on yedi

16.5K 1.7K 384
                                    

Nasıl başlayacağımı veya ne yapacağımı kestiremiyordum. Gözlerim boş sokakta dolandı. Yaklaşık 15-20 dakikadır burada, evin önünde oturuyordum, içeri girmek istemeyen yanıma kulak verip onu anlamaya çalışıyordum. Her zaman söylediğim gibi planlı davranmak bana göre değildi ancak yine de işin içinde aile olunca ister istemez duraklamıştım.

Zaten onlarla yaptığım aşırı verimli(!) konuşmadan sonra bir daha ne şekilde iletişim kuracağımızı bilemiyordum.

Kapının önünden küfrederek geçen iki küçük çocuğa baktım. Muhtemelen ettikleri küfürlerin anlamlarını bile bilmiyorlardı.

İç çekerek başımı öne eğdim. Oturduğum taş popomu gittikçe üşütüyor ve arada esen rüzgar buna hiç yardımcı olmuyordu.

Önünde sonunda o eve girecektim. Düzgünce kıyafetler almam gerekiyordu. Ve yanıma aldığım para bitmek üzereydi. Daha önce biriktirdiğim paraları almalı, bir iş bulmalı ve kalacak yer ayarlamalıydım.

Zaten üniversiteye gidince evden ayrılmayı düşünüyordum. Sadece bu biraz ertelenmişti.

Derin bir nefes alarak merdivenlerden kalktım ve ceketimin cebine attığım anahtarları çıkardım.

Güçlükle yedinci katta olan evimize çıkmaya başladım. Genelde bu basamakları hızlı hızlı çıkar ve umursamazdım ancak şimdi attığım her adım beni bundan sonra yaşayacağım şeylere daha da yaklaştırdığı için tedirginlikle çıkıyordum.

Sonunda dairenin önüne gelince kapının yanındaki sepette duran şemsiyelerin ve kapının üzerinde yazan isimde gezindi bakışlarım. Her zaman gördüğüm bu şeyler nedense gözüme tuhaf görünmüştü. İçeride bir ailenin yaşadığını belli etmek üç beş şemsiye ve bir isimle ne kadar da kolay sağlanıyordu. Bunu gören bir kişi yağmurlu bir günde bile tedbirli olan ailenin kendilerine ait dairelerinden çıkarken rahatlıkla yandaki şemsiyelerden birini aldığı ve içindeki o saçma sapan güven duygusuyla yola çıktığını düşünebilirdi.

Oysa bu kapının ardındaki aile oğullarının evden gitmesini bile fark etmemiş üstüne fark ettikten sonra umursamamışlardı.

Kafamı iki yana sallayarak çocukça ve duygusal düşüncelerimi dağıttım ve avucumun arasında ısınmış metal anahtarı deliğe yerleştirdim. Alışkın olduğum televizyondaki haber sunan kadının sesi ve çalışan çamaşır makinesinin boğuk gürültüsü kulaklarıma dolmuştu. Elimde olmadan hafifçe gülümsedim ve içeriye girerek ayakkabılarımı çıkardım.

Kapıyı ardımdan kapatmamla içeriden fısıldaşmalar gelmiş ve ayak sesleri duyulmuştu. Salonun kapısından çıkan babam ve hemen ardından çattığı kaşlarıyla gelen annemi görünce omzumda duran çantaya gitti ellerim.

"Birkaç eşya almaya gelmiştim." Sonunda sesimi bulup konuşurken elimle odamı göstermiş ve yavaşça adımlarımı oraya yönlendirmiştim.

Onlardan bir ses gelmeyince adımlarımı büyüttüm ve odamın kapısının önüne geldim.

Belki de iç dünyamın gerçeklikteki yansıması olan odama şimdi son kez giriyor olmam içime öküz oturur gibi oturmuştu.

Her zamanki gibi dağınık ve karmaşık odama girince gülümsedim. Yatağın üstüne saçılmış kıyafetler, oraya buraya dağılmış kitaplar ve bir köşeyi tamamen işgal etmiş tuvaller en dikkat çeken şeylerdi kuşkusuz.

Yaptığım resimler Yusuf ve Emir'in görünce hep 'bu ne şimdi ben de yaparım aynısını boyaları saçmışsın işte' tepkilerine sahiplik eden konseptlere bağlıydı. Yani belli bir şekle bağlı kalmadan içimden nasıl geliyorsa ve o anki ruh halime bağlı olarak karıştırdığım boyalarla boyuyordum tuvalleri. Elbette karakalem türü resimler de yapsam da bu tarz beni daha özgür hissettiriyordu.

Bu yüzden odamın bir köşesi yere gelmesin diye örttüğüm örtünün üzerine dökülmüş, dağıtılmış fırça ve boyalardan oluşuyordu. Onun hemen yanında dolabım ve mağazalardaki askılıklara benzer askılığımın üstüne astığım ceketler ve hırkalarım vardı. Odanın cam olan tarafında duvara yaslanmış yatağım vardı. Karyolası eksik yatağımın üstündeki yorgan yere doğru yığılmıştı. Neredeyse üzerine hiç kullanmadığım ama orada duran çalışma masam yine değişik kitaplara ev sahipliği ediyordu.

Ayağımı sürüyerek yatağıma gidiyordum ki yerde duran bir kitaba takılıp düştüm. İç çekerek ayağa kalkmaya üşendiğim için sürünerek yatağıma ulaştım ve derin bir nefes vererek sırtüstü döndükten sonra tavanı izlemeye başladım.

Aklımdan bu odayı son görüşüm düşüncesini silemiyordum. Kim bilir belki annem ile babam bana bir kardeş yapardı ve bu odayı o alırdı. Ya da annemin hep istediği hobi odası bu oda olurdu. Tüm bu eşyalarımı kaldırıp atarlar ve yerine ilgilendikleri şeyleri koyarlardı.

Bakışlarımı tavandan kaydırıp duvara astığım bayrağa getirdim.

Ne kadar kolaydı bir insanı renkli diye dışlamak. Farklı değil, renkliyiz sadece. Sırf tüm renkleri de cömertçe kabul ettiğimizden şu zamana kadar kaç kişi ne zorluklar yaşamıştı.

İç çekerek yattığım yerden kalktım ve dolabıma yöneldim. Bir öncekinin aksine daha büyük olan sırt çantama giyecek bir şeyler yerleştirip masanın üzerinde duran kitaplardan birkaçını attım. Zaten okulda ders kitabından bir şey işlemezdik ve çok test çözen biri değildim. Ders notları konusunu daha sonra sınıftakilerden halledebilirdim.

Gerekli olan her şeyi aldıktan sonra son kez odama baktım ve kapıyı yavaşça çektim.

İçeri girip onlara görüşürüz gibi veda cümlelerinin çok absürt kaçacağını düşündüğüm için direkt kapıya yöneldim ve ayakkabılarımı ayağıma geçirerek dış kapıyı araladım.

Yanda duran sepetteki şemsiyeleri görünce gülümsememe engel olamamıştım. Daha çok buruk bir gülümsemeydi. Bu ruh halinde olmayı sevmediğimden adımlarımı hızlandırıp merdivenleri inmeye başladım. Bu sefer indiğim her basamak beni yeni hayatıma daha da yaklaştırıyordu.

"Taha."

Adımı duymamla yavaşladım ve üst katta kalan daireye kafamı kaldırarak baktım. Annem elindeki şemsiyeyi sıkıca kavramış bana bakıyordu.

"Şemsiyeni unutmuşsun."

Dediğiyle engel olamadığım gülüşüm daha çok şaşkınlıktandı. Bana kaşlarını çatarak baktı. Ciddi olduğunu anlayınca gülüşüm daha çok çoğaldı.

Annemin arkasından görünen babamla gülüşüm durdu. Annemin elindeki şemsiyeyi aldı. "İçeri gelsin."

Hem annem hem de ben şaşkınlıkla evden içeriye giren babama bakakalmıştık.

Kafamı iki yana sallayarak güldüm ve merdivenleri geri çıkmaya başladım.

Sanırım Dilara'nın bana hep tuhaf demesinin sebebinin neden olduğunu şimdi anlamıştım.

itiraf | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin