"Evin anahtarı telefonunun yanında."
Can yakmak, kolay olmalıydı. İnsanların canını, düşüncelerini mahvederek yakabilirdin belki, belki hayallerini elinden alarak, güvenlerini boşa çıkartarak. Peki bir insanın canını neden yakmak ister biri? Onun canını yaktığı için mi? Galiba. Canımı yaktığı için yakmak istiyordum canını, özgürlüğünü elinden alarak. Ama onun canı zaten yeterince yanmamış mıydı? Özgürlüğünü kendi kendi elinden almamış mıydı zaten?
"Kaldığım evin anahtarı da içerisinde."
Güven. Biliyordu, emindi onu şikayet edeceğimden. Şaşırmamıştı. Hazırlıklıydı her an polislerin kapısını çalacak olmasına. Sarsamamıştım güvenini, kendi isteği ile bileklerini karşısındaki polis memuruna uzatırken...
"Teşekkür ederim, hediyen için."
Şaşırdığı şey ise, doğum gününü bilmemdi sanırım. Doğum günün kutlu olsun dediğimde, şaşırmıştı. Öylesine bir kere söylenen günün aklımdan çıkmamış olmasına şaşırmıştı. 9 Nisan... Sanırım hiçbir zaman da çıkmayacaktı aklımdan.
Bekledim ayakta öylece. Birkaç dakika belki, belki birkaç denmeyecek fazlalıkta... Baktım önümdeki açık kapıya. Gitmişti. Elleri kelepçeli, götürmüşlerdi onu. Ben şikayet etmiştim onu. Değil mi? Ben istemiştim böyle olmasını. Ama neden üzülüyordum bu kadar? Neden bu kadar sızlıyordu yüreğim? Polisler geldiğinde canının yandığını göremediğim için mi? Yoksa zaten fazlasıyla canı yanan birinin canını acımasızca daha fazla yakmak istediğim için mi?
Masaya baktım, soğumuş kırmızı mercimek çorbasına... İlerleyerek elime aldığım tepsiyi mutfak tezgahının üzerine bıraktım. Her yer tozdu, fazlasıyla. Ve tozlar hapşurmama neden oluyordu.
Tekrar salona ilerledim. Dış kapıyı kapatmadan telefonumu almak için çalışma odasını aramaya başladım. Bu evde kaldığım onca zamandır birkaç oda dışında hiçbir odaya bakmamıştım. Yatak odasının kapısını açtım. Bakışlarımı direk komidinin üzerine yönlendirdim çünkü Azra'nın resmi vardı önceden orada. Uçurumda çekindiği bir resimdi. Ve odada o resim dışında her şey aynı duruyor gibiydi. Resim ise yoktu. Üzerinde, yine bayaz çarşaf örtülü, lamba olduğunu tahmin ettiğim bir eşya vardı.
Nefesimi vererek yine rastgele bir kapıyı araladım.Bir kitaplık görüş alanıma girince biraz daha ittirdim kapıyı. Camla kaplı duvarın önünde bir masa vardı. Köşesindeki telefonumu ve anahtarları görünce ufak adımlarla o yöne doğru ilerledim. Telefonumu aldım. Uygar arıyordu ancak umursamadım. Anahtarı da alıp cebime attım. Sefa'ya vermeliydim anahtarı, bende kalması doğru değildi.
Abimi neden öldürmüştü? Hiç aklıma gelmeyen bu soru şimdi meşgul etmeye başlamıştı zihnimi. Abim bir kızı sevdiği için öldürülmüştü, biliyordum. Kimi sevdiği hakkında ise en ufak bir bilgim yoktu. Araf, boş sebeplerle bir insanın canını alacak birine benzemiyordu. Bilmiyorum ama, yanlış yaptığımı hissediyordum. Araf'ın yanan canını kendimce biraz daha yakmak istememin yanlış olduğunu hissediyordum.
Nefesimi verirken bir şey takıldı gözüme. Masanın altındaki çöp olan kağıtların atıldığı bir çöp kovası... Gördüğüm kitap parçasını almak için eğildim. Kovadan çıkarttığım kitaba bakarken gözüm seğirmeye başlamıştı sanki. Bu, Araf'ın benim ders çalışmam için verdiği kitaplardan biriydi. Üzerinde karalama yapmama bile izin vermediği kitabı ikiye ayırmış, yırtarak çöpe atmıştı.
Kitabı yine kovaya atmak yerine doğrularak masanın üzerine bıraktım. O sırada yine bir şey farketmiştim. Kitaplığın bir rafına öylece atılmış olan kağıt tutacağına tutturulmuş bir çizim... İlerleyerek elime aldım çizimi. O sırada fark ettim, bunun benim öylesine defterin kenarına çizmiş olduğum bir şeyin olduğunu. Bir dev çizimi... Gözlerini Mavi pilotla boyamıştım. Benim öylesine çizdiğim resmi defterden alıp buna takmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALPSİZ
RomanceHiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ne iyiler göründüğü kadar iyi, ne kötüler göründüğü kadar kötü... × × × "Neden bu kadar sakinsin?" Gözlerime gelmeyen gözyaşlarıma teşekkür ederken omzumu silktim. "Ne yapmamı bekliyorsun? Sana bağırıp çağırmamı...