Neyin doğru neyin yanlış olduğuna insan karar verebilir. Neyi istediğini, neyin kendisi için en iyisi olabileceğini düşünebilir. İnsan istediği şeyleri yapmak için en azından çabalar, değil mi? Yani en azından normal hissettiğinde, normal düşündüğünde. Kafamın içerisinde yüzen onlarca soru başımın ağrımasın sebep oluyordu. Gözlerimi kapatmak istiyordum. Yapmadım. Kalkmak istedim bu banktan, kalkmadım. Tekrar gitmek istedim o binaya, gitmedim. Neyin doğru olduğunu bilmiyorum. Neyi istediğimi bilmiyorum. Neden yapmak istemediğimi bilmiyorum. Kalbimin neden bu kadar fazla acıdığını, bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Sadece yapıyorum. O an aklımdan ne geçerse onu yapıyorum. Mantığım ne söylerse onu yapıyorum. Mutlu olmayı istediğimi sanmıyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Ben, hiçbir şeyi bilmiyorum.
Banktan sarkıttığım ayaklarımı ileri geri sallarken gözüm ayakkabımın sallanan bağcığında, aklım ise nerede olduğunu bile bilmediğim yerlerdeydi. Hiçbir şeyi düşünmüyordum. Boş boş bakıyordum sallanan ipe. Hipnoz olmuş gibi. Komikti. Çalan telefonum bile çok umurumda değildi sanırım. Bilmiyorum. Dolmuştum. Kimseye bir şey anlatamadığım için dolmuştum. Kimseye bir şey anlatmak istemediğim için dolmuştum.
Telefonumun susan melodisini ardından bildirim sesi geldi. Art arda gelen aynı sesler zaten ağrıyan başımı biraz daha ağrıtıyordu. Ayaklarımı sallamayı bırakıp bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Evden çıktığım zaman ki olan hava gibi değildi hava. Soğumuştu. Üzerimdeki ince hırkadan sızan soğuk üşümeme neden oluyordu. Umursamadım. Elime aldığım telefona gelen mesajları okumadan arama geçmişine girdim. Uygar, iki kez aramıştı. Sanırım fazla sıkmak istememişti beni. Nefesimi vererek yeşil telefon işaretine tıkladım ve kulağıma götürdüm telefonu. Resmen hiç çalmadan açılan telefonun ardından gelen Uygar'ın sesi mutlu olmama neden olmuştu nedensizce.
"Güzelim? Neredesin?"
"Bankta."
"Ne? Ha, gelebilir miyim artık yanına?"
"Merkez karakolunun önündeyim."
"Tamam. On dakikaya kalmaz oradayım." Nefesimi vererek telefonu kapattım. Tekrar sallamaya başladım ayaklarımı. Hoşuma gitmişti dikkatimi bağcıklarıma vererek düşünmemeyi başarmam.
Omuzlarımdan aniden dolanan kollar ve yanağıma bırakılan bir öpücükle bakışlarımı sağ tarafıma çevirdim. Uygar gülen gözleriyle yüzümü incelerken gülümsedim.
"Kendine bakmıyor musun?"
"Ne?"
"Saçını aynaya bakarak mı yaptın?" Gülerek elimi kaldırıp saçlarıma götürdüm. Bebek saçlarım... Neydi benim bunlardan çektiğim?
"Öylesine toplamıştım ya." Uygar'ı iterek elimi saçıma götürdüm. Tokayı çıkaracağım zaman Uygar kahkaha atarak elimi tuttu ve çıkartmamı engelledi.
"Boşver kalsın. Tatlı duruyor."
"Ya saçmalama. Sanki saçım kıvırcıkmış gibi kabarıyorlar. Tamam, pek kız gibi değilim ama en azından saçım düzgün olsun." Uygar bir kez daha hafif bir kahkaha attı. Uzanıp saçımdaki tokayı kendisi çıkartarak bileğine taktı. Bağlı olmaktan dolayı hafif kabaran saçlarımı parmakları ile tarayıp düzene sokmaya çalıştı.
"Sanırım şimdi daha iyi." Kıkırdadım.
"Sende ne diye kayıtlıyım?"
"Ne? Nereden çıktı bu?" Gülerek omzumu silktim.
"Bilmem. Merak ettim sadece. Versene telefonunu bakayım." Uygar kafasını hafifce iki yana sallayarak cebindeki telefonunu çıkardı. Elime aldığım telefonun kilit ekranında karşıma çıkan resmimle kıkırdadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALPSİZ
RomansaHiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ne iyiler göründüğü kadar iyi, ne kötüler göründüğü kadar kötü... × × × "Neden bu kadar sakinsin?" Gözlerime gelmeyen gözyaşlarıma teşekkür ederken omzumu silktim. "Ne yapmamı bekliyorsun? Sana bağırıp çağırmamı...