2. Dördüncü Dünya Savaşı

7.2K 346 131
                                    

~Bu bölüm düzenlenerek tekrar yayınlanmıştır.~

    "Gerçek kişiliğimizi yeteneklerimiz değil yaptığımız seçimler gösterir."      - Harry Potter ve Sırlar Odası

*-*-*-*-*-*-*-*

Kevin

   Gecenin bir yarısı yataktan tek emriyle yüzlerce insanı harekete geçiren, bir kalemle beş saniyede adam öldürebilen, karetedeki siyah kuşakta 6. dan olan özel ajan müdürünüz tarafından uyandırılmak olayları pozitif görmeme hiç de yardımcı olmuyordu. Öğlene kadar uyuyabilme yeteneğine sahip birini gecenin ikisinde kaldırmak, ondan ruhunu almak gibi bir şeydi. Şu an tam olarak böyle hissediyordum. Fazlasıyla kızgın, alık bir hayalet gibi...

   Nick'in adamlarından biri beni gecenin ortasında aramış ve okula gelmemi istemişti. Her ne kadar itiraz etsem de evimi yakabileceğiyle ilgili birkaç tehdit savurup telefonu suratıma kapatmıştı. Ben de bunun bir gelişme olduğunu söyleyerek kendime gaz vermiş, yataktan kalkmayı başarmıştım. Geçen sefer ki gibi bir inek ahırına dalıp, bir ineğin yuttuğu mikroçipi aramıyordum en azından. Ve, evet. Gecenin yarısında beni inek dışkısı karıştırmak için çağırdığı doğrudur. Yaptım öyle bir şey.

   Her şeyi anlamıştım aslında. Hani ajandık falan, saklanmak doğal işimizdi ama neden okulu şehirden bu kadar uzak yapmışlardı? Herhalde bu da bir çeşit sınavdı. Okula kadar gelmeyi başaranı alıyorlardı sanırsam. Bence bu ajan seçmek için iyi bir yöntemdi. Sonuçta oraya kadar yürüyen biri ajan olmayı kesinlikle hakkıyla kazanmış olurdu.

   Taksiye binip de gidemezdik. Çünkü taksiler buraya kadar gelmiyorlardı. Bir yere kadar gidiyorlar ve bizi orada indiriyorlardı. Biz de geri kalan yolu yürümek zorunda kalıyorduk her defasında. Bu gerçekten çok saçmaydı. Neden böyle şehirdeki her taksicinin anlaşmış gibi bu yola girmediklerini dört yıldır anlayamamıştım. Kesin taksi duraklarını tehdit etmişti manyak adam. "Eğer bir kişiyi dahi şehrin dışına çıkarmaya kalkarsanız, sizi moleküler parçalayıcım ile moleküllerinize ayırırım!" Sonuçta Nick'ten bahsediyorduk, yapardı öyle şeyler. Ben hep demişimdir. Manyak adam!

   Ellerimi ceplerime sokup ısınmaya çalıştım. İçimden ajan olmayı kabul ettiğim için kendime hakaretler yağdırırken, yolumun ne kadar kaldığına bakmak için kafamı kaldırdım. Elli metre kadar ileride gördüğüm, henüz bitmemiş ve hiçbir zaman da bitmeyecek olan inşaatla sırıtmaya başlamam uzun sürmedi. Adımlarımı bitmemiş inşaata doğru hızlandırdım biraz sıcaklık düşüncesiyle. Kapı eşiğinden içeri girip, köşedeki küçük kayaya yöneldim. Yaklaşık avucum kadar olan kayayı kolayca kaldırıp  altındaki kum rengi düğmeye bastım. Yaklaşık iki saniye sonra yan duvarda bir kapı açıldı. Ayağa kalkıp duvarın içindeki modern asansöre bindim. Kapılar kapandı ve yer altına doğru inmeye başladım.

   Otuz üç saniye sonra asansör durdu ve kapılar açıldı. Oldukça büyük olan lobiye girerken, buranın boş olmasını beklemiyordum. Muhtemelen ana salondaydı Nick. Eğer tekrar önemsiz bir şey için çağırmışsa bu sefer gerçekten istifa edecektim. Aslında böyle bir şey yapabileceğimi sanmıyordum... Genellikle seçimleri bizim adımıza onlar verirdi.

     Sağdaki koridora girip, temel savunma sınıfını ve simülasyon odasını geçip, ana salonun içine girdim. Ana salon dediğimiz yer yüz kişiyi zorlanmadan alabilecek, duyuruların yapıldığı, içinde sadece ahşap bir kürsü barındıran bir odaydı. Beklediğimin aksine Nick orada değildi ama işi olmayan herkes gelmişti anlaşılan. Geniş, gri oda ağzına kadar doluydu. Gözlerimle salonu tarayıp tanıdık birilerini bulmaya çalıştım. Tanıdık yüzleri gördüm ama birçok tanımadığım kişi de olduğunu fark ettim. Bizim okuldan olduklarından bile emin olmadığım çocukları süzerken iki saniye önce fark ettiğim Dylan'ın yanına ilerledim.

BirleşmeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin