4.1

319 41 35
                                    

***

Aradan günler, haftalar, yıllar geçmişti. Aksu artık onu görmüyordu fakat öyle çok istiyordu ki görmeyi. O gerçekten ölmüştü. Canından çok sevdiği insan, dünyadan uzaklaşmıştı. Uzak diyarlara göç etmişti.
Aksu her gün mezarına çiçekler koyuyordu. Portakallar vardı kenarlarında. Gözyaşı karışmıştı toprağa. Yağmur yağdı, tüm hızıyla şiddetiyle. Bir çığlık doluştu etrafa.
Aksu karşısında yine onu gördü o gün. Kalbi parçalanırken ona baktı. Ruhunun yeniden yıpranmasına izin vermeyecekti.
Gölgeleri sığınmaktan artık vazgeçekti.
Fakat gölgelerin ondan kaçmasını göze almamıştı.

"Sen gerçek değilsin. Git buradan. Çınar öldü. Artık o yok. Seni görmek istemiyorum. Neden karşıma çıkıp duruyorsun. Sadece bir hayalsin. Gerçek değilsin. Sen gerçek değilsin."
Dedi tüm çıplaklığıyla Aksu. Gözlerinden yaşlar yine tüm hızıyla dökülüyordu. Bu acıya dayanamıyordu. Onun öldüğüne inanmıyor hatta aylardır onun gelmesini bekliyordu fakat şimdi ona inanmak istemiyordu. Çünkü biliyordu, artık o da kendi gerçekliğinde boğulmuş ve tıkanmıştı. İnanmaktan başka çaresi kalmamıştı.

Daha ölmeden ölümü yaşayıp, ona sarılıyordu. Ölüme aşık oluyordu...

Kısa bir sessizlik sardı etrafı. Bu koca sessizlikte ne bağrışlar, ne çığlıklar geçti. Kimseler duymadı.
Aksu yok oluşunu inşa ediyordu yavaşca.
"Ben buradayım. Marul burada. Beni yine mi kaybetmek istiyorsun? Ben buradayım. Beni sevdiğini söylemiştin. Ben gerçekten ibaretim" dedi Çınar. Ya da onun gölgesi de denilebilirdi...

"Yine pamuk şeker yiyip atlı karıncalara binelim. Yine film izleyelim sen ağla, ben gözyaşlarını sileyim. Ama izlemeyelim. Ağlarsan ben ölürüm.Bunu yapamam. Yine birlikte olacağız değil mi Aksu? " Elleri titriyordu Aksu'nun, esen rüzgar saç tellerini çok uzaklara götürüyordu. Aksu inanmak istiyordu, gerçek olmadığını en derinlerinde hissediyor fakat yine de inanmak istiyordu. Çınarın gölgesi Aksuyu ele geçirmişti. Kurduğu hayal dünyasına yine inanmayı seçmişti. Başka bir seçeneği yoktu ki. Aşktı konu. 

"Seni çok özledim kafayı yiyordum, neredeydin sen aptal. Ben neler yaşadım, çok korktum, ya öldüysen gerçekten diye çok korktum. Bir daha beni bırakma, sana yalvarıyorum. Ben seni o gün o kadar bekledim ki bir umudum vardım Gelmedin. Seni yaşadığını söyledim kimse inanmadı. Artık sen buradasın. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık. Zincirlerimden çıkıp özgür olacağım. Birlikte olacağız."

Aksu bunları derken ona doğru yürüyordu. Ona kocaman sarılıp sıkıca elini tutacak bir daha bırakmayacaktı. Yada o öyle zannediyordu.

Çınar arkasına döndü ve hızla koşmaya başladı. Aksu neler olduğunu anlamasa da peşinden geliyordu. Tüm hızıyla koştu, bütün gücüyle. "Oyun mu oynuyoruz? Yakalanbaç demek." dedi kahkahalar atarken. Bir hayalin son oyunuydu bunların. Artık ne bilet kalmıştı ortada ne oyun.

"Beni seviyorsun değil mi? O zaman beni bırakma" dedi Çınar. Uçurumun boşluğuna düşmeden önceki son cümlesiydi. Aksu arkasından koştu ve uçurumdan aşağı atladı. Hayal dünyasına yine inanmayı seçmişti. Gerçek olmadığını biliyordu. İnanmak istiyordu bu küçük yalanına. Bir çukura atladığından habersizdi. Fakat Çınar ortadan kaybolmuştu. 

Zaten hayat, kurduğumuz yalanlarla çevrili bir oyun değil miydi?
"Seni bırakmayacağım" olmuştu ölmeden önceki son sözü Aksu'nun. Sessizlik, boşluğa karıştı. Rüzgarın sesi bile artık kaybolmuştu gölgelerde. Aksu gerçeklik ile yarıştığı savaşı kaybetmiş ve aşkına yenik düşmüştü. Arkasına sığındığı umutlardan artık kaçmamış ve yine bir umuda inanmıştı. Fakat bir sorun vardı. O, ölesiye sevdiği adam, satırlar, şiirler yazdığı adam gerçekten de yıllar önce ölmüştü. 

Aksu orada can vermişti. Belki cennette tekrar karşılaşabilirlerdi öyle değil mi?

---------------


ölü ruhlar müzesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin