Atış poligonu önümüzde uzanıyordu. Sam nükleer silahlardan ben ise normal bir silah seçmiştim. Sam’in silahı bir reaktör parçalayıcıydı. Ben ise basit bir ok ve yay seçmiştim. Basit derken Sam’in silahın göre basitti. Aslında en son teknolojiyle donatılmıştı. Nişan alırken baktığın yer nişan aldığın hayvanın ya da insanın ağırlığına kadar sana bilgi verebiliyordu. Tabii ki biz şimdilik tahtadan hedeflere doğru çalışacaktık. Başlangıcı Sam’e bıraktım. Sam reaktör parçalayıcıyı hedefe doğrulttu. Delikten baktı ve bir saniyeden daha kısa bir sürede düşünmeden hemen tetiği çekti. Kulakları sağır eden bir vızıltı çıktıktan sonra büyük bir ışıltı çıktı. Otuz saniyeden kısa bir sürede Sam’in karşısındaki hedef yok olmuştu. Hedefin birkaç adım arkasında parçalanmış tahtalar duruyordu. Açıkçası bu bayağı etkileyiciydi. Sıra bana gelmişti. Sam yana kayarak bana yer açtı. Böylece atış yapmak için hazırlanabilecektim. Biraz heyecanlanmıştım. Sanırım bunu ilk defa deniyordum. Daha önce silah laboratuvarına gitmiştim ama hiç silahlardan birini denmemiştim. Gözümü nişan alırken baktığım yere koydum. Birden gözümün önünde birçok sayı belirdi. Çoğu sıfıra yakındı çünkü hedefin fazla ağırlığı yoktu. Oku dikkatli bir şekilde gerdikten sonra ben de Sam gibi hiç düşünmeden bir anda bıraktım. Okumdan da garip bir vınlama sesi çıktıktan sonra hedefe saplandı. Sam ile gidip daha yakından baktık. Hedefi kalbinin tam ortasından değil de biraz üstünden vurabilmiştim. Bu Sam’i etkilemişti. Beni etkileyen ise okun biçimiydi. Okun en ucunda dengeyi ayarlayan bölüm oldukça ilginçti. Dengeyi ayarlayan bölüm demirdi. Bildiğim kadarıyla eskiden deriden yaparlarmış. Demir ile dengenin sağlanacağı asla aklıma gelmezdi herhalde. İkinci ilgimi çeken şey ise okun gövdesinde harfler kazılıydı. Daha doğrusu bir şeyin baş harfleri kazılıydı. Okun gövdesinde G. A. H. yazıyordu. Üçüncü ve son olarak da ilgimi çeken şey okun ucuydu. Tam olarak üçgen şeklinde değildi. Ucu hafif kavisliydi, hançere benziyordu. Diğer oklarında böyle olup olmadığına bakmak istiyordum ki Sam düşüncelerimi dağıttı. ‘’ Anita harika bir atış yaptın. Tebrikler.’’ ‘’ Teşekkürler Sam, sanırım silah kullanmakta iyiyim. Senin kadar olmasa da…’’ diye karşılık verdi. Sam tam ağızını açmıştı ki kan dondurucu bir çığlık konuşmalarımızı böldü. Sam ve ben birbirimize bakakaldık. Ama ikimizin içinden de bir tek düşünce geçiyordu. Sesi takip etmeliydik. Sam hemen yola atladı. Ben de hedeften oku alıp ok kılıfına koyduktan sonra arkasına takıldım.
Ağaçların ve kayaların arasından, üstünden atlaya atlaya sesi takip ediyorduk. Çığlığın üzerinden neredeyse bir dakika geçmişti ama o boğuk ses hala kulaklarımda yankılanıyordu. Ve doğru yola saptıkça yankılanmaya devam ediyordu. Bunu hissedebiliyordum. Bu yüzden Sam’e ben yol gösteriyordum. Bir süre sonra kafamda yankılanan çığlık akıl almaz bir ses düzeyine ulaştı. Hemen olduğum yerde durdum. Sam bana döndü ve bir şeyler söyledi ama kafamdaki ses yüzünden onu duyamıyordum. Sadece bir fısıltı şeklinde ‘’ Burası.’’ diyebildim. Sanırım Sam dediğimi anlamıştı. Bu nedenle etrafa bakınmaya başladı. Ondan birkaç saniye sonra da ben etrafa bakınmaya başladım. Bir açıklıktaydık. Etrafımızda bir dereden çok daha küçük bir su birikintisi ve içinde de balıklar vardı. Ağaçlar eğilerek neredeyse gökyüzünü görünmez bir hala sokmuştu. Biraz ileride yaklaşık yüz yaşında bir ağaç vardı ve içi oyuktu. Bir anda aklıma dank etti. Ve ağaca doğru yaklaşan Sam’e bağırdım. ‘’ Sam, HAYIR!’’ Fakat çok geç kalmıştım. Bağırmamdan bir saniye önce Sam attığı adımla tuzağa düştü. Burası daha önce benim de tuzağa düştüğüm yerdi. Bir anda elim eskiden yara izimin durduğu ama şimdi bir mavilik olan yere gitti. Hızlı olmalıydım ve tekrar yakalanmamalıydım. Sam de benim kadar olmasa da durumun farkına varmıştı ve o da her zaman yanında taşıdığı bıçağını arıyordu. Ancak bıçak bendeydi. Hemen elimi cebime attım ve bıçağı Sam’e doğru fırlattım. Sam bıçağı yakaladı ve kabzasının yanında bulunan minik bir düğmeye bastı. Böylece bıçağın metal kısmı ortaya çıktı. Fakat geç kalmıştık. Sam henüz halatları kesemeden etrafımız beş adamla doldu. Hepsinin yüzü birbirine benziyordu ama birinin yüzü tanıdıktı. Bana doğru yaklaşıyordu. Bu uzun boylu esmer adamdı. Yine kötü bir gülümseme vardı yüzünde. ‘’ Vay, vay, vay… Yine dans etmeye mi geldin Avatar?’’ diye yürüdü yanıma doğru. Gayet kendimden emin bir sesle konuşmaya çalıştım. ‘’ Seninle vakit kaybedemem, bizi artık rahat bırakın. Yoksa sizi memnuniyetle tekrar yenilgiye uğratırım.’’ Adam saçma saçma güldü. ‘’ Tamam, minik sevgilin, Sam’i rahat bırakacağız. Ancak bizimle geleceksiniz. Tam cevap vermek için ağızımı açacakken adam bir hareketle kınından bir hançer çıkardı ve anında halatları kesti. O an donup kaldım. Bu hançer… Bana kolumdaki maviliği hediye eden hançerdi. Sam yere ulaşır ulaşmaz ‘’ Sam koş!!!’’ diye bağırdım. Sam hiç tereddüt etmeden koşmaya başladı ancak 2’ye karşı 5 kişiydik.
İki kişi kolayca Sam’in yolunu kesti. Sam onları halletmeye çalışıyordu ancak garip bir şekilde nükleer silahı hiç kullanmıyordu. Sadece tekme ve yumruklar vardı. Benim etrafımda ise üç kişi vardı. Ajanlardan biri esmer adama ‘’ Emriniz General Howard?’’ diye sordu. General Howard, adamın adı buydu. Adam bana doğru bir bakış atıp sırıttıktan sonra ‘’ Onu hafife almayın.’’ dedi. Bunun üztüne iki adam üstüme gelmeye başladı. General Howard ise olanları geriden izliyordu. Adamlardan biri yumruk ve tekme atarken diğeri beni zapt etmeye çalışıyordu. Beni zapt etmeye çalışanın karnına bir yumruk indirdim. En son oku ve yayı bıraktığım yere doğru koşmaya başladım. Ajanlardan hala ayakta olan bacaklarıma bir ağ fırlattı. Bunun üzerine ayaklarım yerden kesildi ve yere kapaklandım. Yerde yatarken bana doğru gelen General Howard’ı gördüm. Birkaç adım ötemde Sam kıyasıya mücadele veriyordu. Ben de durmamalıydım. Bükücülüğümü kullanmak istemiyordum ama başka şansım da yoktu. General Howard’ın bana tam olarak yaklaşmasına yaklaşık yedi adım vardı. Hemen ateş bükerek ayağa kalktım. Açıkçası bunu yapabileceğimi bilmiyordum. Tamamen içgüdüsel olarak yapmıştım ama olmuştu işte. Yerde yanık izleri vardı. Tabii ayağa kalkmamla birlikte ayaklarımdaki ağ da yanmıştı. General Howard’ın karşısında oldukça güçlü bir şekilde dikiliyordum. Düşünmeye gerek yoktu çünkü ben kararımı vermiştim. General Howard’ın üstüne minik kaya parçaları fırlatmaya başladım. Adam afalladı ama kayalardan kurtulabildi. Üzerine ateş topları fırlattım. Sadece kolunun kenarı ve kıyafetleri yandı. Çok daha kurnaz olmalıydım ve hiç beklemediği bir şeyi yapmalıydım. O sırada aklımdan keşke hava bükebilseydim, bunu kimse beklemezdi diye geçirdim. General Howard karşımda bana tekme ve yumruk atarken ben de ona aynısını yaptım. Sonunda açığını bulabildim ve karnına iyi bir tekme geçirdim. General Howard geri doğru sendeledi ama yüz ifadesinden olanlardan sıkıldığı belliydi. Bu nedenle belindeki hançeri tekrar çıkardı. Bu olay yine birkaç saniyelik duraklamama neden oldu. Yerime sabitlenmiştim ama kaybetmeye niyetli değildim. Aklımı başıma topladım. Bu adamı kurnazlıkla yenebilirdim. Etrafımızdaki minik dereden su büktüm ve yanıma getirdim. Daha önce yaptığım gibi damlalara ayırdım ve damlaları elimin bir hareketiyle dondurdum. Şimdi yakınımda sivri buz parçaları duruyordu. Hiç düşünmeden onları General Howard’ın üstüne fırlattım. Birkaç tanesi adamın koluna saplandı. Birazı da kolunu sıyırdı. Sonuçta adamın bazı yerlerinde çizikler oluşmuştu. Birden biri arkamdan geldi ve beni tam boynumdan sardı. Aynı zamanda da ayağımı yerden kesti. Beni boğmaya çalışıyordu. Bu arada General Howard önümde sırıtıyordu. Elinde de hançeri tutuyordu. Bana doğru hızlıca yaklaştı ve ben çırpınırken hızlı bir şekilde mavi izin olmadığı kolumda da uzun bir yara izi açtı. Bunun üzerine derim delicesine yanmaya başladı. Nefes almakta da oldukça güçlük çekiyordum, gözlerim de yanıyordu ve bilincim yavaş yavaş kaybolmaya başlıyordu. Bir anda arkadan boğazımı sıkan kuvvet kayboldu. Etraf da yavaş yavaş netleşmeye başladı. Arkama baktığımda hem beni yerden kaldırmaya çalışan Sam vardı hem de yerde yatan ve kafasının arkasından kan sızan bir ajan vardı. General Howard hemen üstümüze atıldı. Kafamı topladım ve elimi yumruk yaptım. Aynı zamanda da yumruğumu ateşe bürüdüm. Üstüme gerçek anlamda atılan General Howard’ın hem yüzüne hem de karnına bir yumruk geçirdim. Adam geriye yığıldı. O an yüzünde, alnının kenarında bir yanık izi ve karnının hizasındaki tişörtünde yanık izi vardı. Yerde baygın bir halde yatıyordu. Fakat tahminimce bu fazla uzun sürmezdi. Sam olanları izlerken olduğu yerde duruyordu ama yüzündeki nefreti ve öfkeyi fark edebiliyordum. Ona dönüp ‘’ Sam, hemen buradan gitmeliyiz.’’ dedim. Üsse doğru kanayan bir kolla ve mor yüzlerle dönerken bir şeylerin ters gittiğini ikimiz de fark etmiştik.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arkadan Gelenler (#Wattys2015)
FanfictionBüyük bir sorun vardı. Kim olduğumu ve oraya nasıl geldiğimi bilmiyordum. Bükücülük kitaplarını sevenlere tavsiye ediyorum.