❧10.BÖLÜM❧

88K 3.3K 184
                                    

Sizi Özledim hem de çok...

Sizde beni özlediniz mi?

Bölümü bu kadar geç atmak aklımda bile yoktu, tam sınavlarım bitti rahatladım derken tüm olaylar üst üste geldi kusuruma bakmayın. Artık mümkün mertebe sizlerle olmaya çalışacağım.

Düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü benim için çok önemli.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Yorumlarda görüşmek dileğiyle ♥

Bu bölüm hepinize ithafen yazılmıştır.

Medya: Buğlem & Karahan

***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***

Yere çarpan metalin sesi, yere çarpan kafamın sesini gölgede bıraktı. O son düğmeleri taksaydım kesinlikle perdeye takılmazdım. Bir yandan acıyla inliyor diğer yandan da kapının ardında olduğu için boğuk gelen telaşlı sesi dinliyordum.
“Buğlem! Ne oldu? Buğlem aç kapıyı!” panik dolu ses evin duvarlarında yankılandı...

Ah neler olmadı ki?

Aksi gibi kapın arkasında anahtar olduğu için dışardan açılamaz, mecbur düştüğüm yerden kalktım.

Ah belim, feci ağrıyor. Onca yorgunluğun üstüne bir bu eksikti!
Kapının ardından bağıran Karahan’ı göz ardı edip düşen sandalyeyi kaldırdım ve kapıya koştum ki bu, daha yeni sırt üstü düşen biri için hayli acılı bir eylemdi.
Bozuntuya vermemek için kıvranarak kapıyı açtım ve yüzüme de zoraki bir gülümseme kondurdum.

“Hoş geldin,” dedim acının sesime yansımasını engellemek için neşeli davranmaya çalıştım.

“Allah aşkına sen bana kafayı yedirmek mi istiyorsun!” diyerek elindeki poşetleri hışımla bir köşeye fırlatıp iki adımda yanıma geldi.

“Aaa ne oldu ki?” dedim sanki bir şeyden haberim yokmuş gibi. Blöfümü yemediği gözlerindeki öfkeden belliydi.

“Düştün değil mi! Yüzündeki şaşkın ve acılı ifadeden belli. Şu sıfatının haline bak, bembeyaz olmuşsun! Bir de sanki bir şey olmamış gibi davranmıyor mu? Gelde delirme,” diyerek söyledikten sonra bir hızla beni kucağına alıp ayağının köşesiyle de kapıyı kapattı. Ama resmen burnundan soluyor.

Belime değen eli acımı perçinlerken, kucağında olmanın verdiği his tam tersi etki yapıyordu, tedavi gibi...

“Biz kıymetlim diyelim, hatunun yaptığına bak sen, halt etmeye çıktın değil mi?” öfkesinden söylediklerinin bile farkında değildi.

“Oh mis gibi de yaptım! Allah Allah ya, perdeyi takmak isteyen ben, düşen ben, canını acıtan ben, azar işiten yine ben!” dedim biraz tavırlı bir şekilde. Çocuk gibi azarlaması da hoş değil yani...

“Hiç o yeşillerini dikip masummuş gibi bakma! Sana, sen bile zarar veremezsin, izin vermem. Anladın mı beni, canının yanmasına izin vermem. Sen bir daha burnunun dikine gidip zarar gör o zaman sorarım ben sana!” diyerek sinirle söylenip yavaşça beni koltuğa bıraktı.

“Sanki beni beklesen ne kaybederdin! Canını acıtmamış olurdun, ah Buğlem neden söz dinlemezsin ki!” söylenmeye devam ederken mutfağa geçti. Bir yerden sonra söylenmelerini duymazdan geldim.
Yemin ederim onun sinirinden ve tepkisinden acımı unuttum...

Mutfaktan döndüğünde elinde buz torbası vardı.
“Neren acıyor?” öyle bir tonla sormuştu ki, düştüğüme pişman oldum. Sanki benim acım onun canını acıtıyor gibiydi, sanki koruyamadığı için kendini suçluyor gibi, sanki kızgınlığının büyük çoğunluğu kendineydi...

“Acımıyor,” dedim bariz bir pişmanlıkla. Gerçi perdeleri taktığım için pişman değilim sadece sandalyeden inerken daha dikkatli olabilirdim.

“Buğlem lafımı ikiletme neren acıyor söyle,” dedi tane tane.
“Yok bir şeyim, anlık bir şeydi geçti,” anlamı, senin tepkini görünce çoktan acımı unuttum.

“Buğlem, hadi inat etme söyle neren acıyor?”

Öyle bir soruyordu ki söylemesem rahat etmeyecek gibiydi. “Belim acıyor ama çok değil, buza gerek yok.”

Beni dinlemedi bile arkama geçip belime buz koydu, ki bu sıcak havalarda iyi gelmişti, ağrıyan belim biraz daha iyiydi.
“Buğlem, hadi hastaneye gidelim,” dedi ve daha ben itiraz etmeye fırsat bulamadan beni kucağına aldığı gibi ayaklandı.

“Karahan, vallahi bir şey yok, sadece inerken perdeye takıldım ve sırtımın üzerine düştüm onun dışında gerçekten bir şey yok. Hastaneye gitmemiz gereksiz,” dedim doğrudan gözlerine bakarken. Çikolata misali gözleri alev alevdi.
Kucağında olduğum için yüzlerimiz birbirine çok yakındı, haliyle garip hissettiriyordu. Salonun ortasında Karahan’ın kucağında olmak yeterince garipken, ona bu kadar yakın olmak fazlasıyla tuhaftı.

Konuyu kapatmak için, “Bizim pizzalar ne oldu?” diye sordum.
“Ne pizzası?”
“Hani sipariş vermiştin ya, onlar neden gelmedi?”
Bir anda olayı anlamış olacak ki, sorgulayıcı bakışlarını yerini rahat bir ifade aldı, “Pizzacı çocukla kapıda karşılaştık, zili çalmadan önce pizzaları teslim almıştım.”

“Kurt gibi açım, sana zahmet beni bıraksan da karnımızı mı doyursak?”

Hiç bir şey söylemeden beni kanepede bıraktı. “Hiç bir yere kımıldama hemen geliyorum,” dedi hala sesinde hissedilen kızgınlıkla.

Karahan gelene kadar bende televizyonu açtım normalde pek ilgilenmem ama ses olsun istedim.
Karahan bir elinde iki bardak diğer elinde de poşetlerle içeri girdi, dakikalar içinde orta sehpaya pizza kutularını koyup, kola doldurmuştu bile.

Karahan sehpayı ulaşabileceğim şekilde önüme getirince hemen bir dilim aldım ve yemeye başladım.
Açlık zor zanaat...
Karahan’da yemeğine yönelince salona sessizlik hakim oldu, bir televizyonun sesi var o da pek işe yaramıyor.

“Karahan, sen bana kızgın mısın?” duramadım sordum. Normalde beni izlemesi gereken adam kafasını pizza kutusundan kaldırmadı, hayır gerçekten kötü hissettiriyor izlemesine alışmışım bir kere.

“Bir düşün bakalım, acaba sana sinirli miyim?” derken bile bariz sinirli bir tonla söylemişti.
Kendim ettim kendim buldum, bunun için ondan özür dilemeyeceğim. Tamam belki canımın yanmasını istemiyor ama beni pamuklara sarıp fanusun içinde saklayamaz ya...

“Düşünmeme gerek yok sinirli olduğun çok açık, bir daha ki sefere daha dikkatli olurum,” demekle yetindim.

“Zahmet olmasın, dikkat falan etme, bir daha eve geldiğimde, seni balkondan aşağı düşmüş bir şekilde bulayım. Canının kıymeti yok nasılsa,” dedi iğneleyici bir tonla.

Üzerine gitmemek adına sustum, eğer üzerine gitsem belli bir kavga patlak verecekti. Hem de neden sırf düştüm diye.
Demek ki bir insan karşısındakine fazla değer verince düşüp canını acıtmasına bile katlanamıyor.
Biz iki deli, bir ömrü nasıl geçireceğiz hiç bilmiyorum.

Soğuktan belimin uyuştuğunu hissedince buzu belimden çektim. Sehpadaki kutuları almak için hamle yapınca Karahan tarafından engellendim.

Teklifsiz ısrarsız beni kucağına aldığı gibi odama götürdü. Yatağın ince örtüsünü açıp içine oturmamı sağladı ve benim için aldığı kıyafetleri odaya getirdi.

Poşetlerin birinden çıkardığı pijama takımı yatağın kenarında bıraktıktan sonra, “Giyinmene yardım etmemi ister misin?” diye sordu.

“Teşekkür ederim, kendim giyinebilirim.”
“Peki madem, bu konuda ısrar etmeyeceğim. Çok yorucu bir gün oldu, güzelce dinlen ağrın olursa seslen hastaneye gideriz,” dedikten sonra tam başımın üzerinden öptü.

“İyi geceler,” dedi usulca ve devam etti, “Bir daha seni bu şekilde görmek istemiyorum, dikkatli ol,” demeyi de ihmal etmedi.
“İyi geceler,” dedim sadece.
Karahan odadan çıkıp kapıyı kapattığı da tuttuğumu fark etmediğim nefesimi koy verdim.

Ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyorum, sanki biraz aşırı tepki veriyor ya Allah’tan hayırlısı...
Karahan’ın bıraktığı pijama takımına baktım, giymekle giymemek arasında kaldım. Aslında deli gibi yorgunum üzerimi değiştirip yatmak istiyorum ama duş almadan asla yatamam, mümkün değil. Tüm gün oradan oraya koşturacağım diye yoruldum ve sıcaktan terledim, en güzelinden bir duş almam şart.

Yataktan kalkıp hasar kontrolü yaptım, ince bir sızı dışında pek bir sorun yoktu.
İşin önemli kısmı odadan çıkıp banyoya geçmekteydi, maazallah, Karahan belim ağrıyor diye  banyo yaptırmaya falan kalkar, el mahkum onun uyumasını bekleyeceğim. Banyo malzemelerimi hazırlayıp kenara kaldırdım ve yatağa uzandım.

Gecenin bir körüne kadar telefonumla oynadıktan sonra Karahan’ın uyuduğunu düşünüp, kıyafetlerimi alıp odadan çıktım.
Sağ olsun Karahan şampuandan, bornoza tüm eksikleri tamamlamış ve banyoya yerleştirmişti.

Parmak uçlarımda ilerleyip banyoya ulaştım ve ışığı yakıp usulca içeri girdim.
Sıcak su tarafını açıp suyun ısınmasını beklerken kıyafetlerimi çıkardım ve kendimi duşun altına attım. Uzun ve ılık duşun sonunda son derece dinlenmiş hissediyordum.

Üzerimi giyinip banyodan çıktığımda sinirli gözlerle burun buruna geldim.
“Tövbe bismillah! Karahan ne işin var senin banyonun kapısında?”

Sorumu duymazdan gelip, “Ne işin var senin banyoda?” diye sordu.
“Önce ben sordum!”
“Buğlem! Güzelim, neden beni delirtmek için uğraş veriyorsun? Tam iki saattir banyoda ne yapıyorsun?” Sesini sakin tutmaya çalışsa da yüz ifadesinden gergin olduğunu net bir şekilde anladım.

“Banyo yaptım, sinirlenecek ne var bunda?”
“İki saat banyo mu yapılır! Öldün mü kaldın mı, diye düşünmekten delirecektim. Hayır uygun olmazsın diye içeri de giremedim, biraz daha çıkmasaydın karşı komşumuz Nurdan teyzeyi çağırmaya gidecektim,” dediğinde şaşkınlıkla büyüttüğüm gözlerimi diktim gözlerine.
“O neden o?”

“E işte ben içeriye giremezdim, Nurdan teyzede içeri girip seni kontrol etmesini isteyecektim,” demez mi?
“İyi de kapıyı tıklayıp seslenebilirdin, bu Nurdan teyzeyi uyandırmaktan daha kolay olurdu.”

“Sinirden o gelmedi aklıma,” dedi biraz daha rahatlayan bir ifadeyle.
“Neyse bundan sonra kapıyı tıklayıp seslen, ses vermezsem de kötü şeyler düşünme uyuyakalmış olabilirim,” dedim hafif bir tebessümle.

Üzerime titremesi tuhaf bir şekilde iyi hissettiriyordu, bir yerde babamdan alamadığım güven duygusunun yerini dolduran bir duyguydu.

Derin bir nefes verdikten sonra, “İyi geceler kıymetlim,” dedi usulca.
“İyi geceler,” delim...
Ah tabi ki ona bu şekilde seslenemem, şuan için bende o cesaret yok.

Banyonun ışığını kapatıp odama geçtim ve saçlarımı bırak kurutmayı taramadan yatağıma kurtuldum.

Fazlaca uykum vardı ama uyumamı engelleyen çok büyük bir etken vardı, Annemle konuşmanın yollarını düşünmem. Annemle konuşup Karahan’la yaptıklarımı anlatmam gerekiyor. İyi olduğumu bilmeli...

O kadar çok düşündüm ki, en sonunda başıma giren ağrı nedeniyle zihnimi özgür bıraktım. O ara uyumuşum.
Yeni güne gözlerimi açtığımda bir an bocaladım, Karahan’la evimizdeki ilk sabahtı. Tamam belki evli değiliz, belki sevgili değiliz ama bir şeyiz... En azından iyiyiz.

Yatağımın içinde uyuku sersemliğim gidene kadar debelendim, “Biliyorum bugün güzel bir gün olacak,” dedim kendi kendime.
Evimizde ilk günümüz olduğu için ve iyi bir başlangıç yapmak için kahvaltıyı hazırlamaya karar verdim ve bu karardan caymadan yataktan kalktığım gibi banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım.

Karahan’ın sportif bedenini düşününce daha sağlıklı bir kahvaltı hazırlamalıyım diye düşündüm. Ve sıvadım kollarımı.
Önce çay suyunu koydum, daha sonra üç yumurtayı haşlamaya bırakıp -ki ne ara alışveriş yaptı bilmiyorum ama buzdolabı doldurmuştu- domates, salatalık dilip masaya yerleştirdim. Zeytin ve peynir de masadaki yerini alınca çayı demledim.
Baktım ki dolapta yufka var börek yapmaya karar verdim. Gerçi börek pek sağlıklı sayılmaz ama idare edecek artık...

Hızlıca böreği yaptım, malum fırınımız olmadığı için ocakta, tavada yapmak zorunda kaldım yine de güzel olmuştu.
Kahvaltı hazırlama işi bitince asıl dananın kuyruğunun koptuğu yere geldim.

Karahan’ı uyandırmak...

Ay neden heyecanlanıyorum ki?

Sakin ol Buğlem...

Kendime telkinler vererek Karahan’ın odasının kapısına kadar geldim, çokta düşünmeden kapısını tıklattım.

“Karahan, kahvaltı hazır,” demeyi de ihmal etmedim.
Ses gelmeyince tekrar kapıyı tıklayıp seslendim, “Karahan, kalk artık kahvaltı hazır.”

Tam tekrar seslenecektim ki odanın kapısı açıldı, Karahan’ın yüzünde kocaman bir gülümsemeyle geçti karşıma ve ben daha tepki veremeden anlımdan öptü.
Alnımdaki dudaklarını bir kaç santim uzaklaştırıp, “Günaydın kıymetlim,” dedi yumuşak ve keyifli bir tonla.
“Günaydın,” dedim ve hızla mutfağa kaçtım.

Karahan da peşinden geldi doğal olarak. Masanın baş köşesine oturdu, bende hızlıca çayları doldurdum. Demli olan çayı önüne çekti, bende karşısına oturup kendi çayımı aldım ve şekerini atıp karıştırdım.

Çayım açık olmasına rağmen şekersiz içemezken, Karahan’ın demli çayını şekersiz içmesine hayret ettim.

“Hiç göstermiyorsun,” dediğinde bir an afalladım.
“Anlamadım?” Yani neyi göstermiyorum?
“Diyorum ki çok hamaratsın ama sana uzaktan bakan biri hamarat olduğunu hiç anlamaz.”

Açılan gözlerimle baktım, “O da nereden çıktı?”
Hafifçe gülüp, “Evde fırın yok ama mis gibi börek var,” diyerek savunmaya geçti.
“Ha onu mu diyorsun? Afiyet olsun, tavayla yaptım.”

Sadece tebessüm etti, ve servis tabağına koyduğum böreklere gömüldü. Karahan için sağlıklı ve protein deposu diye yaptığım yumurtalarda bana kaldı. Aman ne hoş...
Haşlanmış yumurtanın birini tabağıma alıp baharatlarını döktüm ve yemeye koyuldum. Korktuğum gibi olmamıştı, aynı evde olup iki yabancı gibi değildik ama aramızda bariz bir mesafe vardı.

Eh bu da çok normal birbirlerini tanıma evresinde olan insanlarız, sırf biraz daha yakın olmak için de sevgili olamayız, en güzeli kendiliğinden gelişsin.
Karahan’ın boşalan bardağını doldurup tekrar yerime oturdum.

“Bugün için bir planın var mı?” diye sordum.
Ancak, “Hım,” diyebildi. Sanki önünden alan var gibi börek yediği için konuşamıyordu bile. Aslında şu hali fazlasıyla sevimli, üstelik yaptığım şeyine çok beğendiği açık.
Lokmasını yutunca bakışlarını börekten alıp bana çevirdi, “Çalışacağım şirkete gidip sözleşme imzalamam gerekiyor, bir kaç gündür bunun için ısrarla arıyorlar,” dedi hızlıca.

“Anladım, bende iş ilanlarına bakacağım en olmadı çevredeki okullara bakarım, öğretmenlik için.”
Bakışlarını kaçırdı, aman ne güzel...
Benim çalışmamla ne alıp veremediği varsa artık, ne zaman konu açılsa rahatsız oluyordu. İçinde tuttuğu derdini dile getirse ikimizde rahatlasak...

“İş için, çalışacağım şirketin yakınlarına bak bari,” dedi gönülsüz bir sesle. Ona yakın çalışmama değil de çalışacak olmama bozuk atıyor her halinden belli...

“Sen adresi ver ben yakın çevreye bakarım,” dedim uysal bir kedi gibi.
“İstersen birlikte çıkalım.”
“Önce internetten ilanlara bakacağım sonra görüşmeye giderim. Ortada kesin bir şey yokken boş boş gezemem.”

“Öyle olsun bakalım,” dedi ve gözlerini gözlerime dikip devam etti, “Lütfen dikkatli ol görüşmeye gittiğin yerlerin adresini mesaj olarak at. Dünya’nın bin bir türlü hali var,” dedi hemen korumacı bir tonla.
“Dikkatli olurum, sende işin ile ilgili gelişmeleri haber ver.”

Bir süre daha kahvaltı ettikten sonra Karahan hazırlanmak için odasına gitti bende hızlıca mutfağı topladım ve telefonumu alıp salona geçtim.
Bölümümle ilgili iş ilanlarında gezinirken bir hareketlilik hissettim, kafamı kaldırdığında jilet gibi takımı içindeki deliyi gördüm.

Bir insan ancak bu kadar çekici olabilirdi. “Sen işe giderken hep böyle mi giyineceksin?” diye sorarken çoktan ayağa kalkmış Karahan’a doğru ilerliyordum.
“Evet, olmamış mı?” derken bir yandan da üzerini kontrol ediyordu.

Nereden geldiğini anlamadığım kıskançlık duygusuyla kıvranırken, yüzümü buruşturmadan edemedim. Kim bilir kimler peşine düşer. Ah keşke birlikte çalışabilseydik, hem o zaman onu kontrol etmem daha kolay olurdu.

“Fazlasıyla iyi olmuş. Hatta çok iddialı olmuş, sen saçlarına fön mü çektin?” Elimde olmadan kendimi, Karahan’ı sorgularken buldum.

Biraz keyifli, biraz da şaşkın bakışları büyürken cevapladı beni, “Daha düzgün dursun diye,” dedi. Yani fön çekmiş.
“Ne gerek vardı, alt tarafı bir sözleşme imzalayacaksın,” dediğimde kendime bile inanamadım. Daha dün bir, bugün iki ne çabuk kıskanır oldum ben bilmem ki?
Hatta beni bile şaşkına çeviren bir eylemde bulundum ve Karahan’ın tepki göstermesine izin vermeden saçlarını bozdum.

İlk olarak saçlarına dokunmak, kalbimin atışını hızlandırdığı gibi, sergilediğim davranıştan pişman olmamamı sağladı.
İkinci olarak bu hissi tarif edemiyorum ama utanmasam Karahan’ı dizime yatırıp günlerce saçlarını okşardım.

Belki çocukça davrandım, belki rahatsız oldu ama umurumda değil. O saçlar bozuk olacak işte o kadar!
“Oh, böyle daha iyi oldu, şimdi gidebilirsin,” dediğimde bir kahkaha attı ki akıllara zarar...

Öyle böyle derken Karahan’ı yolcu ettim ve delimizin iş yerinin adresine göre iş aramaya koyuldum. Yarım saat sonra bir iş ilanı gözüme çarptı, özel bir okul için biyoloji öğretmeni ilanı verilmişti.

Anladığım kadarıyla bu okul yaz tatilinde de işlevini sürdürüyordu. Bir yerde gelecek seneye hazırlık için etüt dersleri veriliyordu. Çok fazla düşünemedim bile hemen iletişim numarasını tuşladım.

“Özel Gaye Koleji nasıl yardımcı olabilirim?”

“İyi günler ben Biyoloji öğretmeni ilanı için aramıştım, uygun bir öğretmen buldunuz mu?”

“İsminiz?” diye sordu metalik bir tonla.

“Buğlem Eroğlu.”

“Buğlem hanım, konu ile ilgili öğretmen kadromuz hala boşta, müsaitseniz bugün görüşmeye gelmenizi talep edeceğim.”

“Tabi gelirim, randevu saatini öğrenebilir miyim?”

“Öğlen bir, sizin için uygun mu?”

“Uygun, o zaman bir de görüşmek üzere.”

“İyi günler Buğlem Hanım.”

“İyi günler,” dedim ve telefonu kapattım.

Oldum olası başkalarıyla telefonda konuşurken kibarlıktan kasılmışımdır.
Ay ne zor iş tanımadığın insanlarla konuşmak...

Bir hevesle ayaklanıp odama koştum, mecburen Karahan’ın aldığı kıyafetleri giymem gerekiyor, malum pek fazla seçeneğim yok. Hızlıca iş görüşmesi için uygun olabilecek kıyafet bakındım ve siyah pantolon ve krem rengi gömlekte karar kıldım. Keşke bu kombinin altına uygun bir topuklu ayakkabım olsaydı, daha ciddi dururdu.

Saçlarımı tarayıp şekillendirdikten sonra saate baktım, daha on ikiydi, her halükarda yetişirim.

CV örneğimi ve çantamı yanıma aldıktan sonra derin bir nefes koyuverdim.
Şimdi sıra Karahan’a haber vermeye geldi, patronuyla konuşuyor olabileceğini düşünüp mesaj yazmaya karar verdim.

‘Karahan, senin iş yerine yakın bir okul ile görüşmeye gidiyorum haberin olsun,’ yazıp gönderdim.

İş bulmuş olabilme ihtimali bile beni fazlasıyla mutlu etmişti. Evde oturup sadece Karahan’dan bir şeyler beklemek çok saçmaydı zaten.

Evden çıkıp site çıkışındaki taksi çağırma düğmesine bastım, çevreyi bilmediğim için ve iş görüşmesini kaçırmamak için en iyi ulaşım taksiydi.

Telefonum mesaj sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.

‘Okulun adı?’ Gelen mesaja gözlerimi kısarak baktım. İnsan sadece iki kelime mi eder? Böyle tek seferde sorunca sanki sinirli gibi geldi.

‘Gaye Koleji,’ yazıp beklemeden mesajı gönderdim.

‘Görüşmen kaçta?’

‘Bir de.’

‘Seni almaya geliyorum.’
Gelen mesajı anlamak için iki defa okumak zorunda kaldım.

‘Ee senin işin yok muydu? Hem gelmene gerek yok taksi çağırdım.’

‘Geliyorum...’ yazmış. Oh ne hoş, açıklama yok sadece geliyor beyimiz...

Bakalım, iş görüşmesinde başıma neler gelecek? Hele ki yanımda Karahan varken...

****

Yeni bölüm ne zaman gelsin istersiniz?

Bölüm nasıldı?

Sizce gelecek bölümde neler olacak dersiniz?

Karahan neler yapar?

Buğlem ne tepki verir?

Sizi çok seviyorum.

Elif Diril.

PEK KIYMETLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin