Merhabalar nasılsınız bakalım?
Bölüm gecikti farkındayım, sınır geç dolduğu için bu bölüm sınır koymuyorum ama oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Destekleriniz için çok teşekkür ederim iyi ki varsınız.
Ailemizin büyümesi için tavsiye etmeyi ve paylaşmayı unutmayın:)
Bu bölüm tüm okurlarıma, ithaf edilmiştir.:)
Medya: Buğlem & Karahan
***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***
Sabahın sekizinde gözlerimi açtım bir kaç dakika nerede olduğumu kavrayamadım haliyle. Doğal olarak Ankara’daki eve alışmış değilim. Sonra gece yaşananlar ve konuştuklarımız aklıma gelince yıldırım hızıyla yataktan kalktım. Dün gece geç yattığımız için delim hala uyuyor, benim de onu uyandırmaya niyetim yok. Ben kahvaltıyı hazırlayan kadar uyusun bakalım.
Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa koştum, Allah’tan mutfak alışverişi yaptık da her şeyimiz yoksa bir de alışverişle uğraşacaktım. İlk işim çay suyu koymak oldu, sonra dondurulmuş patatesleri kızartmaya başladım. Bir yandan da mutfak masasına ufak tefek malzemeleri yerleştirdim. Kahvaltılıkları ve tabakları yerleştirdiğimde çoktan bir saat geçmişti bile. Hızlıca yaptığım ve lezzetinden emin olamadığım peynirli böreği fırına attığım sıra zil çaldı.
Üzerimdeki pijamalara rağmen kapıya gittim, “Kim o?” dedim merakla.
“Biziz canım, yeni komşun,” diyerek neşeli bir sesle şakıyan Yelda’yı duyunca güler yüzle açtım kapıyı.
“Hoş geldiniz, buyurun,” dedim ikiliye.
“Hoş bulduk,” dedi ve üzerimdeki pijamalara bakıp, “Uyandırdım mı yoksa,” dedi.
“Hayır canım, ben uyanalı baya oluyor, kahvaltı hazırlıyordum, içeri geçseniz ya,” dedim ve misafirlerimi eve aldım.
“Yeldacığım, siz salona geçin bende Karahan’ı uyandırıp geleyim.”
“Olur tabi güzelim.”
Yelda ve Ergün’ü salona gönderince hızlıca üst kata çıktım ve hala uyumakta olan delimin başına geçtim.
“Karahan, misafirlerimiz geldi, uyanman gerekiyor,” dedim ama reaksiyon alamadım. “Ya delim uyansana!” dedim sabırsızlıkla.
Yine uyanmayınca, yanağını usulca öptüm, dudaklarıma batan sakallarını göz ardı edip, “Yeldalar geldi, delim uyanır mısın?” dedim.
En az on dakika boyunca uyandırmak için çaba gösterdim tek tepki vermedi, nefes aldığını görmesem öldüğünü düşüneceğim, hayır normalde uykusu bu kadar da ağır değil ki...
Aklıma gelen fikirle sinsice gülüp, yatağın üç kısmına gelip örtüyü hafifçe açtım, sadece delimin ayaklarını görebileceğim kadar.
Bir yandan ayaklarından birini gıdıklarken, diğer yandan da tepkisini izledim. Baktım ki buna da tepki vermiyor.
Odanın kapısını açıp aşağıya doğru bağırmaya başladım, “Ergün, gel ve arkadaşını uyandır zira ben beceremedim.”
Arkamdan “Ha siktir!” diyen delimin fısıltısını duyunca delimin başından beri uyanık olduğunu ve numara yaptığını anladım.
Çattığım kaşlarımla ona dönüp, “Bir üzerinde tepinmediğim kalmadı, ne yaptıysam uyanmadın ama arkadaşını çağırınca hemen gözün açıldı hayırdır,” dedim tek düze bir tonla.
“Belki de uyanmak için üzerimde tepinmeni bekliyorumdur kim bilir,” dedi çapkın bir gülüşle.
Normalde utanıp kızarmam gerekirken işi arsızlığa vurup, “Sen merak etme delim, bir haftaya kalmadan üzerinde tepinmeye başlayacağım. Fakat şuan ne zamanı, ne de sırası. Şimdi şaşkınlıkla açtığın güzelim ağzını kapatıp, arkadaşlarının yanına iniyorsun. Bende üzerimi değiştirip geleceğim. Ayrıca aşağı inmeden önce tişörtünü giysen iyi edersin,” der demez kendimden emin bir gülüş gönderim giyinme odasına girdim.
Verdiğim tepkiye şaşırdığını eminim, şaşırsın da zaten. Beni öyle kolay kolay utandıramaz...
Üzerimi pudra pembesi eteğimi ve siyah tişörtümü giydikten sonra saçlarımı tepeden sıkıca bağlayıp aşağı indim.
Sağ olsun Yelda, ben yukardayken fırındaki böreğe bakmış, börek yanmadan kurtarmış.
Ben delimle uğraşırken Uraz’da teşrif etmiş. İyi de yapmış. Bir tek Derin ve nişanlısı Tunç gelmedi, onlarında işleri varmış hal böyle olunca kahvaltı masasına oturduk.
Güler güzle, “Afiyet olsun,” dedim ve delimin yamacına oturdum.
Kahvaltı, sessiz ve bir o kadar iyi giderken Uraz, “Yenge, böreği nereden aldınız. Eve geçmeden bir kaç tepsi alayayım, malum bekar hayatı,” dedi hevesli bakışlarla.
“Ben yaptım, ne zaman istersen gelip yiyebilirsin,” dedim usulca.
“Ne zaman istersen falan gelme! Beni de sinir etme, Uraz!” diyen delime yandan bakış attım ve önüme döndüm. Bu adam arkadaşlarına karşı gerçekten garip davranıyor.
Uraz, “Aman abi bir rahat verme zaten! Hem sen ne karışıyorsun yengem ne zaman istersem börek yapacağını söyledi,” diyerek savunmaya geçti.
“Benim kıymetlim, senin uşağın mı Uraz!”
Uraz Karahan’a göz devirip Yelda’ya döndü, “Aman demedik bir şey. Hem Yeldacığım börek yapar bana değil mi?”
“Yaparım Uraz yaparım da senin bize geldiğinde yok ki.”
“Sen börek yap uçarak gelirim hem de.”
Bir süre bu şekilde konuşup kahvaltımıza devam ettik, her şey sorunsuz ilerledi. Kahvaltı sonunda hep beraber masayı topladık ve salona geçtik.
Delim beni kanatlarının altına aldıktan sonra Uraz’a dönüp, “Senin haberini ne zaman alacağız?” diye sordu.
“Ne haberini,” dedi şaşkın bakışlarla.
“Allah nasip ederse hayırlı haberlerini.”
“O iş biraz zor, biliyorsun ben aile adamı sayılmam,” dedi ciddileşerek.
“Ne etliye ne sütlüye geliyorsun Uraz senin sonunun kötü.”
“Aman abi, kafam rahat benim. Hatunların derdi biter mi?”
Yelda hemen lafı yapıştırdı, “Benim ne derdim var?” dedi alıngan bir tavırla.
“Senin derdini en iyi Ergün bilir,” dedi bıyık altından gülerken.
Yelda kızgın bakışlar atıp bana döndü, “Bakma sen bunun dediklerine, duyanda her gün başka kadınlarla takılıyor dertlerinden bunaldı sanır.”
Tebessüm etmekle yetindim. Sonuçta benim için söylenmiş bir şey yok.
Uraz, “Kadınlarla takılmıyorum ama neden takılmıyorum bir sorun,” dedi hevesli tavrıyla.
Ergün de, “Gay mısın oğlum?” deyince, Uraz dışında hepimiz güldük.
“Saçma sapan konuşma! Öyle bir şey falan yok, sadece etrafımda ilgimi çeken kalbimi hızlandıran biri olmadı. Bu nedenle kimseyi karşınıza çıkarmıyorum. Hoş öyle bir şey olsa bile yanınıza getirmeden önce iki kere düşünürüm. Üstelik senin ve Karahan’ın yaşadıklarını gördüğümden beri aşktan korkar oldum,” dediğinde tüm ilgimi üzerine çekmeyi başardı.
Karahan ne çekti diye sorsam kesin dikkat çekerim ve Uraz kendini toparlar ve konuyu değiştirir. Bu nedenle susup sadece dinledim. Nasılsa ağızından bir şey kaçırır...
Yelda eşine dönüp, “Kocacığım ben seni çok mu uğraştırdım?” diye sordu. Ergün karısından içtenlikle gülüp konuşmaya başlayacağı sıra Uraz lafa atladı. “Bir de soruyor musun? Pes vallahi! Sen bu dağ gibi adamı kapında yatırdın kapında! Hey yavrum hey...”
Yelda, Uraz’a dönüp, “Aaa üstüme iyilik sağlık, sanki sen yattım kapımda!” dedi gözlerini devirirken.
Uraz, “Bu adam senin kapında yattığında bize rahat verdi mi? Tabi ki de hayır! Bir beni, bir Karahan’ı aradı, senin kalbini çalmak için bizden akıl istedi bizden!” derin bir nefes alıp Karahan’a dikti gözlerini “Sonra Karahan’ı da kaybettik... Anasını babasını görmeye diye gitti, geri geldiğinde aklı yerinde değildi. Akıllı gitti, deli geldi. Sizlerin cefasını ben çektim, önce Ergün seni mutlu etsin diye uğraşım. Sonra deli divane aşık olan arkadaşım mutlu olsun diye uğraştım. Ben yengelerimden neler çektim neler. Hadi sizinki kısa sürdü, bu delinin aşkının derdini beş sene çektim!” diyerek eteğindeki taşları döktü.
Tabi duyduklarımı şaşkınlıkla dinledim, kim bilir daha neler oldu neler? Olanların üstü kapalı feryadıydı sadece duyduklarım. Uraz önce Ergün ve Yelda için sonra da bizim mutluluğumuz için uğraşmış.
“Uraz, sana bir çarparım bedenini duvardan kerpetenle sökerler! Ne zaman senden yardım istedim de ikidir çok çektim diyorsun! Buğlem’i zan altında bırakma! Bir günden bir güne hanginizin karşısına geçtim de, sevdiğim kadını anlattım? Acımı da mutluluğumu da kendi içimde yaşadım. Hiç bir zaman kadınımı insanların ağzına sakız etmem, lafını bile konuş,” dedi sinirle.
“Buğlem’i anlatmadın ama kendini kaybettin, yalan mı? Yıllardır dostum dediğim adamın güldüğünü görmedim. Kadınını sonunda koluna takıp yanımıza geldiğin için ne kadar mutlu olduğumuzun farkında mısın? Lan biz seni mutlu görelim diye beş senedir bekliyoruz, sen, bizi ağzını açtığın her seferde kovmaktan beter ediyorsun!” dedi sinirle soluyarak. Ki kovma konusunda sonuna kadar haklı...
“Uraz!” dedi uyarıcı bir tonla.
“Ne var? Kıymetlinin, ne kadar zor günler atlattığını bilmesini istemiyor musun?” diye sordu alaycı bir tavırla tam o anda Karahan bir hışımla oturduğu yerden kalkıp Uraz’ın suratına yumruğunu geçirdi.
Sonra Uraz’da Karahan’a bir yumruk salladı ama isabet ettiremedi. Bende şaşkınlıkla oturduğum yerden kımıldayamadım bile. Ergün ikilinin arasına girip birbirlerine zarar vermelerini engelledi ama o ana kadar canımdan can gitti. Birincisi delimi canlı canlı kavga ederken gördüğüm için, ikincisi de delimin beş yıl boyunca yaşadıklarına dair en ufak bir fikrim olmadığı için.
Can’ım dediği arkadaşı, bu derece tepki verdiğine göre hiç kolay günler geçirmedi... Hoş günleri kolay geçmiş olsa hastane yatacak evreye gelmezdi...
Ergün, Uraz’ın yakasından tutup, “Kusura bakma Buğlem,” dedi yarım ağız. Yelda da üzgün bakışlar attı ve evden çıktılar. Dış kapının sesini duymama rağmen oturduğum yerden kımıldayamadım.
İnsan tanımadığı birinin açısına üzülmez ama sevdiği hatta aşık olduğu adamın acısına üzülür... Hatta onunda canı yanar.
Karahan’ın yaşadıkları hakkında en ufak bir fikrim yok ama arkadaşlarının yüzlerinde gördüğüm hüzünlü ifadeden az çok tahmin edebiliyorum. Sırf Karahan’ı mutlu görmek uğruna kovulmalarına rağmen, bugün bu eve geldiler. Onların dostlukları öyle farklı bir boyutta ki gurur dinlemiyor...
Karahan burnundan soluyarak karşıma oturduğunda ondan tarafa bakmadan ayağa kalktım, benimle birlikte Karahan da ayağa kalktı bir panikle. “Nereye kıymetlim?” dedi sesini ifadesiz tutmaya çalışsa da garip bir şekilde endişeliydi.
“Banyo yapacağım,” dedim güç bela. “Anladım,” dese de gözlerini bir saniye benden ayırmadı. Sanırım bedenimin tutukluğunu fark etti.
Daha fazla konuşma gereği duymadan üst kata çıkıp kendimi banyoya attım ve kapıyı kilitledim. Normalde Karahan’layken kapıyı kilitleme gereği duymam ama şuan kendime özel alan yaratmak istedim.
Küvetin suyunu titreyen elimle açıp ısınmasını beklemeden kıyafetlerimi bile çıkarmadan, suyun altına girdim ve küvete oturdum.
Az önce yaşadıklarımdan daha da önemlisi duyduklarımdan sonra kendimde değilim ve başımda ciddi bir ağrı var.
Akan su giderek ısınırken bedenimin biraz olsun gevşediğini hissettim o ana kadar kendimi kastığımı fark etmemiştim bile.
Beş yıl boyunca gülmemiş... Gülememiş. Babamın öylesine sırf başından savmak için verdiği söz uğruna, senelerce çalışıp birikim yapmış. Bana daha iyi bir hayat sağlamak için.
Birini seviyorsun, hem de delirmek uğruna çok seviyorsun ve o kişi için çabalıyorsun... Kaç kişinin bu kadar büyük bir sabrı ve kalbi vardır ki?
Nasılsa babası tamam dedi bende seviyorum diye düşünüp yanlış tek bir hareket yapmadı. Gerçekten öyle çok seviyor ki, korkuyorum... Onun aşkına yetememekten çok korkuyorum...
Ne zaman ağlamaya başladığımı bilmiyorum ama hıçkırmaya başladığımda suyu iyice açtım ki ağlama sesini bastırsın.
Uzunca bir süre fark etmeden çektirdiğim acılara ağladım, öğle çok ağladım ki gözlerimin şişeceğine eminim. Üstelik beynimde düşünmemi sağlayacak tek bir nöron çalışmadığı için alçımı suyun içinde yüzdürdüm.
Tam ne yapacağımı düşünürken banyonun kapısını tıklatıldı, “Kıymetlim, iyi misin? Banyoya gireli bir saatten fazla oldu, bir sorun yok değil mi?” dedi endişeli sesiyle.
Boğazımı temizleyip, “Sorun yok,” dedim ama ruh halimi sesimden anlayan delim hemen, “Sen ağladın mı?” dedi yükselttiği sesiyle.
Sorusuna cevap vermeyip, “İyiyim,” dedim ama kapının koluyla oynamaya başladı.
“Buğlem, korkutma beni. Kapıyı neden kilitledim, açar mısın,” diye soruyor gibi gözükse de, ses tonu kapıyı açmam gerektiğini söylüyordu.
Akan suyu kapatıp derin bir nefes aldım, “Bana bir dakika verir misin?” dedim güç bela çıkan sesimle.
“Buğlem!” dedi endişeli bir tonla. “O sesinin hali ne? Kapıyı açmazsan yemin ederim kırarım,” dedi telaşla.
Kim bilir kafasında neler kuruyor da endişelendi...
“Tamam açıyorum sakin olur musun?” derken hızlıca üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp küvetin içine attım. Aksi taktirde kıyafetlerle duş almamı açıklayacak bir gerekçem yok.
Suda yüzdüğü için yumuşayan alçım yüzünden suçlulukla etrafa bakındım fakat alçıyı saracak bir şey bulamadım. Bornozu sol kolum dışarda kalacak şekilde giydikten sonra, kapıyı tıklatarak kırmaya çalışan delim, sakinleşsin diye kapıyı açtım.
“Çok şükür,” dedikten sonra beni görünce bir kaç saniye sonra kaldı. Artık yüzüm ne haldeyse?
“O iti doğduğuna pişman edeceğim!” dedi öfkeden gözü dönmüş bir tavırla.
“Kimi?”
“Kimi olacak Uraz’ı onun söyledikleri yüzünden bu haldesin değil mi?” derken odanın içinde deli gibi volta atmaya başladı.
“Hayır deli devim, ne alakası var? Ben aceleyle banyoya girdim, alçıyı sarmayı unuttum. Sonra yumuşadı ve kırıldı,” derken alçının kırılan kısmını gösterdim. “O da baskı yapınca canım yandı Uraz’la alakası yok,” dedim gülmeye çalışırken. Dostuna düşman olmasına asla dayanamam.
Uraz hissettiklerini söylediği için ağlamadım ki, böyle büyük bir aşkı fark etmediğim farkında olmadan acı çektirdiğim için salaklığıma ağladım.
“Yalan söyleme!” dedi ciddiyetle.
“Yalan söylemiyorum, canım yandığı için ağladım. Sonra iyice sinirim bozuldu, hem ayağım hem kolum. İki de bir yaralanıp duruyorum,” dedikten sonra yanına gidip sıkıca sarıldım. “Bir de kolum tekrar alçıya alınacağı için korkuyorum, ilk seferinde acıdan ruhumu teslim edecektim,” dediğimde ellerini belime getirip sıkıca sarıldı. Saçlarımı üzerini öptüğünde ancak rahat bir nefes alabildim.
“O gün yanında olamadığım için özür dilerim,” dedi az önceki sinirinin yerini suçluluk duygusu almıştı.
“Şuan yanımdasın ya o yeter,” dedikten sonra başımı göğsüne yasladım.
Sıkıntılı bir nefes aldı, “Üzerini giyin, saçını kurutalım ve doğru hastaneye gidelim. Alçının yenilenmesi lazım.”
“Haklısın,” derken bir yandan da burnumu çekiyordum.
“İç çamaşırlarını giy, diğer kıyafetlerini giymene yardım için geleceğim.”
Kafamı sallayıp giyinme odasına geçtim iç çamaşırlarını bin bir güçlükle giydim sonrası içinde delimden yardım aldım. On beş dakika sonra saçlarımı kurutmuş bir şekilde yola çıktık. Bence Ankara’nın en büyük avantajı hastanelerin fazla fazla bulunması.
On dakika geçmeden hastanenin kapısından girdik. Alçı ıslandığı ve kırıldığı için bekletmeden muayeneye aldılar. Ortopedi uzmanı kırığın röntgenini çektirip uzun uzun inceledikten sonra tekrar alçıya gerek olmadığını atel takarak tedaviye devam edeceğimizi söyleyince ister istemez rahatladım. Hem daha hafif hem de daha az acılı bir tedavi yöntemi.
Doktor, kırık bölgeler iyiden iyiye iyileştiği için alçıya gerek görmemiş. İki hafta sonra kontrole gelmemi söyleyip atelimi taktı ve sorunsuz bir şekilde eve döndük.
Bedenen değil ama ruhen bitkin olduğum için, başımı, koltuğa oturan delimin dizlerine koyup yattım. Eli anında saçlarımı buldu ve usul usul okşadı “Bugün olanlar için kusura bakma,” dedi hiç beklemediğimiz bir anda.
“Kusura bakacağım bir şey olmadı ki.”
“Uraz’ın sana söylediklerini kastediyorum.”
“Delim, Uraz bana hakaret etmedi ki, Yelda ile beni aynı kefeye koyduğu için mutlu bile oldum. Beni ayırmadı, dostu gibi görüp takıldı sadece, büyütülecek bir şey yok. Hem ben arkadaşlarını çok sevdim. İçten ve samimiler. Sadece bir daha ki sefere evimize gelen insanları yumruklamazsan iyi olur. Ayıp oldu, hem çağırdık hem de dövdükten gibi oldu.”
Başını eğip burnumun ucundan öptükten sonra, “Seni verene kurban olurum,” dedi ve beni tuttuğu gibi kucağına oturtup sıkıca sarıldı.
Günümüzü bir şekilde geçirdik ve en nihayetinde yatağa geçtik, zaten dün gece geç yatıp erken kalktığım için uyku bastırdı.
Delime yaşatığım şeylerin suçluluğuyla daha sıkı sarıldım bu gece... İçten içe defalarca özür diledim, üzdüğüm için... O gülemezken en güzel üniversite zamanlarımı geçirdiğim için... İçimden geldiği gibi öptüm bir çok kez, yine de kalbimin ortasında peyda olan acı ve suçluluk duygusu geçmedi. Hani sevmediğim ve nefret ettiğim biri olsa bu kadar kafama takıp üzülmezdim ama sevdiğim adamın yaşamış olabileceği şeyleri düşündükçe ister istemez daha çok üzülüyorum.
“Bu gece sende bir şeyler var,” dedi kuşkulu bir sesle.
“Onu da nereden çıkardın delim?”
“Durup durup öptüğünden olabilir mi acaba kıymetlim? Şikayetçi değilim tabi de...”
“İçimden geldiği gibi öpüyorum,” dedikten sonra kedi gibi sokuldum ve gözlerimi kapattım.
Karahan’ın hoşnut gülüşleri arasında uykuya daldım...
Sabah daha doğrusu öğleye doğru yanağımdaki öpülme hissiyle açtım gözlerimi, “Günaydın,” dedim uykulu sesimle. “Günaydın kıymetlim, hadi bakalım bir an önce kalk, öğlen oldu. Bugün birini ziyarete gideceğiz.”
Şaşkınlık ve merakla yattığımda yerden doğruldum, “Kimi ziyarete gideceğiz?”
“Benim için çok önemli olan birini,” dedi gülen gözlerle.
“Allah Allah, kimmiş bu çok önemli kişi?”
“Sürpriz, hadi bakalım ne kadar merak ediyorsan o kadar hızlı hazırlan. Çayları doldurdum bile.”
“Kahvaltıyı da hazırladın yani, hamarat sevgilim benim. Gel bakayım az yanaş,” dedim keyifle. Başını bana doğru uzatan delimin yanaklarını öpüp banyoya geçtim. Banyodaki işlerimi bitirdikten sonra kir çamaşırları makineye attım. Sonra giyinme odasına geçip üzerimi değiştirdim ve büyük bir merakla mutfağa geçtim.
Deli devimle karşılıklı oturduk ve kahvaltıya başladık, “Kimi ziyarete gideceğiz?”
“Hala orada mısın güzelim? Sürpriz dedim ya, gidince göreceksin.”
“İp ucu versen olmaz mı?”
“Olmaz kıymetlim.”
“Baş harfini söyle o zaman.”
“Bu kadar sabırsız olduğuna göre çok merak ettin herhalde...”
“Evet hem de çok! Annenle ve Babanla tanışmaya gitmeyeceğime göre kiminle tanışacağımı merak ediyorum. Ailenin büyük bir kısmının Ankara’da yaşadığını söylemiştin. Seçenekler çok fazla, teyze, dayı, hala, amca, yenge, kuzen, dede... Oooo liste böyle uzar gider,” dediğimde garip bir şekilde güldü.
“Konuşmak yerine kahvaltını yapsaydın şimdiye yola çıkmıştık bile. Oyalanma kahvaltını yap,” dedi ve omletine geri döndü.
“Gıcık,” diye söylenip kahvaltımı yapmaya devam ettim.
Meraktan o kadar hızlı yedim ki tüm yediklerim mideme oturdu. Neyse ki sonunda yola çıktık, “Ziyarete gitmeden önce biraz gezmek ister misin yoksa ziyaretten sonra mı gezelim?”
“Ay bu da soru mu, tabi ki de ziyaretten sonra gezelim meraktan çatlayacağım,” dedim sabırsız bir şekilde kıpırdanıp dururken.
“Bu arada kıymetlim, yarın Aksaray’a döneceğiz,” dediğinde daha çok şaşırdım.
“İyi de neden? Daha bu şehri gezemedik bile...”
“Düğünümüze çok az bir zaman kaldı, ve bu cumartesi kınan var, Pazar günü Aksaray’da nikah Pazartesi akşamı Ankara da düğün var, hazırlıklar ancak yetişir. Ayrıca annemler ve Nermin teyze ‘Sanki evlenecek olan biziz, siz ancak gezin, yumurta kapıya dayandı umurunuzda değil,’ diyerek sabahın bir körü başımın etini yediler. Bende gitmek istemiyorum yani en azından bir kaç gün daha ama biz gitmezsek buraya geleceklerini söylediler,” dedi büyüttüğü gözleriyle.
“Bir yerde haklılar,” dedim büzdüğüm dudağımla.
“O nedenle bugün ziyaret işini halletmemiz gerekiyor kıymetlim,” dedi ve arabayı park ettikten sonra alnından öptü.
Etrafa bakınsam da nereye geldiğimizi anlamadım. Merakla kemerimi çözdüm.
****
Yeni bölüm Allah’ın izniyle Perşembe günü gelecek canlarım benim.
Sizce kimi ziyarete geldiler?
Gelecek bölümde neler olacak dersiniz?
Bir kaç gün sonra ki düğüne bekleriz..:)
Karahan’ın tepkisi konusunda neler düşünüyorsunuz?
Buğlem ne yapmalı?
Sizi seviyorum.
Elif Diril.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEK KIYMETLİM
Romance(Pek Kıymetlim adı ve konusu bakımından ilk kitaptır.) Aşkın en "Deli" hali... O akşama kadar gerçekten çok mutluydum, okulumu bitirip evime dönmüştüm ve düşünmemi gerektirecek hiç bir derdim yoktu. Şey demişti Ercan amca, "Senin kızın olmasaydı, be...