Güven

86 13 0
                                    


Bir çırpıda olanları Haymitch'e anlatmıştım. Daha fazla şeyin içimde kalmasını hiç istemiyordum. Haymitch de en az benim kadar sinirlenmişti. "Bu dangalaklar ne zaman yakamızı rahat bırakacaklar. Hala onlardan daha iyi olduğumuzu nasıl anlamazlar." diye volta atmaya başladı oturma salonunda. Zaten ortalıkta ve diğer askerler arasında fısıldaşmalar sürüyordu. Bu lafını duyanlar daha da çok konuşmaya başladılar. "Bunu tabii ki halledeceğiz Haymitch. Sadece bana uymanı istiyorum." Haymitch bana yan yan baktı. O kimseden emir almazdı. Ama en sonunda boyun eğdi. Ne de olsa doğu üssünde aylar geçiren o değil bendim. "Tamam öncelikle senden istediğim bana en güvendiğin askerleri getirmen. İkincisi de en iyi silahlarını toplaman. Gün batımından önce yola çıkmış olacağız. Askerlerin iyi eğitilmiş olmasına dikkat et." Haymitch bana doğru bir bakış attı ve "Emredersiniz efendim." dedi, ardından da gülüp gitti. Ben bile olsun birazcık mutlu olmuştum.

Koridorlarda ilerlerken zamanın geldiğini düşünmeden edemiyordum. Bu plan kusursuz olacaktı, olmak zorundaydı. Başka bir şansımız yoktu. Son olarak odama bir uğradım. Gereken birkaç eşya olabilirdi. Öncelikle özel kitabı yanıma aldım. Yolda en azından hava bükücülğüğe dair bir şeyler okuyabilirdim. Belki de hiç yoktan iyi olacaktı. Kolyem... Kolyemi boynumdan çıkardım. Artık normal bir taş değildi. Benim dönüşümümle birlikte o da dönüşmüştü. Fakat bu onu daha görkemli ve daha acımasız gösteriyordu. Buna ihtiyacım vardı. Umarım ben de öyle görünüyorumdur, diye düşünüp kolyeyi bu sefer tişörtümün içine koymaktansa dışarıda bıraktım. Dolaptan kamuflaj kıyafetlerimi ve normale göre daha hafif olan asker postallarımı giydim. Masanın yanında duran minik bel çantasını aldım ve içindekileri kontrol ettim. Daha önceden kullandıklarım. Bunların işimi göreceğini umuyordum. Çantayı belime taktığım gibi odadan dışarı fırladım ne arkama baktım ne de arkada bıraktıklarıma.

Haymitch beni kapının önünde bekliyordu ve diğerlerine talimatları anlatıyordu. Aynı zamanda kalabalıktaki en önemli kişilere saat telsizler dağatıyordu. Yaklaşık on kişiydik. En son ben Haymitch'in yanında dikilirken biri dönüp beni süzdü ve ardından da "Peki görev komutanımız kim?" diye sordu. Ben daha soruyu algılamadan Haymitch döndü ve "Komutanınız Anita." dedi. Bazıları fısıldaşmaya bazıları da arabalara doğru dağılmaya başladılar. Herkes dağılırken Haymitch'e döndüm ve " Teşekkürker Haymitch. Bana gerçekten güvendin." dedim. Haymitch alaycı bir bakış attı. "Bir şey değik ufaklık." Ufaklık mı? Ondan sadece 4 yaş küçüktüm. Tamam biraz fazla küçüktüm ama bunu yüzüme vurmasına gerek yoktu. Zaten bunu dile gertirmek gibi bir amacım da yoktu.

Arabanın durmasıyla aşağı ilk ben atladım. Planımıza sadık kalıyorduk. En önden ben gidecektim. önce içerideki güvenlik durumundan emin olmalıydım. Şansıma dolaşan muhafızların birkaçı belki oradan gittiğimi henüz öğrenmemiş olabilirdi. Öncelikle güvenlikle ilgili bir şeyler öğrenmiştim doğu üssündeyken. Daha yaygın olarak kamera sistemi kullanılıyordu. Dışarıdaki kameralar suya dayanıklılardı, zarar gördükleri an kendilerinden alarm vermeye başlıyorlardı yani alarm vermemeleri sağlamak oldukça zordu ama bir planımız vardı. Haymitch, ben ve Haymitch'in görevlendirdiği bir çocuk arabanın önünde dikiliyorduk. Araba üsten biraz uzaktaydı ama onu görmelerine imkan yoktu. Haymitch'in görevlendirdiği çocuk elinde boya silahıyla bekliyordu. Bunu Haymitch benim alarm uyarım üstüne almıştı. Çocuk oldukça iyi bir nişancıydı. Çalıların arasından beni gizlemek için kamerala boya fırlatacaktı. Kolay bir işti ve kimse fark etmeyecekti. Çünkü doğu üssü oldukça az muhafız çalıştırıyordu ve bunların hiçbiri kontrol odasında bulunmazlardı. Zaten kontrol sistemi oldukça iyiydi kendiliğinden alarm veriyordu. Tabii ki boya tabancası beklemiyorlardı. Bu akıllarına gelebilecek en son şeydi çünkü oldukça çocukcaydı. Benim işaret vermemle çocuk yerine yerleşti. Kameraların özel bir sistemi daha vardı. Bazıları harekete karşı hassastı. Hareket anında o noktaya dönüyorlardı. Hemen yerden büyükçene bir taş aldım ve iki kameranın tam ortasına fırlattım. İki kamera da neredeyse aynı anda taşa doğru döndü. Çocuk bir saniyeden kısa bir sürede ikisinin birden görüş alanını kapamıştı. Tabii ki kendisi de görünmemişt. Zaten ağacın tepesinden görünmesi imkansızdı. İki kameranın ve diğerlerinin de kapanmasından faydalanmalıydım. Çocuk ikinci kamerayı hedefler hedeflemez koşmaya başladım. Üssten birazcık uzaktaydık. Hızlı ve çeviktim. Bir dakikadan kısa bir sürede havalandırma deliğine geldim. Aslında tam olarak bir havalandırma deliği değildi. Bu delikten çöpler ve artıklar atılırdı.Yani bu da buranın yemekhanenin arkasında ya da temizlik odasının arkasına çıktığı anlamına geliyordu. Kaygan delikte tırmanmaya çalışmak oldukça zordu. Başta boru düz giderken birden dikleşmişti ve şimdi ise orada öykece duruyor ve yukarı çıkmanın bir yöntemini arıyordum. Aynı zamanda üstüme bir şey düşmemesi için dua ediyordum. Birden kafamda bir ampul yandı. Ben artık tam bir avatardım. İstersem buradan hava bükücülüğü kullanarak çıkabilirdim. Tamam pek bir şey bilmediğim ortadaydı. Yolda biraz kitaba bakmıştım ama kabullenmem gereken bir nokta vardı. Bu güç bana verildiyse hazır olmalıydım, zorundaydım. Kitaptakileri hatırlamaya başladım. "Derin, derin nefesler alın... İşin sırrı gerçekten sakin kalmaktadır." Bir an için gözlerimi kapadım. Ardından ellerimden geçen soğuk hava akımını hissedebiliyordum. Hemen ellerimi aşağı bakacak şekilde komutlandırdım ve bir kaç saniye içinde neredeyse uçuyordum. Tabii bir tünelin içinde. En sonunda yukarı çıkmıştım ki kafamı tünelin ucuna çarptım. Kapak gibi bir şey vardı. Kapağı hızlıca ittirdim ve hemen saldırı pozisyonuna geçtim. Ama şanslıydım o kadar ses çıkmış olmasına rağmen kimse gelmemişti. Kendimi yere attım ve başımı ovaladım. Birkaç dakikaya şişeceği belliydi ama şu anda bunu takacak durumda değildim. Bir şey başarmıştım. Bu da beni haliyle mutlu etmişti. İlk talimatımı vermek için saate doğru fısıldadım. "İçerdeyim, tamam..." Biraz cızırtı geldikten sonra Haymitch'ten cevap geldi. "Seni dinliyoruz." Biraz daha zamana ihtiyacım vardı. "Henüz değil." diye yanıtladım. Ardındanda hızlıca etrafıma göz gezdirdim. Temizlik odasındaydım. Hemen yanıdmaki raflara göz gezdirdim. Birkaç tuvalet kağıdı, süpürgeler falan filan, havlular... Sonunda aradığımı buldum. Birinin kıyafeti... Bir temizlikçi kıyafetiydi bana biraz büyüktü ama bu iyidi. Böylece boyun örtmek için olan bağ ağzımı da kapıyordu. Hızlıca diğer yerleride üstüme geçirdim. Belimdeki çanta ve silahlarda gizleniyordu. Keyiften çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Yerde bulduğum bir bez parçasıyla da saçlarımı kapadım. Yemekhanede tek tük gördüğüm temizlikçi kadınlar da böyle yapıyorlardı. Bir de normalden daha kambur duruyorlardı. Ben de öyke durmaya özen gösterdim ve kendimi koridora attım. Koridorda yavaşça acelem yokmuş gibi yrüyordum. Kameraların ilgisini çekmemeliydim. Göz ucuyla onlarada bakıyordum. Şu anlık her şey normal gidiyordu. Bir anda önüme bir yol ayrımı geldi. Burayı işte o an hatırlamıştım. Hızlıca sola döndüm. Lea'yı nerede bulabileceğimi hatırlıyordum. Cam kapılı laboratuvarın önünde durdum. İçerisi görünmüyordu ve içeri girmeme imkan yoktu, taramadan geçemezdim ama sakince kapıyı çalabilirdim. Kameralar beni sadece temizlik yapmaya gelen biri zannedebilirlerdi. Sakince kapıyı çaldım. Birileri yürüdü ve kapı açıldı. Karşımda Lea'yı görmemle nasıl bir duygu yaşayacağımı şaşırmıştım. "Tam zamanında geldiniz, daha yeni şu tüpü devirdim. Toplayabilir misiniz?" Lea beni içeri alıp kapıyı kapayana kadar bekledim. Ardından yanına gittim. Orada yüzümü açamazdım çünkü kamera olup olmadığından emin değildim. Masanın yanında eğildim ve Lea'nın beyaz önlüğünü çekiştirdim. "Siz ne yapıyorsunuz?" Masanın altı gözükmüyordu bu nedenle boğazlığı ağzımdan çektim. Ardından da parmaklarımla sus işareti yaptım ve eğilmesini işaret ettim. Lea'nın beni tanıması biraz zaman aldı ama beni görür görmez yere eğilip boynuma atıldı. Fısıltılarla çığlıklar atıyordu neredeyse. "Anita, neredeyse geldin, beni bıraktın zannettim. Bir de..." Onu hemen susturdum ve daha sıkı sarıldım. "Seni almadan hiçbir yere gidemezdim." O sırada ellerini çekti ve gördüklerim karşısında donup kaldım. Bileklerinde kocaman morluklar vardı. "Bu da ne böyle?" Sesim fısıltı olsa da kızgınlığım ortaya çıkıyordu. "Bunlar mı..." Lea henüz konuşmasını bitiremeden atıldım. "O mankafa general yaptı değil mi?" Lea yüzüme bakmıyordu ama generalin yaptığını bilmem için dahi olmam gerekmiyordu. "Lea burada güvenlik kamerası var mı?" Lea başını hayır anlamında salladı."Sadece bir tane var ama çalışmıyor. Yani sadece general beni buraya kitlediğinde çalıştırıyor ama sen gelmeden biraz önce kontrol etmiştim. Çalıştırmamış." Bunu duymamla ayağa fırlamam ve sesimi normal tonuna koymam bir odlu. "Lea hemen buradan çıkmalıyız. Bu hepimizin iyiliği için." Lea'nın gözlerindeki umudu bir an için gördüğüme yemin edebilirdim. "Memnuniyetle..." diye şakıdı resmen. Onun bu halini görmek beni mutlu etti. Ona tekrar sarıldım ve kulağına fısıldadım. "Merak etme o generali bugün doğduğuna pişman edeceğiz."

 Lea'yla hala laboratuvardaydık. Lea'ya yapacaklarımızın kısa bir özetini anlattım. Ve tabii ki onun yardımına da ihtiyacım olduğunu ekledim. Bunun üzerine Lea yaklaşık yirmi dakikadır bilgisayarlarla uğraşıyordu. Ben de o sürede laboratuvardan ihtiyacım olabilecek şeyleri buldum. En sonunda Lea "Tamamdır yani neredeyse." diye seslendiğinde General Howard'ın ilaçlarıyla ilgili bir sıvıyı cebe indirmekle meşguldüm. Ne istersen al demişti Lea. Hem bunu onun için kullanabilirdik. Hemen Lea'nın yanında bittim. "Durum nedir Asker?" diye sordum. Bana gözlüklerinin üstünden şöyle bir baktı ve ardından da küçük bir gülümseme belirdi. "Şöyle ki kameraları etkisiz hale getiremedim. Fazla üst düzey bir koruma kilidi var. Bunun için saatler gerekli ama yapabildiğimin en iyisini yaptım. Artık kameralar kayda almıyor. Sadece o an için gösteriyorlar. Bir pencere gibi." Bu müthiş bir haberdi. "Muhteşemsin Asker." Onu hemen yanıma aldım ve "Buradan çıkıyoruz." diye seslendim. Laboratuvardan koşmaya başladık. Lea beni doğruca ana kontrol odasına götürecekti. Odaya varmamız düşündüğümden de kısa sürdü. Gerçekten de kameralar kayıt yapmıyordu ve düşündüğüm gibi kimse başında yoktu. Lea'yı oraya oturttum. "Asker şimdilik burada kalmanı istiyorum. Bu görevde bana çok yardımın olacak." Ona bel çantamdan çıkardığım bir telsiz saati verdim. Lea umutla saati aldı. Bana kalırsa on dört yaşındaki bir çocuk için oldukça olgundu. Ben tam kapıdan çıkarken seslendi. "Beni almak için geleceksin değil mi?" Ona doğru döndüm. "Hayatım pahasına..." ve koridora fırladım.

Arkadan Gelenler (#Wattys2015)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin