Otuz Bir: İçgüdü

8 0 0
                                    

"Kalbe ben bir yol verebilsem."

Yukarıda, en yukarı katta ışık alan, geniş pencerelerin kıyısında oturuyordum. Omzumu hafifçe sağa yaslamıştım ve üzerimde beni şaşırtan bir hafiflikle tuhaf bir dinginlik vardı. Sanki bedenim yalnızca aydınlık pencerelere vuran ufak damlaları ve içindeki kan akışını duyabiliyordu.

Yine de dikkatimi ona vermeye çalıştım. Saçları daha da kısalmıştı ve yüzündeki durgunluk, arkasından yansıyan ışığın eseriymiş gibi görünüyordu. Öyle olmasını umut ettim. Birbirimize verecek pek bir sevinçli haberimiz yoktu.

İnsan gittiği yere kendini götürmemeliydi.

"Konuşmuyor musunuz hala?"

Kollarımı bağlayıp gözlerimi camdan ayırmadan iç çektim. "Bana birini öldürdüğünü söyledi, Adel."

"O bir polis, Riva. Birini vurması normal." Sesi, beni ona döndürdü. Taytın üzerine giydiği tuniğin rengini dizüstü bilgisayarımdan kestirmek güçtü.

"Tiyatroda bir dans sahnemiz var onunla," dedim usul usul. "Elleri buz gibi."

Yüzü biraz acıma biraz şefkatle yumuşak bir şekil aldı.

"O benden korkuyordu." Hafifçe dudaklarım kıvrıldı, kendimle dalga geçer gibi. "Şimdi ben de ondan korkuyorum."

Ekranda, başka bir ülkeyle arasındaki tek engel olan penceresine elini yasladı. "Yağmur yağıyor."

"Burada da."

Bir şimşek çaktı. Büyük beyaz ışıktan sonra gelen sesle birlikte bağlantı kesildiğinde "Belki de bu kadar hüzün ikimiz için de yeterliydi," diye mırıldandım. Tam da o anda geride bir hareket hissetmiştim. İrkilip hafifçe arkamı döndüm. Beni gören kız aşağı inmeye kalktı ama göz alıcı kırmızı saçlarını benden saklayamamıştı. "Hey, dur! Jülide!"

Onunla ve anımsattıklarıyla karşılaşınca tüm bedenimin kasılmasına engel olamamıştım. Ancak Alaz'ın bana layık görmediği cevapları alacak, oyunlarından çekilecektim. İki çift lafım vardı.

Duracak gibi değildi, masaların bitiminde tek omzundaki sırt çantasını yakaladım. Birden parlayan bir öfkeyle çantayı masaların birine savurdum ve kızın dehşet dolu bakışlarına karşılık "Konuşacağız," dedim. "Otur."

Beni daha önce hiç böyle görmemiş olmanın şaşkınlığıyla dediğimi yaptı. Sarsılmaz, kusursuz maskesini bakışlarım altında unutmuştu. Ellerimi masaya dayadım ve ona doğru eğildim. "Alaz'la beraber misiniz?"

Dudakları, sonunda, alaylı bir şekilde kıvrıldı. "Sana birini öldürdüğünü söyledi ve aklını meşgul eden sadece bu mu?"

"Sen beni aptal mı sanıyorsun?"

Masaya yasladığım ellerimin titremesinden, gözlerimde dolanan gölgelerden ne durumda olduğumu anlamıştı. Gözlerini boşluğa dikti ve bir iç çekiş gibi "Birbirimizin hayatında çok uzun süreden beri varız," dedi.

Kaşlarımı kaldırdım.

"Ona duyduğun şey yalnızca çocukça bir içgüdüden mi ibaret?"

Ona bakmaya devam ettim.

Bir sebepten tüylerimi diken diken eden anlık, histerik bir gülüş kopardı. Gerçeği zaten biliyordu. Ardından bakışlarım altında yüzü ciddileşti, çenesi kasıldı ve çantasının kayışını kavradı. "Dün gece onda kaldım."

Masaya yasladığım ellerim gevşedi, yüzü boğuklaşırken –kendimi kaybediyordum- azarlar gibi "Riva," dedi. Dikkatimi yeniden ona vermeye çalıştım ama tüm gücüm çekilmişti.

Kuğu: YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin