Merhabalar nasılsınız bakalım? İyi geceler.
Yeni bölüm geldi, umarım beğenirsiniz.
Düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü benim için çok önemli;)
Desteklerinizi eksik etmeyin oy ve yorumlarınızı bekliyorum:)
Yorumlarda görüşmek dileğiyle ♥
Karahan ve Buğlem için seçtiğim kişileri beğenmiyorsanız öneride bulunun kuzularım.;)
Medya: Karahan & Buğlem
***Keyifli Okumalar Dilerim***
Yüzünde kocaman bir sırıtışla, “Valla ben dolaylı yoldan tuzlu kahve içerim umuduyla kavanozlarda ki şeker ve tuzun yerlerini değiştirdim, kısmet tuzlu pastayaymış,” demez mi?
“İlahi Karahan ne adamsın? İstesen bol tuzlu kahveni yapar, keyifle de içişini izlerdim,” derken çoktan sırıtıyordum. Kolumdan tutup beni yanına çektiği sımsıkı sarıldı, “Buğlem,” dedi duygu yüklü sesiyle.
“Efendim,” dedim uysal bir kedi gibi.
“Çok seviyorum,” dedikten sonra burnunu saçlarıma getirip derin bir nefes aldı. Yüzümde kocaman sırıtışla bende ona sarıldım. Evet hoşlanıyorum, kıskanıyorum ama tam olarak sevdiğimden emin değilim. Belki de seviyorum ama haberim bile yok.
Karahan’a yapmak istediğim maç sürprizi için araştırma yapmaya koyuldum, “Hafta sonu da çalışacak mısın?” diye sordum. “Maalesef ama birlikte plan yapalım dersen izin alırım.”
“İzin alamana gerek yok. Peki akşam kaç gibi gelirsin?”
Şüpheye bana baktı, “Neden soruyorsun?”
“E işte akşam yemeğini hazırlayacağım, başka neden sorayım ki?”
“Ha tamam o zaman, ben sana haber veririm.”
Beynimi kemiren soruyu, “Normalde Pazar günleri tatil olur neden senin çalışman gerekiyor?” sordum.
“Şirketin uzun zamandır eleman açığı vardı, ben daha mezun olmadan iş teklifleri gelmeye başlamıştı, şirketleri az çok araştırdım oradan biliyorum. Baya iş birikmiş mecbur mesaiye kalıyorum normal de Pazar günleri bize ait olacak, sadece bir iki hafta idare etmemiz gerekiyor,” dedikten sonra başımın üzerinden öptü.
Açtığımız film çoktan bitmişti, etrafı kaba taslak toplayıp odalarımıza çekildik. Pazar günü yapacağım sürprizi daha güzel hale getirmenin planlarını yaparken uyuyakalmışım.
Sabah erkenden uyanıp, elimi yüzümü yıkayıp soluğu mutfakta aldım, kahvaltıyı hazırlayıp Karahan’ı uyandırmak için kapısını tıklattım ama ses vermedi.
“Karahan, saat yediye geliyor, kalk artık,” derken bir yandan da kapıyı tıklatmaya devam ediyordum.
Neredeyse beş dakika odasına girmeden kapıyı çalıp uyandırmaya çalıştım ama bana mısın demedi. Haliyle son çare olarak gözümü karartıp içeri girdim.
Yatakta yüz üstü yatmış, çıplak sırtı gözler önünde, üzerindeki çarşaf sadece belden aşağısını örtüyordu. Seslice yutkundum. Fotoğrafta görmek başka canlı kanlı halini görmek bambaşka.
Yüzümün ısındığını hissetsem de bu durumu görmezden gelip, “Karahan,” diye seslendim. Ve uyanmamakta direndi.
“Tövbe estağfurullah! İğne sesine uyanan adam şurada top patlatsak uyanmayacak!” Yatağın yanına gidip elimi omzuna koyup dürttüm. Allah’ım bu kadar garip hissedeceğim aklıma gelmezdi. Rabbim sen beni neyle sınıyorsun?
Hayır yani bana da yazık...
Normalde bir insanın omzundan dürtmeniz pekte bir şey hissettirmezken, Karahan’ın çıplak omzuna dokunmak insanın devrelerini yakacak hale getiriyor. Bu ne sıcak ya Rabbim!
Artık titreyen sesimle, “Karahan,” dedim ve tekrar dürttüm. Tam yan taraftaki su bardağını alacaktım ki, bir el kolumu hızca çekti ve kaşla göz arasında kendimi Karahan’ın altında yatarken buldum.
Tövbe Allah’ım çok tövbe...
“Karahan, ne yapıyorsun Allah aşkına?”
Başımın üzerine bir öpücük kondurup, başını göğsüme yaslayıp kollarını bedenime sardı. Ama ben kaşındım halt etmeye adamın odasına girdim! Ne olurdu kapıdan seslenip kaçsaydım ama yok illa dokunacaksın! Al kızım Buğlem, nefsine yenilirsen işte böyle olur, uyandırmak ayağına elledin adamı.
O bu değil de kendimi hissedemiyorum, kalbim maraton koşusu gibi atıyorken, nasıl kendimde olabilirim ki?
Uyku mahmurluğuyla, “Heyecanlandın,” keyifli sesiyle.
“Hah! Senin kollarındayken heyecanlanmayan taş olur!” Anın verdiği heyecan ve duygu karışıklığıyla ne dediğimi bilemedim.
Tam boynumun üzerinden öpüp, “Sana ölürüm kadın,” diye mırıldandı. Ve devam etti, “Beni çekici biliyorsun?” dedi sorar gibi. Daha çok fark ettiği bir gerçeği tescillemek istiyor gibiydi.
“Deli misin be Adam! Aklımı kaybedeceğim şimdi.”
“Deliyim hem de sana deliyim! Delinim...”
“Hadi kalk bak işe geç kalacaksın,” dedim yumuşacık bir sesle.
“Kıpırdama, şu hayatta daha fazla mutlu olamam dediğimde minicik bir şey yapıp delicesine mutlu olmanı sağlıyorsun. Hiç bir iş kollarından ayrılmam için yeterli öneme sahip değil,” dedikten sonra daha sıkı sarıldı.
“Neyse kahvaltı yapmadan gidersin artık, yarım saat daha yatabiliriz,” dedim ama sesim bu durumdan memnun olduğunu vurgular nitelikteydi. Biraz çekinerek kollarımı Karahan’ın bedenine sardım ve bu durumdan hiçte rahatsız olmadığımı fark ettim. Kalbim gümbür gümbür... Karnında kelebekler... Kızarmış yüzümle ve halinden memnun ifademle gayet iyi durumdaydım.
Ve gerçekten Karahan’a bağlandığımı hissediyorum, belki tanışalı çok olmadı ama yanındayken gayet rahatım. Saçlarından kopup burnuma ulaşan kokusuyla öyle mayıştım ki anlatamam.
Saniyeler dakikaları kovalarken hayatımın en çabuk geçen yarım saatini yaşadım.
Duvardaki saat normalden hızlı hareket ediyordu sanki... Belki de zamanın geçmesini istemediğimdendir.
Biraz daha sessizce Karahan’ın kollarında yattım, ve son dakikaya kadar bekledim. Saat sekizde iş yerinde olması gereken delimin on beş dakikada hazırlanıp çıkması gerekiyor.
Elimi saçlarından geçirip usul usul okşadım, Karahan’ın uyumadığını biliyorum, düzensiz nefeslerinden bunu anlamak mümkün. Sadece birbirimize sarılıp yatmak bile beni mutlu etmişti.
Saçlarından gelen kokuyu derince içime çektim, daha şimdiden üç dakika daha geçmişti. Saçlarının elimde bıraktığı hisle mest olurken mecburen konuştum, “Artık kalkmamız gerekiyor, işe geç kalacaksın. Sadece üzerini giyinmen için zamanın var,” dedim memnuniyetsiz bir tavırla. Beni duymazlıktan geldi ve hiç istifini bozmadı.
“Ne yalan söyleyeyim bulunduğumuz durumdan hiç şikayetçi değilim ama kalkmamız gerekiyor. Sen sözlerini tutan birisin, işe gitmen gerekiyor.”
“İstifa ederim,” demez mi?
“Ay vallahi delirdi gül gibi adam.”
“Yanlışın var güzelim ben zaten sana deliydim, hala deliyim.”
Bu laflardan sonra sıcak bastı. “Karahan, bak ne diyorum? Bence haftanın bir gününü kendimize ayıralım,” dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Eh haklı adam, kalk işe geç kalıyorsun derken birden ne dedim?
“Nasıl yani? Ben haftanın her günü seninle olsam yine sana doyamam,” dediğinde bedenen değil belki ama ruhen eridim...
“O manada değil,” derken saçlarıyla oynamaya devam ettim, Allah’ım ne güzel bir his bu böyle.
“Kıymetlim, güzel gözlüm vallahi bir şey anlamadım.”
“Karahan,” dedim böyle bir şey istenirken kullanılan ses tonu ile ve devam ettim, “Bence, yani sende istersen, haftanın bir günü bizim olsun. Mesela Pazar günleri birlikte vakit geçirelim, tabi senin yoğunluğun bittikten sonra, bir de Pazar akşamları birlikte uyuyalım. Olmaz mı?” dediğimde suratı öyle bir şekil aldı ki gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Kilitlendi kaldı adam. Neden bilmiyorum ama onunla uyuyacak ve onunla uyanacak olma fikri kalbimi ısıtıyor. Ve üstelik bu fikri ortaya atarken hiçte rahatsız olmadım, onunla uyumaya dünden razı gibiyim.
“Hatun sen benim sebebim olacaksın,” dediğinde kulağımda sadece hatun kelimesi dönüyordu. O ne güzel hatun demek öyle...
“Allah korusun!” dedim tedirginlikle. Sebebim olacaksın ne demek ya?
Tam hadi kalk diye mızırdanmaya devam edecektim ki köprücük kemiğimin üzerinden öptü, “Bu Pazar günü hiç gelmeyecek gibi. Allah’ım bugün geçer mi? Bence cumartesi günleri bizim olsun,” derken huysuz bir çocuk gibi bakıyordu.
“Valla ben Pazar gününde kararlıyım.” Bugün cumartesi olduğu için uyanıklık yapıyor.
“Öyle olsun hatunum. Beni ne kadar mutlu ettiğin hakkında en ufak bir fikrin bile yok.”
“Pazar gününü ayarladığımıza göre, artık kalkıp işe gidebilirsin, bak biraz daha oyalanırsan çirkefleşeceğim,” derken yalancı bir tehdit havasına büründüm.
Burnumun ucundan öpüp kalkınca derin bir soluk verdim. Sonunda kalkmaya ikna edebildim. Valla biraz daha yatmak için ısrar etseydi tüm günü ona sarılı bir vaziyette geçirebilirdim.
Karahan kalkıp odasındaki banyoya gidince bende hızlıca yatağını toplayıp dolabından bir takım çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Bu adam kendi için bu kadar takım elbise ve gömleği ne ara almıştı hayret doğrusu.
Hızlıca odadan çıkıp, kaynamaktan altında şu kalmayan çaydanlığın altını kapattım. Karahan kahvaltı yapamayacağı için hızlıca sandviç hazırladım ve streç filme sardım. Buz dolabındaki kutu meyve sularından birini de almıştım ki Karahan odasından çıkıp yanıma geldi.
Belime sarılıp, yanağıma ufak bir öpücük kondurdu, “Seni çok seviyorum kıymetlim,” dediğinde heyecandan zor nefes alır vaziyetteydim. Benim seçtiğim takımı giymiş, oy ama ben seni yerim.
Kocaman sırıtıp, “Daha fazla oyalanma, zaten geç kaldın,” dedim. Bende seni seviyorum diyemedim. Zaten birazda zor derim...
Elimdeki sandviç ve meyve suyunu eline tutuşturup kapıya kadar eşlik ettim, “İyi işler,” dedim tebessümle.
“Bir yere gidersen haber ver,” dedikten sonra saçlarımın arasına bir öpücük kondurup gitti. Sabah sabah ne çok öptü arkadaş...
Karahan gittikten sonra kapımı kilitleyip mutfağa geçtim ve kahvaltımı yaptım. Evi toplayıp bulaşıkları halledene kadar saat öğlen on oldu.
Günlerdir aklımı kurcalayan ve aramak istediğim annemi aramaya karar verdim. Korkudan ellerim titrerken numaramı gizliye alıp annemi aradım.
Çaldı çaldı çaldı ve kapandı.
Tekrar aradım yine telefonu açan olmadı. Zaten günlerdir görmemiştim şimdi bir de sesini bile duyamıyorum olmanın üzüntüsüyle ağlama raddesine kadar geldim.
Tam çeşmeleri açacaktım ki aklıma Karahan’ın kız kardeşi Kumru geldi. Telefon numarasını yazıp çantama attığını söylemişti. O an bir umut odama nasıl gittiğimi anlamadım.
O gün kullandığım çantamda Kumrunun yazdığı telefon numarasını buldum ve hiç düşünmeden numarayı tuşladım.
İkinci çalışta açtı, “Kimsiniz?” dedi sert sesiyle.
“Kumru ben Buğlem,” dedim. Anneme ulaşamadığımız için sabah ki neşemden eser kalmamıştı.
“Buğlem abla,” dedi şaşkınlıkla.
“Nasılsın canım.”
“Buğlem abla sen beni boş ver asıl siz nasılsınız? Ağabeyi arayıp sormuyor arayınca da açmıyor merak ettik.”
“Biz iyiyiz, hani sen demiştin ya her hangi bir şey olursa ara diye. Kumru benim sana işim düştü.”
“O nasıl laf yenge ayıpsın,” dedi neşeli sesiyle.
“Kumru benim annemle konuşmam lazım ona iyi olduğumun haberini vermem lazım.”
“Yenge,” dedi usulca.
“Eğer kabul etmezsen anlarım.”
“Şey Nermin teyzeye ulaşma imkanım olsa hiç düşünmeden yanına giderdim hatta Beril’le bile konuşmanı sağladım ama yapamam,” dedi üzgün sesiyle.
Boğazımda bir şeyler düğümlendi, “O ne demek Kumru yoksa kötü bir şey mi oldu?”
Korku bedenime hakim olurken göz yaşlarım sessizce akmaya başladı.
“Yok yenge korkma sağlık durumları iyi de artık burada oturmuyorlar. Siz gittikten sonra buradan taşındılar. Nihat amca, el alemin söylediklerine dayanamadı, daha sizin gittiğiniz günün ertesi günü gittiler,” dediğinde olduğum yere çöktüm.
Ben annemle nasıl konuşacağım?
Kim bilir ne haldelerdir?
Peki ya nereye gittiler?
Şu koskoca ülkede onları nerede arayacağım?
“Kumru, bir haber, en ufak bir iz varsa lütfen söyle.”
“Şey yenge, Nihat amcanın ailesinin evine gittiler diye duydum.”
“Anladım, çok teşekkür ederim,” dedim çatallı çıkan sesimle.
“Yenge, üzme kendini bak göreceksin zamanla her şey düzelecek.”
“İnşallah Kumru. Ben kapatıyorum şimdi kendine iyi bak.”
“Görüşürüz Yenge,” dedikten sonra kapattı telefonu.
Oturduğum yerde tüm sıkıntım geçene kadar ağladım. Sonra bir kez daha annemi aradım ama telefon açılmadı, muhtemelen ben ararım diye babam annemin telefonunu almıştır.
İçimdeki dert ve sıkıntıyla uzunca bir süre ağladım, kendime geldiğimde saat on ikiydi. Banyoya gidip uzun bir duş aldıktan sonra odama geçip üzerimi giyindim. Islak saçlarımı kurutup televizyonun karşısına geçtim.
Böyle olacağını tahmin etmem gerekirdi. Beni sevmediğim hatta tahammül edemediğim bir adamla evlendirmeye göze alan babam, onun isteğine karşı geldim diye annemi ve kardeşimi benden uzaklaştırmayı seçmişti.
Bugün değil belki ama bir gün o herkesi küle çeviren öfkesinin yerini özlem alacak işte o zaman ailemle aramızda düzelteceğim.
Açmadığım televizyona boş boş bakarken kapı çaldı, hayırdır inşallah!
Kapının önüne gelince, “Kim o,” dedim.
“Kızım Karşı komşun Nurdan teyzen ben,” dediğince açtım kapıyı.
“Hoş geldin Nurdan teyze, buyur içeri geç,” dedim kenara çekilirken.
“Yok kızım hiç geçmeyeyim, ben seni almaya geldim,” dediğinde şaşkın bakışlarla ona baktım.
“Anlamadım?”
“Kızım altın günüm var, misafirler yavaş yavaş gelmeye başladı, hadi sende gel. Hem binadaki kadınlarla da tanışmış olursun.”
“Sağ ol Nurdan teyze, ben hiç rahatsız etmeyeyim.”
“Sus kız vallahi çarparım bir tane! Ne demek rahatsız etmek. Rahatsız edecek olsan niye çağırayım seni? Hadi bakayım itiraz kabul etmiyorum, al anahtarını doğru bizim eve,” dedi otoriter bir şekilde.
Babama olan kırgınlığım annem ve kardeşime özlemim aklıma gelince evde tek durmanın bana faydası olmayacağını anlayıp telefonumu ve anahtarını alıp evden çıktım.
Nurdan teyze memnunca sırıtırken kapıyı kilitliyorum.
Nurdan teyzenin evi bizim ev gibiydi, geniş ve ferah. Salonu bizimkinden biraz daha küçüktü ama gayet şık döşenmişti.
Salona kısa bir göz attığımda en az on beş kişinin olduğunu gördüm. Hepsiyle öpüşüp tanıştıktan sonra boş bulduğum bir yere oturdum.
Genelde anneler ve kızları olarak gelmişlerdi. Bir yerde kızlar görücüye çıkıyor da diyebiliriz.
Nurdan teyze hazırladığı tabağı elime tutuşturdu. Sonra başladılar derin bir sohbete. Sohbet dediysem öyle dedikodu gibi değil, daha çok dini sohbet gibiydi. Bizim mahallenin altın günlerinde kadınlar, günde olmayan kadınları çekiştirir demediklerini bırakmazlardı.
Ama Nurdan teyzenin altın günü çok farklı ve güzeldi. Bir defa onların sohbetlerine ortak olmak daralan içimi ferahlatmıştı.
Hatta bir ara alttan alttan evlilik çağına gelmiş biz genç kızlara öğütler verdiler.
Ailede kadının rolünü, eşine karşı davranışlarının nasıl olması gerektiği, tartışma anında nasıl davranmalı gibi pek çok konuda bilgi verip, hikayeler anlatarak bilgileri pekiştirmemizi sağladılar.
Sohbetleri öyle güzeldi ki zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadım, hatta Nurdan teyzeyle konuşup sohbetler katılmak istediğimi söyledim.
Altın gününü bahane edip çok güzel sohbetler etmiştik.
Eve geldiğimde çoktan akşamın altısı olmuştu. Yüzümde rahatlamış bir ifadeyle kendimi yatağa attım. Garip bir gün yaşıyordum. Önce mutlu, sonra bitap ve en sonunda da rahatlamıştım.
Telefonum çalmaya başlayınca düşüncelerimden sıyrılıp telefonu açtım, “Efendim,” dedim neşeli bir şekilde.
“Nasılmış benim kıymetlim?”
“İyiyim, sen nasılsın?”
“İyi değilim akşam yemeğine gelemeyeceğim, devasa dosya yığınlarına gömülmüş vaziyetteyim.”
“Oy kıyamam ki sana... Kahvaltını yaptın mı?” diye sordum ilgiyle.
“Yaptım, sandviç harikaydı.”
“Sadece onu yediğini söyleme sakın! Ben sadece atıştırmalık olarak hazırlamıştım.”
Hafif bir gülme sesi geldi, “Merak etmeye öğle yemeğiyle telafi ettim.”
“İyi bari, akşam yemeğinde ihmal etme.”
“Etmem kıymetlim, sen beni merak etme ve güzelce karnını doyur,” dedi yumuşak bir sesle. Bir süre sonra telefonları kapattık.
Telefonu yatağın diğer tarafına bıraktım, öyle çok ağlamıştım ki yorgunluğu şimdi şimdi çıkıyordu. Zaten gözlerimin batma hissine dayanamayıp gözlerimi kapattım. Sonrasında mışıl uyumuşum.
Uyandığımda etraf zifiri karanlıktı, el yordamıyla telefonu buldum ve saate baktım.
Gecenin dördüydü. Tabi karnımdan bir gurultu geldi, akıllara zarar, akşam yemeği yemeden yattığımda için deli gibi karnım acıktı.
Odadan çıkıp mutfağa gitmek o kadar gözümde büyüdü ki anlatamam. Alkıma gelen düşünceyle bir ara açlığımı bile unuttum, acaba Karahan geldi mi?
Gelmiştir canım bu saate kadar çalışacak hali yok ya!
Gidip baksam mı? Ayıp olur ama...
Yani gece gece sapık gibi odasına mı gireceğim? Daha neler?
Ama merak ediyorum hem bugün doğru dürüst görmedim bile. Kapıyı azıcık açıp kenardan baksam geldiğini anlarım. Evet ya bakayım hem ne olacak ki?
En kötü ihtimalle uyur gezerim sana geldim derim... Tabi yerse...
Karahan’ın odasına gitme fikri bir tüm uykumu kaçırdı, zaten yeterince uyudum, önce Karahan’a bakar sonra bir şeyler atıştırırım.
Yataktan çıkıp minik adımlarla Karahan’ın kapısının önünde aldım soluğu. Tam kapıyı açacaktım ki ensemde bir nefes hissettim.
Hadi bakalım Buğlem hanım ayıtla pirincin taşını...
****
Yeni bölüm Pazartesi günü gelecek canlarım benim.
Bölüm nasıldı?
Sizce gelecek bölümde neler olacak?
Genel olarak düşünceleriniz nedir?
Sizi seviyorum.
Elif Diril.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEK KIYMETLİM
Roman d'amour(Pek Kıymetlim adı ve konusu bakımından ilk kitaptır.) Aşkın en "Deli" hali... O akşama kadar gerçekten çok mutluydum, okulumu bitirip evime dönmüştüm ve düşünmemi gerektirecek hiç bir derdim yoktu. Şey demişti Ercan amca, "Senin kızın olmasaydı, be...