Beş: Yolun Sonu

32 1 0
                                    

Yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında.

Önüne engeller konulmuş, virajlı bir yoldu hazırlıklı olmadan sonuna varmak istediğim. İki yanında karanlık ormanlar sıralı, ışıkları kesik bir yoldu. Dahası, ne kadar ışıklı olursa olsun, ki olmadığına emindim, sonunu göremiyordum. Nereye gittiğini bilmediğin yoldan korkardın.

Ben de korktum.

Ancak beni korkutan göze aldığım bu asılsız takip değil, bana endişelerimi doğrulatan kahve bakışlarıydı. Yapabilecek tek bir şeyim bile yoktu. Geri dönmek önüme konulmuş korkak bir kuraldı. Gitmiştim oradan.

Son tutturduğum asfalt beni evime çıkarttığında Berge son adımda beni bekliyordu. Evimin demir kapısına yaslanmıştı, saatini gösterdi. "Geç kaldın."

"Söylemiştim."

"Söylemiştin."

Fazla üstelemedi. Adel'i evine bırakmış olması beni rahatlatmıştı. Bir şey olduğunda ona anlatacağımı biliyordu. Alnımı öpüp bana bir yerlere gideceğini ve istersem onlarda kalabileceğimi söyledi.

İstiyordum.

Simla teyzenin bir zamanlar bana verdiği ve artık onlara gittiğimde sorgusuz sualsiz alıp giydiğim pelüş pijamalarla kendimi daha rahatlamış hissettim.

Vişneçürüğü kanepenin üzerine kendimi atıp dizüstü bilgisayarımı kucağıma aldım. Burada kendimi evimde olduğumdan daha farklı hissetmiyordum. Tüm mobilyalar tanıdıktı ve istediğim zaman gidip buzdolabından yiyecek bir şeyler alabiliyordum. Bence bir insanın kendini bir yere ait hissetmesi için bu iki şey yeterliydi.

Simla teyze ise mutfakta çikolatalı kek pişiriyordu. Burnuma mis gibi kokular gelirken Adel'in çağrısına cevap verdim.

Ekran açılıp da en yakın arkadaşımın saçlarını seçtiğimde aynı zamanda fırının açılıp kapanma sesini işittim.

"Hiçbir sosyal medya hesabı yok," dedi Adel, kumral saç diplerinden pembe uçlarına sular akarken. Yeni duştan çıkmış görüntüsü gözaltlarına akmış göz kaleminin siyahlıklarıyla tasdikleniyordu.

Dudağımı dişledim. "Adel, kim bu?"

İsminden ve imzasından başka doğru düzgün hiçbir şey bilmiyordum -imzasını sınav sınıfımızda görmüştüm- fakat bana sorsan onu en çok ben tanıyordum. Kahvaltı etmeyi sevmediğini, kahvesiz ayılamadığını, yürüyüşünü, onun bile bilmediği birçok şeyi ben biliyordum.

"Sanki hiç var olmamış gibi. İzine sınıf arkadaşlarının hesaplarında dahi rastlamadım." Saçlarını geriye atıp nasıl durduğunu kontrol etti. "Bence artık başka bir maceraya atılmalısınız, Bayan Özer." Çarpık gülüşünden sonra ciddileşip devam etti. "Gerçekten seni tatmin edecek hiçbir şey yok bu çocukta."

Durup etraflıca düşündüm. Yapabilir miydim?

Rozetini teslim etmene ramak kalmıştı, cümlesi çınladı zihnimde. Hayır, artık çok geçti. Alaz'ın hayatına haddimden fazla dahil olacaktım. Belki kenara köşeye atılmış tozlu bir hikâyeyle karşılaşır, yeniden yazdıktan sonra tüm emeğimi onun yabancı, kahverengi gözlerine bağışlardım.

"Anlıyorum," dedi bana tanıdığı sürenin ardından. "Sen Alaz'ı kafaya taktın." İtiraz etmek için ağzımı açsam da izin vermedi. "Ve ben bugüne kadar kafanı kurcalayan bir şeyden vazgeçtiğini görmedim."

Gözlerimle amaçsızca halı desenini inceledim. "Sadece sıradan asosyal bir çocuk olamaz mı?" diye şansını bir kez daha denediğinde güldüm ve başımı iki yana salladım. Sorduğu sorunun cevabını ben çok iyi biliyordum.

"Mümkün. Ama olamaz."

"Madem ısrarcısın..." Üzerinde uzandığı yatağın köşesindeki telefonunu eline aldı. "Şöyle bir şey buldum."

Parmaklarını ekranda oynatıp açılan şeyi görmem için bilgisayarın kamerasına döndürüp yakınlaştırdı.

Bir çift kahverengi gözle karşılaşınca neredeyse dilimi yutuyordum. Karşımdaki fotoğrafta Alaz'ın gözleri bana bakıyordu ama aslında o Alaz falan değildi.

"Tanrım..."

Ben bakakalmışken kapının zili çaldı. Simla teyzenin baktığı kapıdan içeri giren kişiyi görmemle yutkundum ve "Adel, sonra konuşalım," deyip bilgisayarın ekranını indirdim. Eve geldiğimden beri kendini göstermeyen gerginliğim gittikçe artıyordu.

"Anne?"

Elmas kolyeleri, kusursuz takım elbisesi ve otoriter duruşuyla annem Sanem Hanzade Özer salonun eşiğinde durmuş bana bakıyordu. "Eve geldim, yoktun."

Doğru. Sen yapınca 'iş' oluyor.

El çantasını taşıyan kolunu hafifçe indirdi ve cevap vermemi beklemeden Simla teyzeye doğru zoraki bir gülümsemeyle konuşmaya başladı. "Simla Hanım, her şey için çok teşekkürler ama artık kızımı almam lazım."

Üzerindeki mutfak önlüğü ve küllü kumral kaküllerinin üzerine bağladığı beyaz puantiyeli kırmızı bandanasıyla annemle yaşıt görünen Simla teyze de gülümsedi. Fakat onun gülümsemesi daha içtendi.

Berge'yi çok kıskanırdım. Çünkü annesi hep her şey düzelecekmiş gibi gülümserdi.

"Alın tabi bizim prensesimizi. Müsait olduğunuz zaman da her beraber yemeye gelin."

"Tabi ki..." Bilgisayarımı buraya yeniden geleceğim mesajını vermek için kanepede bırakıp annemin yanına gittim. Eliyle omzumu tuttu. "İyi geceler size tekrardan."

"İyi geceler."

Alelacele ayakkabılarımı giyerken ellerini beline attı ve bana annem görmeden göz kırptı. Bu, seni seviyorum demekti.

Kapı arkamızdan kapanmış, annem bana dokunmayı bırakmıştı. Benimle aynı renk gözleriyle karşıdaki evimizi kontrol ediyordu. "Sabah okulun var. Nasıl hazırlanmayı planlıyordun?"

Yine başlıyoruz, dercesine omuzlarımı düşürdüm. "Yan evde oturuyoruz, anne. Oraya tuvalete bile gidebilirim."

Oturduğumuz villaların en belirgin özelliği birbirlerine çok yakın ve bahçelerinin ortak oluşuydu. Ben buna kötü bir özellik demezdim. Özellikle de yalnızsan ve insana ihtiyacın varsa...

"Her ne kadar iyi anlaşırsan anlaş, yabancı birilerinin evinde bu kadar geç saate kadar kalman hoş değil."

"Anne... Onlar sana 'yabancı', bana değil."

Ona, bu insanlarla ondan çok daha fazla zaman geçirdiğimi söylemek isterdim ama zahmet etmedim. Bir yararı olmazdı.

Eve hararetle girdikten sonra ağzımdan yanlış bir şey çıkmaması için kendimi apar topar odama attım. Bir kızım var demenizden nefret ediyorum, diye çığlık attı içim. Ben kendim büyüdüm.

Dudaklarımı sıkıp yatağıma çökerken elime aldığım telefonum beni tamamen başka bir yere yönlendirdi. Adel bana o fotoğrafı yollamıştı. Alaz olmayan Alaz'ı. Doktor önlüğü giyen birisiydi bu, bizimle aynı yaşlarda gibi gözüküyordu.

Alev Karay.

Kahverengi yuvarlakları çevreleyen göz şeklinin çekikliğini nerede görsem tanırdım. Kirpikleri siyahın en dip tonunda dizilmiş uzun oklardı. Ona -onlara- soğuk ifadeler katan ince dudakları ise aynı renkteydi.

Onun kanındandı. Alaz'ın kardeşi olduğuna yemin edebilirdim.

Ekranı aşağı kaydırıp arkadaşımın mesajını okudum.

"Kim olduğunu bulacak mıyız?"

Aklıma onun bu geceki davranışları ve geçidin oradan bana bakışı geldi. Nefes aldım.

Parmaklarım benden bağımsız hareket etti.

"Bulacağız."

Bölüm Sonu

Bu bölümü atmak için kıvransam da bilgisayarımı yanıma almamam beni mahvetti arkadaşlar. Sonunda evimdeyim ama. Mutluluk.

-Mavi.

Kuğu: YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin