"Biz ayrılınca durmaz bu dünya."
Her gün sırtımda taşıdığım palmiyeli otantik çanta bugün çok daha ağırdı. Her bir adımımda geri geri çekiliyor, her beter gün bir öncesine dönme isteğimi körüklüyordu. Uyanalı beş azap verici saat olmuştu. Karşılaşmamak için annemin gitmesini beklemiş, o zamana dek kapımı sıkı sıkıya kapalı tutmuştum. Hangimiz diğerine daha çok kırılmıştı bilmiyordum. Fakat emin olduğum bir şey varsa o da aynı kaderin içinde olduğumuzdu.
Ne dersi için geldiğim, çantamda ve üzerimde ne olduğu meçhuldü. Kaybolmuştum.
"Formanı ters giymişsin."
Arkamdan gelen sesten korkup tökezlemiştim ki sesin sahibi, Alaz, düşmemem için elimi yakaladı. Dengemi sağlamaya çalışırken bir an olsun yüzüne bakmadım ama elimi bırakmamıştı. Hiçbir şey hissedemiyordum.
Okul bahçesinin ortasında kahve, tanıdık gözleriyle beni kontrol ederken boğazımdan yukarı bir rahatsızlık yükseldi. "Bana bakmayı kes," diye çıkıştım ona. Hayatımın en uzun hafta sonunu yaşamıştım ve bana yalnızca dün geceki halim yüzünden böyle dikkatlice bakıyordu. Bundan koşarak uzaklaşmak istedim.
Diğer elimle tişörtümün eteğini kavrayıp yukarı kaldırırken "Birileri bizi görebilir," diyordum bir yandan da. Düzgün giymiştim, benimle kafa buluyordu. Uykulu gözlerini yok etmiş çarpık gülüşüne baktım.
"Bahçede kimse yok. İlk dersi kaçırdık."
Yine de elimi ondan kurtarıp hızlı adımlar atmaya devam ettim. Peşimden gelmeyi seçtiğini çıkardığı kulaklıkların kablo seslerinden anladım. Etrafı bir grilik kaplamıştı. Bodrum'da sanılanın aksine zorlu kışlar yaşanırdı ancak bunlar geçiş yağmurlarıydı. Yaz geliyordu.
Kulaklığını ve kapüşonlusunu beceriksizce toparlamaya çalışırken ona ait olmayan sevimli bir çabası vardı. Bana dikkat eden Alaz değil, Alaz'ın bana acıyan yanıydı.
"Yaklaşma bana," dedim hüzünlendirici acı bir çabayla. "Ben artık bir muhbirim, eski Riva falan değil. Operasyonun seyrini düşünmek zorundasın."
Yüzümdeki öfkeye baktı. O an yalanlarımızla oradaydık. Çehremde, bir toprak kayması gibi bir hareket başlamıştı ve o ifadenin hüzne dönüşmesine engel olamıyordum. Elimi aramıza siper ettim. "Lütfen."
Bir an için sözümü dinleyerek durdu, saçları bulutların yansımasıyla daha açık renkliydi sanki. Ağır ağır arkamı döndüm ona. Bir adım atamadan ayak seslerini duydum ve bir kolunu göğsümün üzerinden bana dolayıp sarıldı.
Boğazıma takılan şey yüzünden gözlerimi yumdum. Üzerimizden bir meltem eserken "Annemin yaşadıklarını yaşamak istemiyorum," dedim. "Birbirimizi birkaç kez kurtardık zaten. Bitti, ben hevesimi aldım."
"Son bir işimiz kaldı," dedi, fısıldayışı bir öpücük gibi içimi titretirken.
Hızla çarpan kalbim dalga dalga Çağlar üzerinde yükseldi. Ellerimi kaldırıp bana sardığı koluna dokundum.
Sesi, bana dün gece değiştiğimizi unutturdu.
"Hadi bilekliğini bulalım."
*****
Alaz koridorun karşısında siyah, kaba ayakkabılarını yere vurarak ilerlerken cep telefonumu düşürmemeye çalışıp kulağıma yasladım. Onunla konuştuğumu belli etmemek için başımı yan tarafa çevirip "Dinliyorum," dedim. Bir hareketlilik başlamıştı ve geçip giden ifadesinden iyi bir şey olmadığını anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğu: YOL
Teen Fiction#4 Yalnızlık^^ Yalnızlığı en iyi anlatan hikaye! "Evrende bin bir yanlışlık var. Fakat ben en olmazı yaşıyorum. Okulda normal bir öğrenci sandığın narkotik polisinin gizli görevini ortaya çıkarmaktan daha kötü olan bir şey varsa o da, o polise aşık...