Yirmi Yedi: Giden Ve Kalan

10 1 0
                                    

"Tutmayın yol verin gidene, gidene."

Öfke. Kelime anlamının dışında, kollarımın içindeki damarlarda, sinir uçlarımda, saç tellerimde hissettiğim uyartılar bütünü. Gelip giden anlık krizlerimin sebebi olan şey.

Ritim mitim dinlemeden yere vurduğum ayaklarım uyuşmaya başladığında olduğum dünyaya geri döner gibi oldum. Başımı kaldırıp Mirza, Hazal ve Simla teyzeyi görmeden önce ani bir hareketle kalkıp elimdeki kahve kutusunu çöpe vurdum. Karton yamulana, kapak bozulana dek, sabahın yedisinde bir havalimanının ortasında çarptım ve çarptım.

Berge omuzlarıma bir şal bırakırken elimdekini komple attım ve üzerine tükürdüm. Kahvaltıdan önce uyanmaya çalışmak için içtiğimden midem bulanıyordu.

"Riva, sakinleş."

"Yok." Mirza'nın garipseyen bakışlarıyla karşılaştım. "Ben duramayacağım burada."

Hızlanıp aşağı kata inen merdivenlere doğru yürüdüm. Ayaklarım sanki havalimanının mermer yüzeyini çatırdatıyor, gözlerim kararmamak için bana direniyordu. "Al sana Alaz! Yerini alacak kişi de yok, sen de yoksun." Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Keşke giderken beni bana bırakacağının farkında olarak gitsen!"

Uçağının kapı numarasının önündeki koltuklardan birine çöktüm. Burada, tek başıma vedalaşacaktım. Hatta bir daha karşıma çıkmamasını söyleyecek, kızacak, bağıracaktım.

Berge'nin birkaç saniye sonra yanıma gelişindeki amacın aynısı olduğunu sezebiliyordum. Ağırlığını oturduğumuz yerde hissedince başımı çevirdim.

Mert Ali Özer'in iki yanında ellerimizi birleştirmiş duruyorduk. Adel'in saçları her zaman olduğu gibi –uzun hiç görmemiştim- yine boyun bitiminde kesilmişti, ben de atkuyruğu yapmıştım. Ve Nurhan amcanın bu işi kıvıramayacağında hemfikirdik. Babamın seyahatten döndüğü sayılı zamanlardandı.

O zamanki okul müdürü ve okulun yatırımcısı –henüz tanışmadığımız Kerem ağabeyin babası- karşımızdaki deri ofis sandalyelerinde oturuyorlardı. Nedensizce heyecanlanmıştım fakat şu kapıdan girene kadar umurumda bile değildi. Adel'in yanımda olacağı her yer bana en mükemmeliymiş gibi geliyordu.

"Anlarsınız ki puan bazen yeterli olmuyor," dedi gür saçlı, gözlüklü okul müdürü. "Neden bu ikisini bu okula alalım?"

Kendimi daha yeni kurtulduğum gibi bir sınavda daha hissederek "Yalnız bu ikisi alıp satacağın bir şey değil!" diye çıkışacak gibi olunca babam ileri atılmamdan yapacağım şeyi anladı ve kolumu tuttu. Hep biraz fevriydim. Arkadaşımsa bazen sinir olduğum soğukkanlılığını korumakta başarılıydı. Parmaklarını saçlarına geçirip kabarttı ve üzerine yüklendiği ayağını değiştirdi. Kaş göz yapmaktan son anda vazgeçtim.

Babam lafa yumuşak bir başlangıç yaptı. "Bu gördüğünüz..." Adel'den bahsediyordu. Babama dil çıkarmak istedim ama bir yandan da adamın dilinden konuşmaya çalıştığının farkındaydım. "Bilip bilebileceğiniz tüm arkeoloji kitaplarını okudu ve size bir bilimin tarihini ezberden söyleyebilir." O zamanlar babam biraz atıyordu ama şimdi gerçekten söylediği şey doğruydu.

"Sarışın olan ise..." Gözleri bana dönünce adamlara gülümseyip el hareketi çekecek elimin parmaklarını açıp el salladım. O zamana bakınca biraz daha durulduğumu görebiliyordum. "İnsanlarla müthiş iletişim kurar. Size şu üzerine oturduğunuz sandalyeleri bile yeniden satar ve istediğiniz her işi bağlar."

Muhbirlik mesleğimi doğuştan gelen sahtekârlık yeteneğimden kazandığım barizdi.

Yere doğru pis pis sırıttım:

Kuğu: YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin