❧50. BÖLÜM❧

49.1K 2.2K 430
                                    

İyi akşamlar nasılsınız bakalım?

Ay sizleri nasıl özledim anlatamam, bir haftadır bölümü bitirmeye çalışıyorum ama bir türlü istediğim gibi olmadı. İstediğim gibi olduğunda kısa geldi bu nedenle beklemenize değeceğini umduğum güzel ve uzun bir bölümle geldim.

Finale az kaldı şimdiden haberiniz olsun.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü önemli.

Destekleriniz için çok teşekkür ederim iyi ki varsınız.

Yorumlarda görüşmek dileğiyle ♥

İlk yoruma ithaf var benden söylemesi📣

kahvekolik_hekim ithaf edilmiştir:)


Meyda: Buğlem & Karahan

***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***

Polis memuru, “Bir haber var ve iyi değil, isterseniz içeri geçelim,” dedi gözleri üzerimdeyken. Zaten memurun şu cümlesinden sonra bir ateş düştü yüreğime, nefesim kesildi...
Ağzımı açmaya cesaretim olmadığı için geçtim salona, ne söyleyeceksen hemen söyle diyemedim.
Kocam elini belime getirmiş, beni sıkı sıkı tutarken, gözlerimi memurun üzerinden bir an çekmedim.
Tek nefeste sanki önemsiz bir şeyden söz eder gibi, “Nihat Eroğlu’nun cansız bedenine ulaştık,” dediğinden sonrasını duymadım... Kulaklarım uğuldamaya başlarken, çoktan dizlerimin bağı çözülmüş, gözlerim kararmıştı bile...
Çok bile dayandın Buğlem Arısoy...
*
Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey yanı başımda bekleyen kocam oldu, bir elimi ellerinin arasına almış sıkıca tutarken, yorgun gözlerini bir an üzerimden ayırmadan izliyordu beni.
“Nasılsın?” diye sordu üzgün bitkin sesiyle. “Kendimi pek iyi hissetmiyorum, sanki bir kâbusun içinde gibiyim,” dedim ve bayılmadan önce memurun söyledikleri aklıma gelince yataktan hızla kalktım.
Yanmaya başlayan gözlerim ve bulanıklaşan bakışlarıma inat, “Gelen haber doğru mu?” diye sordum titreyen sesimle.

Hiç bir şey söyleyemedi ayağa kalkıp, bana sıkıca sarıldığında bir yanlış anlaşılma olmadığını idrak ettim. Sonrasında gelen ağlama krizleri ve kesilen nefeslerim...
Ne kadar ağladım, ne kadar göz yaşı döktüm bilmiyorum ama güçsüz düşen bedenim bir süre sonra hissizleşti, kocamın kolları arasında cansız bir varlık gibi kaldım...
Beni tanımadığım biriyle zorla evlendirme çabasını yaşanmamış sayıp unutursak, babamın ailemize karşı en ufak kaba davranışı, yanlış hareketi olmamıştı. Emekli öğretmenlerin, mutlu ve sorunsuz kızlarıydık biz...
Hafta sonları evimize gelen öğrencilere ücretsiz ders veren ve sırf bunun için evinin bir odasını temsili sınıfa çeviren babanın kızlarıydık biz...
Ne oldu da geldik bu duruma? Ne oldu da dağıldı ailemiz? Ne oldu da annem ve kardeşimden tek haber yok? Babam neden öldü mesela? Trafik kazası mı, kalp krizi mi? Hiç bir şey bilmiyorum, kalbime yüklenen acı her geçen saniye daha fazla artıyor ve beni delirtiyordu. Ya annemlerin de başına bir şey geldiyse?
Korkuyla dolmama sebep olan o düşünce, ya onlarında başına bir şey geldiyse?

Öyle çok ağlamıştım ki artık göz yaşlarım bile akmaz olmuştu, sadece hıçkırıklarım ve sarsılan göğsüm vurguluyordu acımı...
Nefes almaya çalıştım ama nefesim takıldı hıçkırığıma, “Na..na. nasıl ol.olmuş,” diye bildim güç bela.
“İntihar etmiş,” deyince tüm kanının çekildiğini hissettim. Başımı ağlamaktan, ıslattığım yerden kaldırıp, Karahan’a baktım.
“Ne?” dedim aklımdan bin bir senaryo geçerken.
“Babanın arabasını Adana yolu üzerinde bulmuşlar, bir not yazmış, kendi el yazısıyla. Adli tıp intihar olduğunu doğruladı, üzgünüm kıymetlim bunları yaşamanı asla istemezdim,” dedi başımı tutup tekrar göğsüne yaslarken.

Ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyorum, babam intihar etmez diyemiyorum, annem ve Beril iyidir de diyemiyorum. Artık ne doğru ne yanlış hiç bir şey bilmiyorum.
Kocamın kollarında geçirdiğim histeri krizlerinin sonunda, gün ağarmış tekrar sabah olmuştu.
Her zaman olan bir şeydi şu ölüm... Birileri ölüyor fakat güneş hep doğuyordu, diyemiyorsun ki ‘Ben kederimden nefes alamıyorum, bugün gün aydınlanmasın,’ diye. Doğanın kanunu bu fakat insan nasıl üzülmesin?
Sabah ezanından sonra babamın salasını dinledim, öyle garip geldi ki Nihat Eroğlu ismini duymak, öğle namazına müteakip diyordu İmam, son veda, son görev, çağırıyordu konu komşuyu... Sevenleri için ilan ediyordu ölüm haberini...
O dakikadan sonra hele, tüm benliğimi kaybetmiştim, Karahan’ın söyledikleri duyuyor fakat kabul etmek istemiyordum. Gelen misafirler umurumda değil, ben canımın derdindeyim de diyemedim. Kolumu kaldıracak gücüm olmadığı için, Karahan, önce beni banyoya sokup bir güzel yıkadı, o sıra da ben gözlerimi banyonun duvarına dikmiş ruhsuz bir şekilde bekliyordum.

Banyodan sonra, bir çocukla ilgilenir gibi, üzerimi giydirip, saçlarımı kurutu ve tepeden bağladı. Odadan çıktığımızda aşağıdan gelen Kur’an sesleri ölümün ciddiyetiyle yüzleşmeme neden oldu. Bizi, daha doğrusu Annemleri evde bulamayan komşularımız dostlarımız, hepsi buraya gelmişti. Salona geçtiğimde pek çok kişinin taziye ziyaretine geldiğini gördüm. Birileri geliyor elimi tutup başın sağolsun diyor ama ben öylece sessizce göz yaşı döküyorum.
Kumru hastaneden yeni çıkmış olmasına rağmen gelenlere hizmet ediyordu. Ne yapsam bilmediğim için getirilen sandalyeye oturdum, kocamda erkeklerin bulunduğu bahçeye geçti. Öğle ezanı vaktine yakın Karahan beni aldığı gibi evden çıkardı.
Arabaya bindiğimizde şaşıracak veya nereye gittiğimizi bile soracak halde değildim, ta ki hastanenin bahçesinde durana kadar.
Ondan sonrasında nasıl yürüdüm, nasıl Morga vardım hatırlamıyorum, defnedilmeden önce son kez görme şansım olduğunu söyleyen kocamı zor bela duydum.
Gelen görevli, sedye benzeri bir yerin üzerinde yatan kişinin bulunduğu yere ilerleyince, belimde sarılı güçlü kolları sayesinde görevlinin yanına gittim.

Adam, neredeyse her gün bu manzarayla karşılaşıyormuş gibi örtüyü, sadece yüzü görünecek kadar açtı ve her zaman canlı gördüğüm o yüzü soluk bir halde görüş alanıma girdi.
Dokunmadım, dokunamam da zaten, sadece kapalı gözlerine bakıp, gözlerini açmasını bekledim, nafile bir çabaydı bu yaptığım...
Görevli, artık ne kadar zaman geçmişse, oflayarak ve memnuniyetsiz bir tavırla kapattı örtüyü.
Bir şeyler oluyor ben buna tepki bile gösteremiyordum, yarım saat kadar sonra cenaze aracı önde biz arkada camiye vardık.
Tahmin ettiğimden çok fazla kişi gelmişti pek çok kişi siyahlar içinde, makineleşmiş bir yüz ifadesiyle bakıyordu. Üzgün ama tepkisiz ifadelerini görmek rahatsız olmaması neden olsa da bir şey yapmadım. Zira o sıra ağlamakla meşguldüm. Kılınan cenaze namazının ardından, hiç istemesem de mezarlığa gittik. Karahan cemaatle birlikte olduğu için, tüm bunlar olurken, ne Zeynep anne ne de Kumru bir dakika beni yalnız bırakmadılar. Hele Kumru, kolundan bir saniye çıkmadı, sanki Beril yanındaymış gibi hissettiriyordu. Kumru da bir yerde kardeşim değil mi zaten?

Bir yerden sonra transa girmiş gibi izledim olanları, önceden kazılıp hazırlanan mezar, nefesimi dalarken, dönen başımı göz ardı etmeye çalıştım. Babam mezara yerleştirilip üzeri kapandığında, Keşke diyordum keşke, annemlerde burada olsaydı...
Herkes buradaydı, annemin ve babamın akrabaları, tanıdıkları, okuldan arkadaşları, herkes ama herkes burada bir tek annem ve Beril yok... Koskoca mezarlıkta babam için, bir ben bir babaannem ağlıyor, geri kalanlar ise genel geçer bir hüzünle bakıyordu bize.
Her şeyin acısı ve üzüntüsüyle ayakta durmaya çalıştım, nefes almaya uğraştım... Direndim...
Dualar edilip ayrılma vakti geldiğinde bakan ama görmeyen gözlerle baktım taze mezara...
Bir insan neden kıyar canına? Ne kör eder gözünü? Torun bekliyordun sen, onun için rıza gösterdin evliliğimize, neden karardı gözün, ne çeldi aklını ha baba? Ne oldu da kıydın canına?
Ne oldu da ailemiz geldi bu duruma?
Ne oldu da şuanda mezarına bakıyor kızın?
İşte baba, ardında onlarca soru bırakıp gittin, gittin de iyi mi ettin?
Evet Buğlem hanım, annen ve kardeşinden haber yok, baban öldü hadi bakalım, bundan sonra ne yapacaksın?

***3 Hafta Sonra***

Günler, hatta haftalar geçerken annemlere duyduğum endişe ve merak artarken, babamın acısı azda olsa hafiflemişti, sadece yazdığı son notu görünce hissetmiştim pişmanlığı...
Şey yazmış son notunda, “İyi bir eş ve iyi bir baba olamadım, ailemizin kör kuyusu oldum. Hele kızlarımın başına açtığım bela... Tam her şey normale döndü derken öğrendim, Beril’in, kızımın, nerede olduğunu! Mehmet’in yayındaymış... Ya bir şey yaptılarsa, ya canını yaktılarsa? Bu saatten sonra ne karımın ne de kızlarımın yüzüne bakamam... Affetmeyin beni, öldüğüme şükredin sadece...” Öyle şeyler yazmış ki insanı vicdanıyla, duygularıyla sınıyor resmen.

Babam son notunda, alelade bir şekilde Engin’in babası Mehmet’i, suçlarken, polis yaptığı araştırmalarda o ailenin, kızların kaçırılma olayında parmağının olmadığını, kanıtlara bize gösterdi.
Engin zaten hastanede olduğu için o suçlanmıyordu bile, babası da kızların kaçırıldığı gün, hastanede olduğunu ispat etti. Engin’in kız kardeşlerinden biri sabaha karşı doğum yapmış, dede olarak görevini yerine getirmek isteyen adamda hep hastanedeymiş...
Saf olmaya gerek yok, bu adam suçlanacağını bildiği için tüm vaktini hastanede göz önünde geçirmiş olabilir, bu pek tabi mümkün. Hatta parayla adam tutup kızları kaçırmışta olabilir, zira, ben oğluyla evlenmeyi kabul etmeyip başkasıyla kaçtım ve kaçtığım kişi, yani Karahan da oğlunu hastanelik edene kadar dövdü. Haliyle kendini aşağılanmış gibi hissetmiş olması muhtemel...
Bunun için intikam almak istemiş olabilir, hatta sırf canımızı yakmak için kızları kaçırmış olabilir. Beril’i bilmiyorum ama Kumru sadece dövülmüştü, ona karşı her hangi bir cinsel saldırı olmadı. Bu da akıllara misilleme yapmak istediklerini gösteriyor. Yani bence böyle... Karahan oğlunu dövdü, o da Karahan’ın kardeşini dövdürüp hastanelik etti, o kadar çok mantıklı geliyor ki...
Belki de Beril için babamı tehdit etti, o da bu fikre dayanamayıp intihar etti!

Kafamda bunun gibi binlerce senaryo dolanıyor ama hiç bir fikrim ipe sapa gelmiyor! Ne düşünürsem düşüneyim, onları suçlayacak yada suçlu olduklarını kanıtlayacak bir fikir bile bulamıyorum.
Neyse ki tüm bunların beyin yorgunluğuna, iyi gelecek bir gelişme oldu, 4 gün önce annem, Beril’le birlikte olan fotoğrafını atıp, “İyiyiz merak etme kızım, anne kız tatil yapıp döneceğiz. Ayrıca babanın intihar ettiğini biliyorum, bunun acısını kendi içimde yaşamama zaman ver kızım... Güzel gözlüm, ağlama iyi ol artık, biz gerçekten çok iyiyiz, sadece babanın olmadığı eve gelme fikri boğuyor içimizi. Polisle telefonla görüşüp iyi olduğumuzu kanıtladım, gelip ifademizi aldılar ve bizi aramayı durdurdular. Şimdi neden beni aramıyorsun diyeceksin, adım gibi biliyorum... Ararsam dayanamam, daha kendime gelemeden, acım dinmeden kendimi karanlığın içinde bulurum... Ama sana söz bundan sonra her gün yeni fotoğraflar atacağım, iyi olduğumuzdan emin ol diye,” diyerek not düşmüş.
Annemi ve kardeşimi merak etsem ve onları göremediğim için endişe duysam da şu mesajdan sonra Ankara’ya dönmekten daha iyi bir çare bulamadık.

Her ne kadar onlardan haber almanın mutluluğunu yaşasam da seslerini duymadığım için büyük bir endişe var yüreğimde...
Neyse ki annem, söz verdiği gibi fotoğraf atmaya devam ettiği için Ankara’ya dönmek konusunda ikilemde kalsam da, evime geldim...
Şimdi desem ki birine, balayı için evden çıktım, önce balayım heba oldu sonra kendimi aile ziyaretinde buldum, aile ziyaretinin keyfine varamadan kardeşimin ve görümcemin kaçırıldığını öğrendim ama yok her şey bununla sınırlı değil, babam intihar etti annem ve kardeşim inzivaya çekildi, tüm bunlara rağmen bir de bana bizi merak etme diyorlar! Ne kadar hoş değil mi?
Hayatımı yazsam roman olur derler ya ben hayatımı yazsam destan olur...

Yattığım yatakta diğer tarafa dönüp pencereden arsız bir şekilde sızan güneşe  baktım. Eylül ayının ilk günleri olsa da güneş, haziran ayını andıracak kadar parlaktı.
Yatakta tek olmanın verdiği garip duyguyla yataktan kalktım, banyoya geçip ihtiyaçlarını giderdikten sonra aşağı indim. Benim her anda yanımda olan biricik kocam, üzerine önlüğünü giymiş kahvaltı hazırlıyordu.
“Günaydın Yakışıklım...” dedim keyifli bir tonla.
Bazı acılar geçmese de insan varlığına alışıyordu, hal böyle olunca da gülmek az da iyi hissettiren bir eylemdi...
“Günaydın kıymetlim,” dedi gülüşü gözlerine kadar ulaşırken.
“Erken kalmışsın, hayırdır,” derken yanağından öpüp masaya oturdum. Karahan’da çayları doldurup karşıma geçti.
“Hani balayına gitmeden önce konuşmuştuk ya iş meselesini, Çetin’le görüşmeye gideceğim. Bir buçuk ayı geçti, sözde iki hafta sonra işe başlayacaktım, baya ihmal ettim. Gerçi olanları bildiği için sorun etmedi ama işte ister istemez rahatsız oldum. Yüz yüze görüşüp tavrını görmek istiyorum,” dedi hafif tebessümle.
“İçin rahat edecekse görüş tabi. Peki işe ne zaman başlayacaksın, aklında bir şey var mı?”
“Muhtemelen en erken bugün en geç yarın başlarım ama kendini kötü hissediyorsan sen iyi olana kadar ertelerim,” dedi samimiyetle.
Kendimden emin bir duruşla baktım gözlerine, keşkem değil, iyikim olduğu için şükrettim Rabbime...

“İyiyim, hatta garip bir şekilde Ankara’ya geldiğimizden beri çok iyi hissediyorum. Sorun yok işinle ilgilenebilirsin deli devim,” dedim içtenlikle gülerken.
“Tamam güzelim öyle diyorsan... Bu arada sen işe başlamak istediğinde haber ver Gülperi’yle görüşmeni sağlayalım.”
“Şuan hemen çalışmak gibi bir gayem yok, bir kaç gün evimde durmak istiyorum. Burada o kadar az zaman geçirdim ki bazen sanki misafirliğe gelmiş gibi hissediyorum,” dedim tatlı tatlı gülerken.
Onaylar nitelikte kafasını salladıktan kahvaltımıza döndük, uzun zaman sonra belki ilk kez iştahla yedim yemeğimi... Eh kocamın eli değdi sonuçta mis gibi olmuş...
Kahvaltı sonunda yatak odasına geçtik, Karahan için takım elbise seçip ona uzattım, siyah takımının içinde göz kamaştırıyor oluşu kıskançlık damarını hareketlendirse de, Çetin aile şirketi işletiyor ve Gülperi yani eşi, yanlış karakterde insanların eşine yakın olmasına izin vereceğini hiç sanmıyorum. Bu yüzden biraz da olsa için rahat...
“Bugün ne yapacaksın?” sorusuyla dikkatimi kocamın bedeninden alıp sorusuna yönelttim.
“Evde olurum muhtemelen, dışarı çıkarsam da haber veririm merak etme kocacığım.”
Sözlerimden sonra bana sıkıca sarılıp saçlarımın üzerinden öptü, derin bir nefes aldıktan sonra elini çenemin altına getirip dudaklarından esaslı bir öpücük aldı. “Seni seviyorum kıymetlim...” dedi yoğun arzusunu hissettiren tavrıyla.
“Bende seni seviyorum ama kocacığım biraz daha burada bu halde dudak dudağa durmaya devam edersek sen Çetin’le biraz zor buluşursun,” derken elimde olmadan güldüm.
“Kahretsin ki haklısın karıcığım,” dedi ve bir öpücük daha alıp geri çekildi.

Karahan’ı işe gönderdikten sonra kulağıma kulaklığımı takıp müzik eşliğinde mutfağı topladım. Daha sonra yatak odasını toplayıp, etrafı süpürüp sildim ve saat biri gösterirken kendimi koltuklardan birine attım.
Tam da o anda annemden mesaj gelmişti, attığı videoyu görünce daha bir mutlu oldum. Gözlerinde hüzün olsa da ben iyi hissedeyim diye kocaman gülmüş, “Bak kızım, senin o bücürük kardeşin, saat kaç oldu daha yatıyor,” dedikten sonra bir odaya girdi, tahminen Beril’in yattığı yatağın yanında geçip, gün ışığı gelmesin diye kafasına kadar çektiği çarşafı açtı, anında duyduğum homurtular içimi huzurla doldurdu. “Ya tatilde bari uyuyayım!” diye homurdanmasını bile özlemişim.

Annem, keyifli bir sesle, “Kalk da ablana el salla,” deyince Beril yataktan fırladı, “Ablam mı geldi?” diye sorup uykudan zor açılan gözlerle etrafa bakmaya başladı. Annem, “Ay Beril...” diye yakarıp videoyu sonlandırdı.
Temizlik yapıp stres atmış videoyu görüp deli gibi mutlu olmuştum, ki uzun zaman sonra keyifle nefes aldığımı hissettim.
Yaz günü temizlik yapmanın tek eksi yanı terlemekti, haliyle kendimi banyoya attım ve uzun soluklu bir duş aldım.
Saçlarımı kurutmuş üzerimi giyinmiş bir şekilde yatağa uzandığımda Karahan aradı, hiç vakit kaybetmeden açtım telefonunu, “Aşkım?” dedim hemen.
“Karıcığım, ne yaptın merak ettim bir aramak istedim.”
“Evi toparladım öyle uzandım, asıl sen ne yaptın, görüşme nasıl geçti?” diye sordum merakla.
“Şuan ofisimde masamda oturuyorum, tahmin edersin ki işe başladım,” dedi sesine yansıyan keyifle.
“Hayırlı olsun kocacığım...” dedim içten bir tavırla.
İş hakkında ve yeni odası hakkında konuşup telefonu kapattık...
Saat üçe gelirken sıkıntıdan patlayacak haldeydim, evde de yiyecek abur cubur bulamayınca sitenin marketine gitmeye karar verdim. Kapıyı kilitleyip anahtarı ve cüzdanımı elime aldıktan sonra binadan çıkıp, site içinde ilerledim.
Büyük bir site olduğu için çok fazla insan ve araba vardı, etrafı inceleyerek markete vardım. Market arabasını çekip, reyonları gezmeye başladım, çerezlik ne bulduysam alıp tatlı reyonu talan ettim ve meyve reyonuna geçip, çilek, erik ve ananas alıp kasaya geçtim.

Market arabasıyla alışveriş yapmak neyse de taşımak gerçekten işkence gibiydi. Allah’tan asansör var yoksa o merdivenlerde ruhumu teslim ederdim. Eve geldiğimde aldıklarımı yerleştirip, çilek ve eriği yıkayıp mutfağın balkonuna geçtim. Manzarayı izlerken bir çilekten bir erikten derken iki tabak meyveyi mutlulukla bitirdim.
Saat ilerlerken akşam için yemek hazırladım, ne de olsa Trabzon da pek çok farklı yemeği öğrenmiştim.
Yemek hazırlama işi bittiğinde üzerimdeki kıyafetlere çeki düzen verip masayı hazırladım, yarım saat kadar sonra çalan kapıyla derin bir nefes koy verdim. Evde tek durmaktan fena halde sıkılmıştım, yüzümde kocaman bir gülümseme ile açtım kapıyı, “Hoş geldin,” diyerek buyur ettim kocamı
“Hoş buldum kıymetlim,” dedikten sonra sıkıca sarılıp içeri geçti.
“Aç mısın, açsan masa hazır hemen yemeğe geçebiliriz.”
“Kurt gibi açım hem de. Ellerimi yıkayıp geliyorum.” Karahan lavaboya ellerini yıkamaya geçince bende çorbaları servis ettim.
On dakika sonra masaya oturmuş çorbalarımızı içiyorduk. “İşte ilk günün nasıldı?” diye sordum ana yemeği servis ederken.
“Keyifliydi, Çetin sandığımdan daha kafa dengi bir patron, sen ne yaptın tüm gün evde?”

“Çetin beyin iyi biri olmasına çok sevindim ve ayrıca evde sıkılmaktan başka bir şey yapmadım, ha bir de annem sonunda video attı öyle mutlu oldum ki anlatamam. Sonunda seslerini duymak içimi ferahlattı. Bir de bir ara sitenin marketine gittim, meyve falan aldım,” diyerek günümü özet geçtim.
“Güzelim, neden beni beklemiyorsun? Ne alınacaksa birlikte alırdık,” dedi biraz bozulmuş bir tavırla.
“Aşkım, ne var sanki iki kilo meyve ve ufak tefek abur cubur aldım. Genel alışverişi tabi birlikte yaparız,” demeyi de ihmal etmedim.
“Bir daha ki sefere ne istiyorsan haber ver ben alır gelirim,” dedi ciddi bir tavırla.
“Emriniz olur paşam,” dedim oyuncu edasıyla.
“Bu arada kıymetlim, Gülperi, yarın akşam için bizi yemeğe davet etti fakat sana sormadan cevap vermek istemedim. Eğer sende istersen yarın akşam yemeğine Çetinlere gidelim?” dedi benim düşünceli kocam...
İşte bu ince bir davranış...
“Olur gidelim, hem benim içinde bir değişiklik olur, son zamanlarda pek insan içine karıştığım söylenemez.”
Anlayışla bakıp, telefonunu çıkarıp, mesaj attı ve keyifle yediği yemeğine döndü.
Gülperi’yi düşünüp, “Umarım iyi anlaşırız,” diye söylendim.

“Anlaşırsınız merak etme, sen zaten herkese uyum sağlıyorsun. İşin aslı, ikinizin bir olmasından ürküyorum,” deyince kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı.
“Nasıl yani?”
“Şöyle ki güzelim, Gülperi, biraz anaç, biraz muzip biri, iki özellik bir araya gelince çok ilginç olaylar olabiliyor...”
“Bak şimdi merak ettim...”
“Yarına kadar sabretmen gerekecek...”
Yemek boyunca sohbet edip, güzel vakit geçirdik, yemekten sonra birlikte mutfağı toplayıp, odamıza geçtik.

Karahan film seçerken bende yatakta rahat bir konum bulmaya çalışıyordum, bir yandan da çay içmek gerçekten yorucu olabiliyordu. Nihayetinde film başladığında dikkatimi ekrana verdim. İki saat boyunca manyak ötesi bir katilin ilginç hatta dahice kurguladığı planın sonunda filimde bitmişti.
Aklımda bin bir soru bırakan ve hayret ettiğim olayları düşünürken, boş bardakları ve çerez tabaklarını mutfağa indirdim. Ne insanlar var arkadaş? Tamam sadece bir film ama bunu yazan senarist, hangi kafayla yazdı merak ediyorum.
Yatak odasına döndüğümde kocamı maillerinin başında buldum, “İlginç bir şeyler var mı?” diye sorduğum da öyle dalmıştı ki şaşkın bir vaziyette kaldırdı kafasını.
“Ne?”
“Diyorum kocacığım, maillerine öyle bir dalmışsın ki ilginç bir şey mi var, diye soruyorum.”
“Yok canım ne olsun, iş güç,” deyip bilgisayarı kapattı ve kenardaki komodinin üzerine bıraktı. “Şuan hiç bir şey senden daha ilginç gelmiyor gözüme,” dedikten sonra bileğimden yakalayıp kendine çekti. O yatakta otururken ben ayakta tam yanındaydım, başı göğüs hizama geliyordu.

Muzip bakışlar atıp, “Daha ne kadar kocanı bekleteceksin acaba, Buğlem Arısoy,” dedi arzulu bir tonla.
Elimi saçlarına getirip, usulca okşadım, “Daha fazla bekletmeye de beklemeye de niyetim yok,” dedim sevimli bir sesle.
Belinden kavradığı gibi kucağına oturttu, “İşte karıcığım, istediğim cevap bu...” dedikten sonra dudaklarımı dudaklarına hapsetti...

Gözlerimi açtığımda daha doğrusu açmaya çalıştığımda hala deli gibi uyumak istiyordum. Yatağın bir tarafından diğer tarafına yuvarlandığımda kocamın yatakta olmadığını fark ettim, muhtemelen kahvaltı hazırlıyordur diye düşünürken ezan sesini duydum. Zaten sabaha karşı uyuduğum için sabah ezanı olamaz diye düşünürken gözüm duvar saatine ilişti ve öğlen değil ikindi ezanı olduğunu anladım. Guruldayan karnımda seremoni sunuyordu, hoş onca saat aç olduğumu düşünürsek bu duruma şaşırmamak gerek.
Üzerimdeki geceliğin sabahlığını giyip, yatağı toparladım ve mutfağa geçip bir şeyler atıştırdım.  Akşam yemeğine giderken ne giyeceğimi düşünürken, bir yandan da ilk kez gideceğim bir ev olduğu için, giderken ne götürebilirim onu düşünüyordum.
En iyisi pastaneden tatlı almaktansa evde yapmak. İşte bu nedenle kollarımı sıvadım tam bir şeyler yapmak için dolabın kapağını açmıştım ki telefonumun sesi evde yankılandı. Seri adımlarla yatak odasına çıktım ve kapanmak üzere olan telefonumu son anda yanıtladım.

“Alo?” dedim hızla açtığım için kim arıyor bakmaya fırsatım olmamıştı.
“Sırf sabah görmedin diye, bakıyorum da kocanı çabuk unuttun Buğlem Hanım?” dedi oyunbaz bir sesle.
“Aşkım, telefon yatak odasındaydı, bende mutfaktaydım, kapanmasın diye arayana bakmadan açtım, yoksa seni unutmak mümkün mü?”
Keyifli bir kahkaha patlatıp, “Her şeyimsin...” dedi usulca ve ben konuşmadan devam etti. “Konuşmaya fırsatımız olmadı güzelim, yani kahvaltıda görüşemedik ama bir daha ki sefere uyumana izin vermeyeceğim bilesin. Sen işe göndermeyip öpmeyince günüm berbat geçti!” dedi sırıtmama sebep olacak bir ciddiyetle.
“Bende seni seviyorum delim...”
“Akşam yedide kapının önünde olurum, aradığımda aşağı inersin,” dedi erkeksi bir tavırla.
“Tamam delim, akşam görüşürüz, daha hazırlanacağım,” dedikten sonra telefona öpücük atıp telefonu kapattım.

Yüzümdeki kocaman sırıtmayla, Nermin halanın öğrettiği tatlıyı yapmaya koyuldum.
Bir buçuk saat sonra Laz böreğini yapmış hatta buzdolabına atmıştım bile. Şerbet ve muhallebiyle yapılan tatlıyı ilk kez yapıyorum umarım güzel olmuştur. Soğuduktan sonra azıcık kenarından kesip tadına bakacağım, hoşuma gitmezse hiç götürmem.
Yatak odasına çıkıp, giyinme odasına geçtim, on dakika kafa yorduktan sonra, su yeşili, gözlerimi ön plana çıkaran, kalın askılı, bel kısmı tam oturan ve dizlerde biten elbisemi giydim.

Makyaj aynamın karşısına geçip, gündelik ve abartılı olmayan makyajımı yaptım. Saçlarıma fön çekip şekillendirdikten sonra işim bitmişti.
Yediye on kala mutfağa geçip tatlının kenarından minicik kesip tadına baktım, gayet iyiydi. Acemi şansını seveyim...

Tadı güzel olduğu için Laz böreğini kapaklı servis tabağına koyup karton poşete yerleştirdiğimde telefonum çalmaya başladı.
Hızla açıp, “Aşkım beş dakikaya iniyorum,” dedim telaşla mutfağın ışığını kapatıp dış kapıya ilerlerken.
“Tamam kıymetlim,” dedi ve telefonu kapattık. Topuklu ayakkabılarımı giyip çantamı ve tatlımı aldıktan sonra evden çıkıp kapıyı güzelce kilitledim.
Asansöre bindiğimde aynadaki yansımama bakıp saçlarımı el yordamıyla düzelttim.
Asansörden çıkıp arabanın yanına ilerledim ve kocamın çıkmasına fırsat vermeden yerime oturdum.

Kocamdan tarafa dönmüştüm ki elleriyle yanaklarımı tutup esaslı bir öpücük verdi.
“Muhteşem görünüyorsun,” dedi anlını anlıma yaslarken.
“Teşekkür ederim delim.”
Derin bir nefes alıp yanağımı öpüp geri çekildi, “Biran önce yola çıkalım yoksa...” dedi manidar bir tonla.
Kıkırdayarak önüme döndüm, Gülperilere doğru yola çıktık, nasıl bir aile olduklarını öyle çok merak ediyorum ki anlatamam.
“Poşette ne var?” diye sordu kırmızı ışıkta beklerken.
“Tatlı yaptım, elimiz boş gitmek olmazdı.”
“Keşke zahmet etmeseydin güzelim, ben seni almadan önce pastaneye uğrayıp bir şeyler aldım.”
“Olsun, ne olacak sanki ben yaparken keyif aldım.”
“O zaman sorun yok işte,” dedi içimi ısıtan gülümsemesiyle.
Yolculuğun devamı daha sessiz geçti, yaklaşık yirmi dakika sonra dört katlı bir apartmanın önünde durduk.

İki şirket sahibi birinin, aile apartmanı tarzında bir yerde oturması nedense hoşuma gitti. Bizim asansörle aşağı inmemiz dakikaları buluyor, böyle apartmanlarda samimiyet oluyordu.
Arabadan inip el ele binaya girdiğimizde, yeni insanlarda tanışacağım için oluşan heyecanımı bastırmaya çalıştım.
Üçüncü kata geldiğimizde kapıda karşılandık, daha daire ziline basmadan açmışlardı kapıyı ve bizi bekliyorlardı.
Esmer güzeli tabirine uyan hatta, alımlı bir kadın yüzündeki kocaman gülümsemeyle bakıyordu bize.
“Hoş geldiniz...” dedi keyifli sesiyle.
“Hoş bulduk,” diyerek yanıtlayıp içeri geçtik.
Çetin bey, olduğunu tahmin ettiğim kişiye doğrudan baktım, esmer olmasına rağmen boncuk misali parlayan mavi gözlerini bu mesafeden bile fark ettim.
Son derece karizmatikti üstelik eşiyle de çok yakışıyorlardı.

Gülperi ve Karahan, abla kardeş gibi içtenlikle sarılınca, bana elini uzatan Çetin beyin elini sıkıp tokalaştım, sıra Gülperi’ye geldiğinde sıkıca sarıldı, sanki kırk yıllık dost gibi...
Sarılma Faslı bitince elimizdeki poşetleri Gülperi’ye verip koltuklara geçtik.
Bir patrona nazaran evi, son derece naif ve zarif döşenmişti, ilk olarak herkesin sahip olabileceği bir apartman dairesiydi, koltukları ve ev dekorasyonu, gösterişli değil, zarif ve sıcaktı. İnsan rahat koltuklarda oturduğunda kasılmıyor aksine çok rahat hissediyordu.

“Resmi olarak tanışmadınız, Çetin, eşim Buğlem,” diyerek tanıttı beni. Aslında kendimi pek tabi tanıtırdım da etrafı inceleme derdine düşünce bu ayrıntıyı atladım.
Ağabey misali otoriter bir tavırla tebessüm edip, “Şaşırmış gibi bir halin var,” dedi tanışma kısmındaki prosedürleri atlayıp.

“Evinizin gerçekten çok samimi havası var, böyle patron evi gibi hissettirmiyor,” dedim doğrudan gözlerine bakarken.
Keyifle kahkaha atarken, elindeki poşetleri mutfağa bırakan Gülperi yanımıza gelip, eşini yamacına oturdu.
Mutfaktayken kısa konuşmamıza şahit olmuş olacak ki, “Ben dekore ettim,” dedi gözlerini ışıldatan gururla.
Çetin beyde, “Yuvayı dişi kuş yapar değil mi hatun?” dedi karısına bakarken aşkla kavrulan bakışları eşliğinde.
“Öyle tabi ayol....” deyip, kocasına alelade kur yapıp, bize döndü, “Hadi sofraya geçelim kurt gibi açım,” deyince hep birlikte salonun sol tarafında kalan ve çoktan hazır olan yemek masasına geçtik.

Karalahana çorbasını görünce resmen gözlerimden kalp çıktı, Trabzon’dan geldiğimizden beri yeme fırsatı bulamamıştım! Ay nasıl istedi canım...
Gülperi’nin servis yapmasını hevesle bekledim, nihayet çorbam önüme geldiğinde Allah’ım bir güzel koktu ki anlatamam.
Hep birlikte çorbalarımızı içmeye başlayınca, yavaş yavaş içip keyfine varmaya çalıştım, “Elinize sağlık çorba enfes olmuş,” dedim tüm samimiyetimi ortaya seren tavrımla.
Ben tebessümle bakarken Gülperi, bir avcı misali dikti gözlerini üzerime, Karahan’da masanın altından hafifçe dürttüğünde yanlış bir şey söylemiş olduğum kanısına vardım.
“Af edersiniz yanlış bir şey mi söyledim?”
“Söyledin tabi kuzum, siz diyerek hitap etme diye kapının önünde, bıraksam kaçacakmışsın gibi sarıldım! Ayrıca siz diye hitap edeceğin kadar büyük biri değilim, alt tarafı 30 yaşındayım canım,” dedi beni gaflete uğratan tavrıyla.

“Gerçekten mi? Ben büyük olduğunuzu düşündüğüm için değil, yeni tanıştığımız için öyle konuştum, ayrıca kesinlikle otuz göstermiyorsunuz, taş çatlasa, gök delinse, yirmi altı civarı derdim.”
Keyifle gülüp, sinirli bakışlarını üzerime dikince ne tepki vereceğini şaştım!
“Sizli bizli konuşma, ay tam toparlıyorsun sonra mesafeli konuşunca batırıyorsun. Aşk olsun Buğlemciğim samimi konuşmak bu kadar zor mu?”
Ah Karahan ah! Arabada o kadar zaman neden Gülperi’nin resmi tavırdan hoşlanmadığını söylemedin ki, bir de gelmiş masa altından çocuğunu dürten anne gibi dürtüyor beni!
“Peki,” dedim yumuşak bir tonla.

Memnun bir şekilde gülüp, hamsili pilavı servis etti, yemek bu şekilde ufak konuşmalarla sonlanınca, Gülperi ile masayı toplayıp, çay ve tatlıları hazırlamaya koyulduk.
“Buğlem, masadaki tavrım seni korkutmadı umarım, Karahan’ı uzun zamandır tanıdığımız için ailemizin bir ferdi gibi, Ankara’da olduğu zamanlar ziyaretimize çok gelirdi. Sende ailemize dahil ol istiyorum, böyle soğuk nevale gibi sizli bizli konuşunca tepemin tası attı,” dedi yumuşak tavrıyla açıklama yaptı.
“Yok estağfurullah korkmadım, sadece şaşırdım.”
“Bu arada başın sağolsun babanı kaybetmişsin,” deyince bir süreliğine unuttuğum acımı anımsadım. “Sağ ol,” dedim buruk tebessümle.
Ortamın havasını değiştirmek için konuyu mezun olduğum okula getirdi.
“Kaç ortalamaya mezun olmuştun?”
“3.74.”
“Mezun olduktan sonra bir yerde çalıştın mı?”
“Kısa süreliğine özel bir lisede çalıştım, sonra Aksaray’a döndük evlendik gerisi malum...”
Hastanede çok kısa bir süre çalıştığım için bahsini bile açmadım...
“Şuan kendini nasıl hissediyorsun?”
“İyiyim de neden sorduğunu anlamadım?”
“Yarın ofise gelsene,” dedi hevesle.
“Hı?”

“Ay kuzum ben seni çok sevdim, şaşkın ördeğim benim,” dedi samimi abla vari bir tavırla ve devam etti sözlerine, “Kuzum, diyorum ki madem iyiysen, işe başlayan?” dedi bariz bir ricayla.
“Ha ondan ofise gel dedin. Ben bir Karahan’la konuşayım, ona göre gelirim veya gelmem.”
“Ay aman ne diyecek sanki? Hem karşılıklı binalarda çalışacaksınız...”
“Yok yine de konuşayım,” dedim tebessümle.
Ki Karahan’la konuşmak konusunda kararlıyım...
“İyi bakalım senin istediğin gibi olsun, umarım yarın gelirsin.”

Gülperi ile mutfakta yaptığımız kısa konuşmanın sonunda çayları o, tatlı tabaklarını da ben alıp salona beylerin yanına geçtik.
Servisler yapılıp çaylarımızı yudumlarken, Gülperi ile sohbete koyulduk.
Çetin ağabey, ki o da beyli konuşmamı istemediğini kibar bir dille belirtmişti, Laz böreği afiyetle yer yemez eşine döndü, “Hatunum...” dedi bizi unutan bir tonla.
Tabağı gösterip, “Devamı var mı?” diye sordu.
“Var getireyim sevgilim,” deyip boş tabağı dolusuyla değiştirdi.
Tatlımın beğenilmesinin haklı gururuyla iyice yanaştım kocama.

“Eline sağlık Gülperi, babaannemin eli değmiş gibi,” diyen kocama yandan gülüşle baktım. Babaanne eli değmiş gibi olmasının nedeni tarifi, babaannenin kızından öğrenmiş olmam, eh bir tanecik halam öğretti...
Gülperi esaslı bir kahkaha atıp, “İlahi Karahan, senin hatun yapmış,” deyince şaşkınlıkla büyüttüğü gözlerini bana çevirdi.
Bozuntuya vermeyip, “Eline sağlık kıymetlim,” dedi memnun bir gülümseme ile.

Sonra konu bana döndü, Gülperi, velimden izin alır gibi, “Karahan, hatununu ne zaman şirkete getireceksin, işler baya birikti, izin versen de kaynaşsak,” gibisinden bir şey söyleyince ne yalan söyleyeyim çok bozuldum. Resmen izin ver de çalışmaya başlayalım diyor!

Tamam Karahan kocam, ona danışman gerekiyor ama bunu ben uygun bir dille yapabilirim, neden beni yok sayıp Ataerkil bir tavırla, tüm iş hayatım kocamın elindeymiş gibi davranıyorsun ki? Senin kocan başkasıyla çalışmanı istemiyor diye şirket kurmuş olabilir, bu durum seni ne kadar zorladıysa şuan şu kelimelerinde benim, o kadar zoruma gitti!
Biraz empati canım...
Anında asılan yüzümü çay içerek kamufle etmeye çalıştım.

Karahan boğazını temizleyip, “Karımın çalışmak için benim iznime ihtiyacı yok, ne zaman isterse o zaman çalışır,” dedi tebessümüyle tavrını yumuşatırken.
Utanmasam, işte benim kocam diye tam anlından öperdim...
İş konusunda kızabilir ama bunu başkasının yanında yapmıyor oluşuyla gurur duyuyorum.
Neden bilmiyorum sanırım fazla alınganlık ediyorum, yine de, Gülperi’nin gözümde muhteşem bir abla imajı çizen görüntüsü ister istemez değişti...

Karahan’ın yanıtından sonra keyifle bana dönen Gülperi, “İzin çıktı, sende istersen yarın ofise gel birlikte zaman geçirelim, hem çalışanlarla tanışırsın,” dedi hevesle. Ne yalan söyleyeyim, onunla çalışmak konusunda zerre istek kalmadı içimde. Ancak benim isteyip istemediğimi sormak geldi aklına...

Zoraki bir şekilde güldüm, “Düşündüm de şu aralar çalışmak istemiyorum, madem işlerin birikmiş, sen başka biriyle anlaş,” dedim kibar ve yumuşak bir tonla. Karahan’ın gerilen bedenini hissedince bende gerildim ama hiç açık vermedim.
Çetin ağabeyde dahil olmak üzere herkes, şaşkınlıkla baktı bana. Neden der gibi bakıyorlardı yüzüme, bu nedenle açıklama yapma gereği hissettim, “Ailemden birini kaybettim, annem ve kardeşimden daha yeni yeni haberler alıyorum, kafam bu kadar doluyken çalışırsam her şeyi elime yüzüme bulaştırırım, sağlıklı bir çalışan olmam. Hem ‘Perim,’ markası hataları kabul etmeyen bir marka, neticede insanlar marka ürünlerini ciltlerine sürecekler, tek bir hata büyük soruna neden olur,” diyerek en mantıklı açıklamamı yaptım.

Gülperi, ev sahibi ve bir abla olarak ne kadar iyi bir imaj çizse de söz konusu işi  olduğunda garip davranıyordu. Bunu daha ilk dakikadan hissettiğim için şanslıyım.
Gülperi de anaç bir tavırla gülüp, “Peki madem kuzum sen nasıl istersen ama bak ne zaman istersen kapım sana ardına kadar açık. Ayrıca istediğin zaman ofisime gelebilirsin, çalışan olmana gerek yok, seni seven seve ağırlarım,” dedi anlayışla.
Neden bilmiyorum ama omuzlarımdan büyük bir yükün kalktığını hissettim, “Anlayışın için teşekkür ederim,” dedim tebessümle. Bu konuşmadan sonra bir saat kadar daha oturup eve geçtik.

Karahan oradan ayrıldığımızdan beri sessizliğini koruyordu, bu nedenle iyice gerildim.
Üzerimizi değiştirip yattığımızda alarmı kurup, kocamın göğsüne yerleştim.
Elini belime sarıp, “Çalışmak istemediğini neden bana söylemedin,” dedi biraz alınmış bir tonla.
Derin bir nefes aldıktan sonra, “Aslında Gülperi, iş konusunda senden, benim için izin almaya çalışana kadar, onunla çalışmak konusunda heyecanla doluydum. Gel gelelim o tavrı yüzünden kötü hissettim. Mutfaktayken, yarın ofise gidip gidemeyeceğimi sordu, bende seninle konuşup karar vereceğimi söyledim, konu kapandı sanırken de senden izin istedi. Ben sana soramaz mıyım, seninle konuşamaz mıyım? Neden ikimizin arasında olması gereken bir meseleye karışıyor ki? Tamam abla gibi davranıyor ama sen, benim kocamsın, seninle her şeyi konuşabilirim, ona mı kaldı izin almak! Hem izin almakta ne oluyor? Ay yine sinirlendim!” diye sinirle soluyup doğruldum yataktan.

“Ha şimdi anlaşıldı sinirinin nedeni, bende kıymetlim gül yüzünü neden astı diye düşünüyordum.”
“Haksız mıyım ama sen söyle?”
Komodindeki lambayı yakıp oturur konuma geldi,  “Senin bakış açından baktığımızda kızmakta haklısın. İkimizden başkasını ilgilendiren bir konu yok. Kendini kötü hissetmektense Gülperi’yle çalışmama kararı almanı da anlıyorum,” dedi kadifemsi bir tonla.
“Oradayken çok gerildin, sana sormadan böyle bir karar verdiğim için kızdın mı? İkimizin birlikte çalışmasını çok istiyordun.”

“Buğlem, kıymetlim, kararlarını pek tabi kendin verebilirsin, buna kızamam, sadece bir anda çalışmak istemiyorum deyince... Duygularından haberim olsun istiyorum sadece o kadar, zaten yeterince içine kapandın,” dedi ve sıkıca sarılıp yanaklarımı öptü.
İçe kapanmak konusunda son derece haklı, Trabzon’dan Aksaray’a gittiğimizde beri başımızdan eksik olmayan badireler yüzünden ister isteme, kabuğuma çekildim ve bu durum kocamın hiç hoşuna gitmedi...
“O zaman aramızda bir sorun yok değil mi?”
“Yok kıymetlim, biz bir birimizle açık açık konuştuğumuz sürece sorunda olmaz,” dedi ve sıkıca sarıldı.

“Karahan ya biraz kavga edelim,” deyince şaşkınlıkla geri çekildi, yüzünde ‘Acaba delirmiş olabilir mi?’ Bakışı vardı ki bu hali bende, kahkaha atmak isteği uyandırıyordu.
“Anlamadım?”
“Nazar değecek diye korkuyorum, azıcık kavga mı etsek?”

Derin bir nefes alıp, “Körle yatan şaşı kalkar hesabı, benle yattıkça delirdin karıcığım, en iyisi uyuyalım ha ne dersin güzelim?” dedi alaycı bir tavırla.
“Uyumasak mı?” dedim kedi gibi mırlayan bir tonla.
“Canıma minnet kıymetlim,” dedi halinden memnun bir tavırla.
“İyi o zaman bilgisayarı getir de film izleyelim,” dedim tepkisini ölçmeye çalışırken.
“Milletin aşk hikayesini boş verelim, kendi hikayemize bakalım değil mi bal dudaklım...” dedi arzu dolu bir sesle...
“Gene kavga edemedik!” diye yakınınca kahkahalar atarak beni kucağına çekti, tam karnının üzerine oturduğumda dikti gözlerini gözlerime, “Lan aşkından deli oldum viraneye döndüm, karım oldun, kalbini verdin Allah’tan belamı mı istiyorum da, uğruna delirdiğim kadınla kavga edeceğim. Savaşmayalım kıymetlim...” dedi manidar bir tavırla.
“Aşkımıza nazar değerse sorarım ama bunun hesabını...” dedim kızgın olmaya çalışan bakışlarımla. O ise geceliğimi çıkarma derdine düşmüştü, “Ya rahat dursana ve adam!”

“Sen böyle bakmaya devam edersen asla rahat durmam. Ha madem canın kavga istiyor kıymetlim, bir şey buldum,” deyince dikkat kesilen tavşan misali diktim kulaklarımı.
“Ne buldun?”
“Normalde reddettiğim bir şey kabul edeceğim, sende bunu duyunca sinirleneceksin ve kızacaksın,” dedi bilmiş bir tavırla.
“Yani?”

“Yanisi kıymetlim, hafta sonu, yarış pistinde, yarışmaya gidiyoruz, sende aşkından deliren kocanın bir arabayla ne yapacağını izliyorsun,” dedi kocaman sırıtırken.
“Yok artık!”
“Var artık karıcığım var artık...”

****

Yeni bölüm bir hafta içinde gelecek.
Bölüm nasıldı? Çok istediğiniz yarış sahnesi sizlerle olacak...

Sizce gelecek bölümde neler olacak?

Babasının intiharı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Annesi ve kardeşi neden inzivaya çekilmiş olabilir?

Gelecek bölümde neler olsun istersiniz?

Sizi seviyorum.

Elif Diril.

PEK KIYMETLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin