(Pek Kıymetlim adı ve konusu bakımından ilk kitaptır.)
Aşkın en "Deli" hali...
O akşama kadar gerçekten çok mutluydum, okulumu bitirip evime dönmüştüm ve düşünmemi gerektirecek hiç bir derdim yoktu.
Şey demişti Ercan amca, "Senin kızın olmasaydı, be...
Oy veren yorum yapan ve bana destek olan herkese çok teşekkür ederim.
Desteklerinizi eksik etmeyin.
Instagram: elifdrl_
aaagdjakbf
Kelebekk2503
mavizyon
Edige1907
@BadeAaslan okurlarıma ithaf edilmiştir.
Medya: Aydilge Aşka Gel.
Medya: Buğlem & Karahan
***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***
Karahan’ın delici bakışları nedeniyle olduğum yer mıhlandım, yani tamam kabul ediyorum beni aradı ‘neden telefonumu açıyorsun’ diye sordu, buna rağmen bir şey söylemedim kızmakta haklı ama gece gece telaşlandırmak istemedim.
Karahan, babamın yakalarını bırakıp bana doğru gelmeye başladı. Gözlerimi bir saniye üzerinden ayırmadım.
Tam karşıma geldiğinde, “Odana geç!” dedi az önceki kızgınlığını hissettiren sesiyle.
Sesimi çıkarmadan usulca odama geçtim, delim de peşimden gelip kapımı kapattı.
Odanın ışığını yakıp karşıma geçti, o öfke dolu haliyle resmen burnundan soluyor, “Sana diyecek kelime bulamıyorum! Nasıl bana söylemezsin?” diye sordu sert ve tavırlı sesiyle.
“Yarın sabah söyleyecektim, akşam akşam sinirin bozulmasın diye söylemedim. Hem ilk zamanki kadar acımıyor bile,” dedim sakin ve uysal bir tonla.
“Fesuphanallah! Buğlem sen beni delirtecek misin?”
Sanki deli değil... Böyle deyince bir gülme hissi geldi anlatamam. Ben adamı delim diye seviyorum beyimiz bana, beni delirtecek misin diyor? Gel de gülme...
“Ufak bir ev kazası, doktor bir iki haftaya geçer dedi.”
“Başlarım doktoruna! Farkında mısın bilmiyorum ama canım yandı ve ben yanında değildim, benim derdim tam olarak bu!”
Aramızdaki mesafeyi kapatıp sıkıca sarıldım ama bana sarılmayıp öylece durmaya devam etti.
“Özür dilerim, sadece panik olmanı istemedim, yarın sabah yüz yüze gelince söylemek daha iyi olur diye düşündüm.”
“Buğlem, bir şey olduğunda haberim olmalı, iş işten geçtikten sonra anlatsan kime ne faydası var?”
Sıkıntıyla bir soluk verdim, “Tamam, bir daha ne olursa olsun sana anlatacağım,” dedikten sonra yanaklarını öptüm. Ama bana mısın demedi!
“Ya delim, tamam kızdın anladım artık sende bana sarılsan ne kadar güzel olur,” dedim sevimli olduğunu düşündüğüm sesimle.
Bir kaç dakika sonra hiç bir şey demeden ellerini belime dolayıp sıkıca sarıldı ve burnunu saçlarıma getirip derin bir nefes aldı.
“Ankara gezisi iptal,” deyince hızla geri çekilip itiraz ettim.
“İyi ama neden? Ben çok merak ediyorum, iptal olamaz, olmamalı.”
“Ayağın yanmış sen Ankara’ya gitme derdine düştün. Nasıl ayakkabı giymeyi planlıyorsun acaba?” diye sordu tek kaşı havada.
“İyide ayağımın üst kısmı yandı, ayak parmaklarımda bir sorun yok, yani kapalı ayakkabı yerine babet giyersem sorun olmaz, hem deminden beri ayaktayım acımıyor, ya Ankara gezimizi iptal edemezsin,” diyerek sızlandım.
Karahan, Ankara’ya gidelim dediğinden beri heyecandan ölmek üzereyim asla gezi iptalini kabul edemem.
Hem evini arkadaşlarını öyle çok merak ediyorum ki anlatamam...
“Güzelim, canının yanmasına göz yumamam.”
“Ya canım bir kere yandı geçti, hem kremlerim falanda var bir şey olmaz. Hem söz verdin cayamazsın.”
“O söz ayağını yakmadan önceydi güzelim.”
“Valla ben anlamam, söz ağızdan çıktı bir kere,” diyerek ısrar etmeye devam ettim.
Uyarıcı bir tonla, “Buğlem,” dese de dinlemedim.
“Deli devim, yarın sabah sekizde kapının önünde olmazsan, otogarda bulduğum ilk Ankara otobüsüne binerim haberin olsun,” dedim hafif bir tebessümle.
“Buğlem, hayır dedim, ısrar etme.”
“Delim, yarın sabah görüşürüz,” dedikten sonra yanaklarından öptüm ve ekledim, “İyi geceler rüyanda beni gör.”
“Bazen hangimizin Laz olduğunu karıştırıyorum,” dedikten sonra saçlarımın üzerinden öpüp derin bir nefes aldı.
“Eğer canın acırsa Gölbaşına gelmiş bile olsak geri dönerim haberin olsun.”
“Tamam kabul ediyorum,” dedikten sonra Karahan’la birlikte odadan çıktık.
Ercan amca ve Karahan’ı uğurladıktan sonra odama geçip küçük bir valiz hazırladım ve yattım.
Sabah yedi gibi uyandım ve ilk işim ayağımı kremlemek oldu, Daha sonra tuvalete gidip ihtiyaçlarımı giderdim ve mutfağa geçtim.
Karahan’la yeriz diye düşünerek bir kaç tane sandviç hazırladım, sabahı kör vakti yola çıkıyoruz öyle hemen kahvaltı için durur muyuz bilmediğim için hazırlıklı olmada fayda var.
Evde bulduğum kutu meyve sularını da çantaya attıktan sonra, odama dönüp saks mavisi, kalın askılı dizlerimin biraz üzerinde biten elbisemi giydim. Pantolonu ayağımdan geçirirken sorun yaşamak istemedim doğal olarak.
Saçlarımı da güzelce tarayıp, tek balıksırtı ördüm. Aynadaki aksime mutlu bir bakış gönderdikten sonra valizimi ve çantamı kapının kenarına getirdim.
Çok değil beş dakika sonra kapı çaldı, “Geldi delim,” dedim kendi kendime.
Kim olduğunu sormadan kapıyı açtım. Karahan, yüzünde birazda gergin bir ifadeyle karşıladı beni.
Neşeli tutmaya çalıştığım sesimle, “Günaydın,” dedim. “Hayırdır Karadeniz’de gemilerin mi battı?”
“Gemiler sağlamda ayak sağlam değil,” diyerek dün gece konuştuklarımızı aklıma getirdi.
“Delim, şuan çok daha iyiyim, sen merak etme.” Ben delimi ikna etmeye çalışırken annem yanımıza geldi.
“Günaydın çocuklar,” dedi hafif uykulu bir tonla.
İkimizde anneme cevap verdikten sonra Karahan, kapının yanında duran çantamı ve valizimi alıp arabaya götürdü. O sırada annemle sarılmakla meşguldüm. Karahan tekrar karşıma geldiğinde anneme veda edip beni kucağına aldığı gibi arabaya bindirdi.
Karahan sürücü koltuğuna oturunca tekrar konuşup iyi olduğuma ikna etmeye çalıştım. “Kucağına taşımana gerek yoktu ki, ayağımın üzerine basabiliyorum. Hoş bu durumdan şikayetçi değilim ama aklın bende kalmasın iyiyim.”
Burnundan soluyarak kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı. On dakika sonra Aksaray Ağaçlı tesislerinin önünden geçip şehirden çıktık. Bu süre zarfında ağzımı açıp tek kelime etmedim, buradan geri dönmek çok kolay olur çünkü.
Karahan’ın havasını değiştirmeyi umarak radyoyu açtım, bir kaç kanal gezdikten sonra Aydilge’in seslendirdiği Aşka Gel şarkısını duyduğumda kanalda durdum ve sesi yükselttim. Sabah sabah enerji lazım...
Ve Karahan’ın ayağım yüzünden yaşadığı gerginliği atması gerekiyor.
Neşeyle şarkıya eşlik ettim, hatta öyle keyifliyim ki içim içime sığmıyor...
Şarkının sözlerindeki imalar bizim için söylemiş gibi hissettirdi, özellikle nakarat kısımlarına yüzümdeki koca gülümsemeyle eşlik ettim.
Şarkı bittiğinde aramızdaki gerginlik biraz olsun azaldı. Çalmaya başlayan ikinci şarkı daha yavaş ilerliyordu, bu nedenle sesini kıstım ve fon müziği olarak kullanmaya karar verdim.
Uykum tamamen açıldığı için karnımın acıktığını hissettim bu nedenle bir şeyler atıştırmak için arka koltuktaki çantamı, güç bela alıp sandviç ve meyve sularını çıkardım.
Sandviçin birini deli devime uzattım, “Al bakalım delim,” demeyi de ihmal etmedim.
“Özensiz bir şekilde kahvaltını geçiştiremezsin, en yakın dinlenme tesislerinden birinde dururuz. Güzelce kahvaltımızı yaparız,” dedi ama sandviçi alıp yemeye başladı.
“Hepi topu üç saatlik yol, kahvaltımızı Ankara’da yaparız, bunlar yolluk,” derken meyve suyundan içmesini sağladım öylelikle itiraz da edemedi.
Kendi arabamızla yolculuk yaptığımız için normalin aksine daha kolay yol alıyoruz, bu sayede iki saat sonra Gölbaşına girdik.
Camı açıp güzel ve güneşli havayı içime çektim...
Karahan’ın arkadaşlarıyla tanışacağım için mi bilmiyorum ama bu şehri sevdiğimi hissediyorum.
Yarım saat sonra Ankara’nın tamamen içine girmiştik, Aşti çevresindeki büyük binalara hayran hayran baktım. Nedeni ise ciddi anlamda hoşuma gitmesiydi. Okul nedeniyle uzun zamandır İzmir’de olsam da çocukluğumu Aksaray’da geçirdim ve büyüdüğüm şehirde öyle büyük binalar yok.
Şuan hayranlıkla seyre daldığım şeylere bina da denemez daha çok büyük camlı ve gösterişli plazalar... İnsanda iş hayatına atılma isteği uyandırıyor. Burayı akşam karanlığında görmeyi çok isterdim...
“Sevdin bakıyorum da,” dedi sonunda keyifli çıkan sesiyle.
“Evet çok güzel, büyükşehir olduğunu daha girişte belli ediyor.”
“Bu şehrin altını üstüne getirmek için çok zamanımız olacak ve emin ol gördüklerini çok seveceksin.”
“Eve ne kadar kaldı?” diye sordum sabırsızlıkla. Sonuçta Yeldalarla komşuymuşuz buda demek oluyor ki Yelda’yı görme ihtimalim var.
“Yarım saat falan var, kestirmeleri kullanacak olursam yirmi dakikaya evde oluruz ama eve gitmeden önce bir yere oturup kahvaltı yatacağız,” dedi yumuşak bir tonla.
“Olur, evde yiyecek bir şeyler yoktur muhtemelen, eve girmeden alışveriş yapmamız lazım,” dedim aklıma gelen fikirle.
“Haklısın güzelim, kahvaltıdan sonra markete geçeriz.”
“Arkadaşlarına Ankara’ya geldiğini haber verdin mi?”
“Açık konuşayım kıymetlim yol boyunca canın acırsa diye diken üzerindeydim ve her an geri dönmeye hazırdım. Ama sen son derece keyifle yolculuk yaptın. Yarı yoldan geri dönmeyi düşündüğüm için kimseye haber vermedim, onlara da sürpriz olacak,” dedikten sonra biraz durakladı.
“Hatta ne yapalım biliyor musun kıymetlim, akşam Uraz’ın mekanına gidelim. Genelde Uraz gece kulübünde olur, diğerleri de haberi alır almaz yanımıza gelir. Tabi kendini yorgun hissediyorsan evde oturur yarın bizimkilerin yanına gideriz.”
“Yok yok ilk plan gayet güzel, hem akşama kadar rahat rahat dinleniriz.”
“Tamam o zaman,” dedi yandan bir bakış atıp.
Karahan’ın söylediği gibi kısa süre sonra bir restoranın önünde durduk. Arabada yediğim sandviç nedeniyle pek aç olmasam da delimin aç olduğuna eminim.
İçeriye girdiğimizde ferah bir koku karşıladı bizi, öğlen vakti olduğu için hayli dolu olan mekandaki insanları kaçamak bakışlarla inceledim. Erkeklerin geneli, takım elbiseli veya spor şıklığına sahipti. Kadınlarsa resmi giyimliydi, sanırım öğlen molasındalar.
Delimin yönlendirmesiyle masaya oturdum ve garsonun getirdiği mönüyü elime aldım. Yemeklerin hepsi yabancı isimlerle yazılmış olsa da mantarlı makarna siparişimi vermekte zorlanmadım. Garson siparişlerinizi alıp uzaklaştığında gözlerini üzerimden ayırmayan delime döndüm.
“Fazla hareketli bir restoran,” dedim usulca.
“Seveni çok,” dedi manidar bir tavırla.
“Burası eve yakın mı?” diye sordum içimden eksik olmayan merakla.
Eliyle camdan dışarısını gösterdi, “Karşıdaki sitede yaşayacağız, tabi sende istersen,” dediğinde elimde olmadan daha dikkatli baktım. ‘Kara-Can Sitesi’ ne kadar da garip bir isim...
“Bu kadar işlek bir yerde olacağız yani?” dedim sorarcasına.
“Aynen kıymetlim, ne düşünüyorsun?” diye sorduğu sıra yemeklerimiz geldi.
Garson yemekleri servis yapıp gittikten sonra portakal suyumdan bir yudum aldım ve beni, göz hapsine alan delime döndüm.
“Bu çevre biraz lüks sanırım,” dedim elimde olmadan. Yani en azından bana göre lüks. Annem ve babam emekli öğretmen, durumumuz iyi ama biz genelde kendi haline takılan aileler gibiyiz. Mahalle içinde oturan, çevresindeki insanlarla komşuluğu olan sıradan bir aileyiz.
Şuan karşımda duran site her haliyle lüks, bir kere site içindeki binaların dış cephesinde bulunan, boydan boya olan camlardan belli.
Gözlerini kaçırıp bakışlarını eve dikti, “Yani lüks diyebiliriz,” dedi tek düze bir sesle.
“Şimdi soracağım bana kızacaksın ama bu siteden alınan bir ev maliyet olarak biraz fazla değil mi?”
“Öyle,” dedi sadece.
“Afiyet olsun,” dedim usulca.
Delime diktiğim bakışlarımı tabağına çevirip makarnamı yemeğe başladım, konuyu kestirip attığı için daha fazla ayrıntıya gitmeyeceğini biliyorum bu nedenle yemeğe dönmek benim için en doğru karardı.
“Afiyet olsun kıymetlim,” dedi daha yumuşak bir tonla ve yemeğine döndü.
Yemek boyunca göz göze gelsek de konuşmayıp sessizlik oyunu oynamaya devam ettik. Yemek sonunda hesabı ödeyip arabaya geçtik.
Karahan’ın gösterdiği siteden içeri girdik, korkmuyorum ama bu durum heyecanıma heyecan, merakıma merak katıyor. Bu kadar para nereden geliyor, çevre ve kullanılan arabaları göze alacak olursak hayli lüks bir sitenin içindeyiz. Sitenin içindeki yetişkin havuzunu görene kadar merakım katlanılacak seviyedeydi ama şuan meraktan ölecek durumdayım.
Araba A-2 bloğunun yanındaki park alanına park ettikten sonra delime döndüm, “Hani markete gidecektik?” diye sordum merakla.
“Gideceğiz güzelim,” dedikten sonra şaşkınlıktan açık olan gözlerime anlayışla bakıp yanaklarımı öptü ve kemerimi açtı.
Birlikte arabadan indik ben bagaja giderken o arabayı kilitleyip elimi tuttu. “Önce market alışverişini yapalım sonra valizini alırız,” dediğinde çantamı omzuma geçirmiş ne yapacağımızı izliyordum.
İki bina ötedeki binanın, altındaki marketi gördüğümde daha fazla şaşıramazdım herhalde.
O hep adını duymaya alışkın olduğumuz markete girdik ve bir alışveriş arabası aldık. Ben şaşkınlıktan donmuş bir vaziyette, elimi sıkıca tutan delimin yönlendirmesiyle hareket ediyordum. Sütten, cipse kadar tüm eksikleri arabaya doldurduk ve kasaya geçtik.
Bir yandan aldıklarımız poşetlenirken öbür yandan aklımdaki sorularla cebelleşiyordum. Bir insan öğrenciyken neden böyle bir sitede yaşar ki? Benim bildiğim öğrenci evleri iki oda bir solon olur içinde de üç kişi birlikte yaşarsın ama delimin kaldığı öğrenci evine, öğrenci evi denmez! Bu bildiğin zengin çocukların kalacağı evlerden. Babası emniyet müdürlüğünden emekli olan, annesi hemşire emeklisi olan delim, bu kadar parayı nereden buldu?
Yav arkadaş beş sene hiç uyumadan çalışsa da bu kadar para kazanamaz! Hadi onu geçtim bu adam okurken bu evde yaşıyormuş yani çalışarak kazandığı parayla böyle bir ev almış olamaz! İnşallah bu işin içinden bir iş çıkmaz.
Ya bizim Eskişehir’deki evimiz ne güzeldi tam bizi anlatan bir evdi. Anlamadığım nokta mezun bile olmayan biri nasıl böyle bir semtten ve siteden ev alabildi?
Ben düşüncelerimle boğuşurken çoktan marketten çıkıp A-2’nin önüne gelmiştik bile. Karahan’ın eli dolu olduğu için bagajdan valizimi alıp arabayı kilitledim.
“Güzelim, anahtarlıkta ayrı kısımda olan küçük anahtarla kapıyı açar mısın?”
Sadece kafamı sallamakla yetindim, bina giriş kapısını açtıktan sonra delimin içeri geçmesine yardım ettikten sonra valizimi tekerlekleri sayesinde sürükleyerek asansörün önüne kadar gelip asansörü çağırdım.
Gelen asansörle birlikte bir kaç kişi dışarı çıktı ve biz içeri geçtik, delim elindeki poşetleri yere bırakıp en üst katın düğmesine bastı.
20.kat!
Yani bildiğin Ankara manzaralı bir ev...
Harika!
Nasıl bir cevap verecek merak ediyorum.
Buraya gelirken var olan heyecanla karışık merakım tedirginliğe döndü, haliyle neler olduğunu merak ediyorum.
Asansör en üst katta durduğunda eşyalarımızı alıp çıktık, soran gözlerle delime baktım. En üst katta sadece iki tane kapı vardı ve hangisi delime ait bilmiyorum.
“Kıymetlim, sağdaki kapı,” deyince oraya yöneldim.
Karahan yanıma gelip elimdeki anahtarlığı alıp kapıyı açtı.
“Evine hoş geldin ömrümün güzel kadını,” dedi ağzı kulaklarına varacak şekilde gülümserken.
Biraz tedirgin bir bakış atıp hafifçe tebessüm ettim ve içeri geçtim, hayli havasız olan evin iyice havalandırılmaya ihtiyacı var. Ayakkabılarımı çıkarıp vestiyere bıraktıktan sonra valizimi de bırakıp kısa koridordan geçip salon olduğunu düşündüğüm yerin kapısını açtım.
Tahmin ettiğim gibi burası salondu fakat devasa büyüklükte bir salon.
Sağ taraftaki yemek masası on iki kişilikti. Sol tarafta kalan büyük L koltuk, televizyonun karşısına camın önüne konulmuş, hemen yan kısmında ikili koltuk ve orta sehpayla bütünlük sağlanmış.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
En çok ilgimi çeken şey, koltukların açık gri olması oldu, yemek masası da aynı renkteydi. Perdeler ise kirli beyaz, duvarla çakıl taşı rengindeydi.
Belime sarılan kollarla irkilip istemsizce kendimi geri çektim. “Korktum,” dedikten sonra derin bir nefes aldım. Karahan’dan gelen o kendine has koku içimi rahatlasa da merakın Nirvana’ya ulaştı.
“Seslendim ama duymadın sanırım. Eee bir şey söylemeyecek misin kıymetlim? Eğer beğenmediysen mobilyaları değiştirebiliriz,” dedi hevesli hevesli konuşurken. Bakışları bir an olsun gözlerimden ayrılmadı.
“Beğendim,” dedim sadece.
“O zaman bu yüzünün hali ne güzelim? Beni korkutuyorsun, eğer burayı sevmediysen kendini zorlama, Eskişehir’deki evimizde kalırız,” dedi belime sarılıp beni kendine çekerken.
“Yüz halimin evle alakası yok, sorun şu ki bazı sorularım var ve cevaplarından korkuyorum,” dedim net bir tavırla.
Kaşları sorarcasına havaya kalktı, “Kıymetlim, bana istediğini sorabilirsin, çekinmene gerek yok,” dedi samimi bir tavırla.
Derin ve rahatlatıcı bir nefes alıp, “Madem açık olmamı istiyorsun, o zaman açıkça soruyorum delim, bu ev nereden çıktı? Ya da dur asıl şuna cevap ver, daha öğrenciyken nasıl böyle bir evde yaşadın? Öğrenci evi dediğin şey, kışın doğalgazı az yaktığın için battaniyeye sarılıp yattığın evdir, öğrenci evi ultra lüks ve havuzlu olmaz,” dedim kendimi tutamadan açık açık...
Artık buna bir açıklık getirmek zamanı geldi de geçiyor bile...
****
Yeni bölüm Allah’ın izniyle,
#170 yorum# sonra gelecek.