On Bir: Hiç Kimse

17 0 0
                                    

Ellerin yasak, tutarsam kaçacak mısın söyle.

"Ciddi olamazsın."

Umut, kahverengi kıvırcık saçlara sahip, yakışıklı bir çocuktu. Onu son günlerde görmemem, zayıflamış olduğunu fark etmemle tasdiklendi. Kocaman ve hiç de doğru olmayan bir tepki verdiğimi biliyordum ancak kendime engel olamadım. Henüz provada olmadığımız için kıstırdığım ışığın izleri yüzümdeydi. Bomboş koltukların önüne serilen sahnenin ortasında ne yapacağımı bilemez haldeydim.

"Üzgünüm Riva, üzgünüm."

Kendi sorunumun düşüncesinden sıyrılıp Umut'a odaklanmam gerekiyordu. Karşımda üzüntüyle duruyor, ellerini saçlarından geçiriyordu. Bencilce davranıyordum.

"Üzülme," dedim, yalnızca benim fark ettiğim hatayı kendim için telafi etmeye çalışır gibi. "Ben olsam ben de giderdim, Umut."

Bugün yalnızca repliklerle ilgili prova yapmamız lazımdı ama birden böyle çaresiz bir konuşmanın ortasına sürüklenmiştim. Başrolümüz olan ve beni gerçekten oyunculuk yeteneğiyle büyüleyen Umut, dedesinin hastalığı ağırlaştığı için şehir dışına çıkmak zorundaydı. Oyuna çok az kala ve rolünde kusursuzlaştığı şu zamanda. Şu an korktuğu şey gerçekleşse onu son bir kez göremeyecekti. Şüphesiz gitmeliydi fakat peki ya...

Kendime kızdım. Şu an onun bu durumu benim gösterimden –bizim gösterimizden- çok daha mühimdi.

"Teşekkür ederim..."

"Gidebilirsin, Umut." Ona gülümsedim. "Başımın çaresine bakarım. Beni biliyorsun."

"Biliyorum tabii." Ağırlığını bir ayağından diğerine verdi. "Yap şu oyunu!"

Cesaret verişine mahcup bir gülümsemeyle karşılık verdim, yine de içim bas bas 'buraya kadar' diyordu. Gerçi başka konularda kendi kendimi yanıltıp tam tersi olduğunu görmüştüm.

Alaz'ı sınıfımın önünde görünce nutkum tutulmuştu. Her seferinde 'burada bitti' mottoma o kadar emindim ki... Dilimin tutulduğu o saniyelerde elini saçına atmış, ben de biraz önce benim elimi tutan eline bakmıştım. Sonra "İtiraf etmek istemiyoruz ama sana ihtiyacımız var," demişti.

Umut'un ne zaman el sallayıp çıktığını hatırlamıyordum.

"Sizi duydum." Oyunda rolü olan Hazal, sahnenin arkasından yavaş adımlarla yanıma geldi. "Yerine Demir ya da Alpay'ı koyarız." Elini, teselli vermek için omzuma koydu. Hemen arkamda bulunan bir dekora şuursuzca çöktüm.

"Ya onların yerine?"

Sustuk. Harika gidiyorduk, gerçekten müthiş olacağına emindim. Bugüne kadar bu sahnede oynanacak en güzel oyun olacaktı. Gözyaşı akıtmam aptalca gelmesine rağmen kendimi durduramadım. Hazal beni nasıl sakinleştireceğini bilememişti, o da çok üzülmüştü. Galiba bunca emekten sonra dağılmak zorunda kalacaktık.

"Kimseye bir şey söylemeyelim. Bir yolunu buluruz," dediğinde onu başımla onayladım. Ancak birini bulsak bile sıfırdan başlamak zorunda kalacaktık. Buna vaktimiz yoktu. Saatimin kolumda daha hızlı attığını duyumsadım. Gözyaşlarımı silerken ayaklandım.

"Benim bir işim var. Sen ışıkları kapatıp kilitler misin?"

"Burası bende, git sen."

Ona yeniden başımı sallayıp koridora çıkmak için kostüm odasını geçtim. Bomboş olan duvarları geçerken çok hızlı değildim. Yüzümdeki gözyaşı izlerinin silinmesi için daha fazla vakte ihtiyacım olduğunu biliyordum ama yoktu. Saat gelmişti. Bu endişelenebileceğim son şeydi.

Kuğu: YOLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin