibi kaşlarının ortasında iki minik çizgi belirdi ama elimi omzuna koydum. "Benim alışık olduğum bu."

Arkamızdan bir "Riva!" seslenişi yükseldiğinde Alaz bir an için anlam veremedi ama ben nereye döneceğimi iyi biliyordum. Verandada ayağa kalkmış bize bakan Simla teyzeye hafifçe el salladım. Ellerini beline koyup çenesiyle Alaz'ı işaret edişinden ne demek istediğini anlamıştım.

Dönüp ona "Bir şeyler içmeye gelir misin?" diye sordum. Işıkları sönük evimin önünde içten içe onunla biraz daha zaman geçirmek istemiştim. Umutsuz bir soruydu.

"Evet."

"Ne?" Simla teyzenin evini inceleyen Alaz'a kaşlarımı çattım. "Gelmem demen gerekmiyor muydu?"

Ters ters baktı. "Hasta mısın ya, evet işte..."

Evle arasına girip karşısına dikildim. Kaşlarım çatık halime karşı gözlerini ifadesizleştirdi. "Bak, dünkü halim yüzünden yapıyorsan..."

Kuğu: YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin