"Şimdi biz senle ayrı ayrı şehirlerde/Aynı şarkıyı dinliyoruz belki de."
Kafam birkaç gündür hayli karışıktı, toplayamıyordum. İlerlemeye çalıştıkça sanki kayıp düşüyor, yeniden başlıyormuş gibi hissediyordum. Kendime bile itiraf edemiyordum ama Çağrı'ya, Jülide yüzünden kızgındım ve ondan köşe bucak kaçıyordum. Diğer yandan anneme ve kendime babamı düşünmeyeceğimle ilgili yemin etmiştim ama her şeyin bir köşesinde ona da yer vermekten alamıyordum kendimi. Babam. Kendimi neyle ikna etmeye çalışırsam çalışayım Mert Ali Özer'den kalan şok ufak bir şey değildi.
Dahası odamda duran Mithat Göze'nin belgeleriyle ilgili kendimi sıkışmış gibi hissediyordum. Alaz'sa çok ayrı meseleydi.
Kırılıp bin bir parçaya ayrılan, farklı yönlere dağılan düşüncelerimi toplamak ister gibi yere baktığım sırada biri kolumu tuttu. İrkilerek bakışlarımı kaldırdım. Ne zaman insanlara hazırlıksız yakalanır olmuştum?
"Artık dur."
Kolumu tutan Çağrı'ya aceleci gözlerle baktım, yanında oyalanmamaya çalışıyordum ama yan çantası, bana ela gözleriyle kedi yavrusu gibi bakışı ve uzun boyuyla onu ilk gördüğüm gibiydi.
Gözlerim özlemle kısılacakken sertleşen sesi beni kendime getirdi. "Farkında olup ya da olmayıp yaptığın şeye bir son ver."
Kolumu çekmeye çalıştım ama bırakmadı ve elini elime indirdi. Nasıl davranacağımı bilmiyordum.
"Şu geldiğimiz hale bir bak. Beni doğru düzgün dinlemedin bile, suçum ne?"
Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip açıkta kalan elimi onun omzuna koydum. Ancak içimde bir şeyler eriyor ve sevdiğim adamların o kızın peşinden gittiği gerçeğini kızıştırıyordu. Gerçek olmadığını anlayıp başını iki yana salladı ama devam ettim.
"Kalplerimiz bizim suçumuz değil."
"İşte bu yüzden burada elini tutuyorum!" Ben, tanıştığımızdan beri ilk kez sesini yükseltmesinin şaşkınlığını yaşarken bunu durdurmadı. "Senin aksine ben imkânsızın peşinde sürükleniyorum! Bunun bu denli değersiz gelmesi bu yüzden mi?"
"Ne diyorsun Çağrı, anlayamıyorum artık ben hiçbir şeyi!" Gözlerim bulutlandı. Bakışlarımı yere indirdim. "Bana o kızdan bahsetme."
"Anlamayacak kadar bihabersin her şeyden."
Elimi elinden çektim ve ifademi donuklaştırarak "Yetişmem gereken bir yer var," dedim. "Sinirimiz geçince yeniden konuşalım."
Ben gittiğim yerden habersiz ileriye doğru şuursuz adımlar atarken arkamdan "Durup izlemek ne kadar zor bir fikrin var mı?" diye seslendi.
Yok, çünkü izlememe izin vermeyeceğimi biliyorum. Ben, benden istendiği gibi durup bakamam.
Merdivenleri inerken gücüm çekilmiş gibi hissediyordum. Okulda kimse kalmamıştı fakat yine de tanıdık birisiyle karşılaşacağımdan endişeliydim. Telefonumun titrediğini hissettim ama ceketimden çıkarmadım. Kim olduğunu biliyordum.
Kantindeki masaların içinden yalnızca her zaman oturduğumuz yere baktım. Adelya bomboş salonda ellerini masaya koymuş, garip bir ritim tutarak önüne bakıyordu. Saçlarını çoğu zaman yaptığı gibi sağa atmak yerine arkada düşük bir atkuyruğu yapmıştı. Birkaç adım daha atıp önündeki sandalyeyi çektiğimde beni fark etti ve soluk bir gülümsemeyle bana baktı.
"Selam."
"Geciktin."
Omzumdan geriye hızlı bir bakış attım. "Çağrı'yla karşılaştık da..." Devamında bir şeyler söylemek için ağzımı açtım ama sözler tıkanıp kalmış gibi daha fazla bir şey diyemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğu: YOL
Teen Fiction#4 Yalnızlık^^ Yalnızlığı en iyi anlatan hikaye! "Evrende bin bir yanlışlık var. Fakat ben en olmazı yaşıyorum. Okulda normal bir öğrenci sandığın narkotik polisinin gizli görevini ortaya çıkarmaktan daha kötü olan bir şey varsa o da, o polise aşık...