Yola çıkalı bir saat olmuştu. Hala içimde büyük bir fırtına vardı. Arkamda bıraktığım insanları düşünemeden edemiyordum. Ayrıca General’e de büyük bir kin duyuyordum ve intikam almak istiyordum. Gerçi yaptığım şeyi yani diğer doğu üssüne gitmek yerine üsten ayrıldığımı öğrenince küplere binmesi bana yeterdi. Bunu neden yapmıştım ki? Neden General’le tekrar konuşmadan hemen pes etmiştim? Bütün bu sorular bir saatlik yol boyunca kafamı yiyip bitirmişti. Asıl beynimi durduran sorular ‘’Neden Sam’in söyleyeceği şeyi söylemesine izin vermedim ve Sam ne söyleyecekti?’’ oldu. Özellikle bu son soru beni mahvediyordu. Sonunda bir kayanın üstüne çöktüm ve asıl önemli noktalara odaklanmaya başladım. Şu anda tek düşünmem gereken düşmanımın yeriydi. Öncelikle batı üssünün tam olarak nerede olduğunu bilmiyordum. Bu nedenle yanlışlıkla batı üssünün alanına girebilirdim. Öte yandan onların nerede olduğunu bilmemem onları yakalayamayacağım anlamına da geliyordu. Bütün bu düşüncelerimi derenin kenarından gelen hışırtılar kesmişti. O yöne doğru sert bir bakış attım ve kanım dondu. Kocaman siyah kürklü bir kurt dereden su içiyordu. Bu oldukça normaldi ama kurttun tanıdık olması içimi ürpertmişti. Bu henüz üsse girmeden karşılaştığım kurttu. Açtığım yara izi yarı iyileşmişti ama hala gözüküyordu. Kurtta fark ettirmemeye çalışarak onun olduğu hizaya gelebildim. Tam kurtta yaklaşacakken beni fark etti. Zaten amacım da buydu. ‘’ Merhaba kurt, beni mutlaka hatırlamışsındır. Nasılsın?’’ Cevap olarak güçlü bir hırlama aldım. ‘’ Anlıyorum hala bana kızgınsın ama eminim seninle güzel bir anlaşma yapabiliriz.’’ Kurdun hırlaması biraz azalmıştı. ‘’ Tamam o halde ben senin yaranı iyileştirebilirim, sen de bana hırlamayı kesebilirsin.’’ Cümlemi bitirince kafayı yediğimi düşündüm. Hangi akıllı bir köpekle konuşurdu ki? Fakat sonra bir şey fark ettim. Kurt hırlamayı kesmişti ve yavaş yavaş bana yaklaşıyordu. En sonunda ayaklarımın dibine kıvrıldı ve burnuyla yarasını göstermeye başladı. Beni anlamıştı. Buna şaşırmıştım ama fazla sorgulamadım ne de olsa gördüğüm birçok garipliğin yanında bu solda sıfır kalırdı. Kurdun yanına çöktüm ve ‘’ Tamam dostum ama seni uyarıyorum bu biraz canını yakabilir.’’ dedim. Kurt burnunu uysalca yere koydu. Anlaşılan her şeye hazırdı. Dereden su aldım ve kurdun üstüne koydum. Kurt su tenine değince ağızından minik bir inilti kaçırdı. Su temas eder etmez bir şeyler fısıldamaya başladım. Sam’i daha önce tedavi etmeye çalıştığım gibi yapıyordum. Bir iki dakika sonra suyu kurdun üstünden çektim. Yarası artık çok daha iyiydi. ‘’ İşte dostum iyileştin. En kısa zamanda tüylerin yarayı kapatır. Artık gitmekte özgürsün.’’ dedim ama kurt olduğu yerde duruyordu sadece. Elimle birkaç defa gitmesi için işaret verdim ama sadece öylece durdu. ‘’ O halde benimle kalmak istiyorsun. Tamam, o halde sana bir isim bulalım.’’ Kurt bu sözümün üstüne kuyruğunu delicesine yere çarpmaya başladı. O etrafta koşuştururken ben de en uygun isimi düşünüyordum. Sonunda adını buldum. ‘’ Sana Hope diye sesleneceğim.’’ dedim. Kurt mutlu olmuştu çünkü ortalıkta sıçramaya başlamıştı. Ona bu adı vermemin nedeni uzun zamandır görmediğim umut ışığını görmemdi. Hope ile yola koyulma zamanını geldiğine karar vermiştik. Yaklaşık iki saat kadar yürüdüğümüzde ikimiz de yorgunluktan ölmek üzereydik. Kamp kurmamız gerekiyordu bu nedenle olduğumuz yer gayet iyiydi. Hemen uyku ölçen uyku tulumumu çıkardım ve nehrin kenarına matarama biraz su doldurmaya gittim. Geri döndüğümde uyku tulumunun biraz ötesinde kıvrılan Hope’u gördüm. Önüne bir yemek kapsülü koydum ve biraz çalı çırpı toplamak için etrafı araştırdım. Yaklaşık beş dakika sonra elimde bir sürü çalıyla geri döndüm. Çalıları yere koydum ve üstüne bir ateş topu gönderdim. Bir an için çalıların yanma sesi içimi rahatlatmıştı. Saat yaklaşık yedi sularındaydı. Bu da birazdan havanın kararacağı anlamına geliyordu. Kamp alanımız tamamen çalıların ortasında kalıyordu ama hava karardıktan sonra ateş yakmak yine de pek güvenli değildi. Bu nedenle Hope ve ben zamanımızı sonuna kadar kullandık ve hava kararana kadar ısındık. İyice ısındıktan sonra henüz hava kararmamıştı. Bu nedenle ateşin önünde yemek kapsülümü yemeye başladım. Sorun şu ki Hope kendi kapsülünü yemiyordu. Onu birkaç defa kokladı ama yemeye pek yeltenmedi. Yanımda duran kurda ‘’ Ne oldu dostum yoksa aç değil misin?’’ dedim. Fakat karnından gelen sesler onun aç olduğunu belirtiyordu. Sadece kapsüle alışık olmadığı için yiyemiyordu. Onun için avlanmam gerekebilirdi. Havanın kararmasına yirmi dakika kadar bir zaman olduğunu hesapladım. Çantamı uyku tulumumun içine sakladım. Ok ve yayımı yanıma aldım ve bana meraklı gözlerle bakan Hope’a ‘’ Lütfen eşyalarımıza sahip çık. En kısa zamanda gelirim.’’ dedim. Kamp yerini çok unutmamaya çalışarak ormanın derinliklerine gittim. Zaten ateşten yayılan duman kaybolmamı imkansız kılıyordu. Beş on dakika yürüdükten sonra ilk avımı buldum. Bu bir sincaptı. Kesinlikle hayvan öldürme taraftarı değildim ama bunu yapmak zorundaydım. Yayı kaldırdım ve kemerimde duran oklardan birini çekip aldım. Dikkatlice yaya yerleştirdim, gözümü minik bir dürbüne yerleştirdim. Nişan alırken bu dürbünde hedefimin ağırlığı, boyu ve benzeri bilgileri çıkıyordu. Bu bilgileri göz ardı ettim ve sadece hayvana odaklandım. İçimden üçe kadar saydım. Bir, dürbünü sincabın hizasına getirdim, iki, dürbünü sincabın kafasına odakladım, üç… Oku hızlıca elimden bıraktım. Ok hızlı bir vınlama sesi çıkardı. Oku atarken fark etmeden gözlerimi kapamıştım ve tekrar gözlerimi açtığımda yaklaşık beş metre ötemde bir sincap duruyordu. Sincabı oktan çıkardım ve kamp alanına doğru gitmeye başladım.
Hope yemeğini çok iştahlı bir şekilde yerken ben de nehrin kenarında okumdaki kanları temizliyordum. Bir dakika sonra bir şey fark ettim. Bu daha önce kullandığım ok değildi. Ucu ve denge ayarı normaldi. Bir anda belimdeki ok kılıfını çekip çıkardım ve bütün okları yere yığdım. On beş tane ok vardı. Biri hariç hepsi normaldi. Diğeri daha önce atış poligonunda kullandığım oktu. Okun üzerindeki harfleri hala çözememiştim. G. A. H. Bunun ne anlama geldiğini başkasına sormak istemiştim ama eğer daha önce fark edilmediyse belki de birileri öyle olarak kalmasını istiyor olabilirdi. Sonra biden aklıma bir soru geldi. Ya General beni bu yüzden gönderdiyse? Ne de olsa nükleer silahı, ok ve yayı, bir de ayakkabıları daha farklı bir odadan almıştık. Peki eğer bu yüzden gönderildiysem bu okun sırrı neydi ve General neden gizli kalmasını istemişti? Hope’un çıkardığı sesler düşüncelerimin bölünmesine sebep oldu. O kadar yorgundum ki o akşam aynı düşüncelere tekrar yoğunlaşamayacaktım. Tek yapmak istediğim biraz dinlenmekti. Ateşi söndürdükten sonra uyku tulumum içine girdim. Hemen Hope gelip yanıma kıvrıldı. Yıldızlara bakarken etraftaki tek parıltı kolumdaki bilezik şeklindeki alıcıdan geliyordu. Benim alıcım henüz çevrim içi değildi. Tek çevrim içi olan alıcı ise Sam’e aitti.
Sabah kalktığımda her şey oldukça olağandı. Hope benden önce uyanmıştı ve nöbet tutuyordu. Ben de hemen tulumun içinden çıktım ve eşyaları toparlamaya başladım. Akşam için yeni bir yerde kamp kurmalıydık. Hızlıca yola koyulduk. Bundan sonraki bir hafta aynı şekilde geçti. Hope için avlanmak, yeni bir kamp yeri bulmak, okun üstündeki harflerin anlamını çözmek, gizli gizli batı üssünü araştırmak ve her akşam yatağa yattığımda Sam’in alıcısının açık olduğunu görmek ama asla onunla konuşacak gücü bulamamak.
Üsten ayrılalı on gün olmuştu. Günüm yine her zamanki gibi geçmişti. Ta ki avlanmaya çıkana kadar. Neredeyse avlanmaya hep aynı saatlerde çıkıyordum ve bu saatlerde de ateşi hep yanık bir halde bırakıyordum. Yolumu bulmama yardımcı oluyordu. O gün Hope için fazladan hayvan avlamıştım. Böylece yarın sabah avlanmama gerek kalmayacaktı. Hızlıca yayımı sırtıma taktım ve oku da sonra temizlemek üzere kılıfına koydum. Her ok ve yay alışımda hala o kısaltma kafamı karıştırıyordu fakat kamp alanına döndüğümde gördüklerim daha kafa karıştırıcıydı. Kamp alanına varmama neredeyse on adım vardı ki Hope’un alarm gibi havlamasını duydum. Bana havlıyor olamazdı çünkü beni oldukça iyi tanıyordu. Koşmaya başladım ve birkaç saniye içinde kamp alanına ulaştım. Hope yerde ön ve arka ayakları bağlı bir halde yatıyordu. Ben geldiğimde altı adam ağızlarını bağlamaya çalışıyordu. Sonunda biri beni fark etti ve ‘’ Bu o!’’ diye bağırdı. Bunun üstüne herkes bir anda bana döndü. Anlaşılan bunlar batı üssündendi. Ben onları bulmaya çalışırken onlar beni bulmuştu. Sanırım saldırıyı benim başlatmamı bekliyorlardı ama yapmadım. Bütün çevremdekilere acı çektirmiştim ve bu sefer kimse acı çekmeden ben yapmam gerekeni yapacaktım. Tam ağızımı açacakken biri kemerinden bir bıçak çıkardı. İşte o bıçak her şeyi değiştirdi. Beni yerime sabitledi ve bütün vücudumu felç etti. Ellerim benden istemsiz olarak o adama ateş topu yağdırmaya başladı. Fakat o an tek düşünebildiğim o adamı cehennemin dibine yollamaktı. İstemsizce hareket eden ellerim bu işi oldukça iyi yapıyordu ama diğer adamlarla hiç ilgilenmiyordum. Birden biri sırtıma bir darbe indirdi ve bu kendime gelmeme yardım etti. Bana bıçak çeken adamın işi zaten bitmişti. Sırtıma aldığım darbeden sonra vücudumdan bir elektrik akımının geçtiğini hissettim. O an bana elektrik veriyorlardı. Bu yaptıkları en mantıksız şeydi. Belki hala yıldırımı kontrol etmeyi bilmiyordum ama bir planım vardı. Bütün vücudum yanıyordu ama dikkatimi toplamaya gayret ettim. Sağ elimin sadece iki parmağını birleştirip (işaret ve orta parmak) bana elektrik veren adamdan biraz ötede duran adama doğrulttum. Beni fark etmişti ama ne yaptığımı anlayamamıştı. İçimden beşe kadar saydım ve bir gürültü koptu. Yıldırımı iletmeyi başarmıştım. Nasıl yaptığım hakkında bir fikrim yoktu. Yine oldukça halsiz olmaya başlamıştım. Bana şaşkın şaşkın bakan diğer üç ajana döndüm ve bayılmadan önce ‘’ Sizinle geleceğim sadece köpeği serbest bırakın.’’ dedim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arkadan Gelenler (#Wattys2015)
FanfictionBüyük bir sorun vardı. Kim olduğumu ve oraya nasıl geldiğimi bilmiyordum. Bükücülük kitaplarını sevenlere tavsiye ediyorum.