"Hepsi benim yüzümden."
Hıçkırarak üçlü hastahane sandalyelerinden birine oturdum.
"Benim yüzümden."
Ellerimle yüzümü kapatarak hıçkırıklarımı geri yollamaya çalıştım.
"Benim yüzümden bu halde."
Öksürüklerimin izin verdiği kadarıyla nefessiz kalan ciğerlerime nefes göndermeye çalıştım.
"Allah'ım lütfen ona bir şey olmasın."
Başım dönerken yüzüme kapattığım ellerimin büyük bir el ile çekilmeye çalıştığını hissettim.
"Nefes, ağlama artık. Sen ne yapmış olabilirsin ki Uygar'a? Kafasını dinlemek için sizden uzaklaşması senin suçun değil." Benimle sakince konuşmaya çalışan Araf ile ellerimi yüzümden çekerek indirdim.
"Üzmüş olabilirim mesela... Çok Üzmüş olabilirim."
"Uygar'ı? Sen? Saçmalama." Araf yan tarafımda bulunan boş sandalyeye oturdu.
"Kalp söz dinleyebilse ne güzel olurdu değil mi? Sevmek istemediğin, aşık olmak istemediğin birini kalbinden kolayca çıkarabilsen." Araf'a baktım.
"Acı çekmeden, kolayca atabilsen onu içinden."
"Uygar sana aşık olduğunu söyledi, sen de kaçtın değil mi?" Kafamı yavaşça aşağı yukarı salladım.
"Ona aşık değil misin yani?"
"Abim yerine koyuyordum ben onu. Hiç öyle bir şey ile bakmadım ki yüzüne." Araf kafasını salladı bu sefer. Göz yaşlarım hâlâ akıyordu, ancak Araf'la konuşmam hıçkırıklarımı durdurmuştu.
"Senin kalbinde biri var ama. Değil mi?" Burnumu çekerken kaşlarımı çattım.
"Nereden çıkardın bunu?" Gülümsedi.
"Kalbinden atmak istediğin birisi var. Biraz önceki cümleleri öyle bir acıyla söyledin ki." Yüzümde acı bir tebessüm oluştu.
"Evet var... Ama sorun değil. Kalbim zaten yakında alınacak benden. Ya da alınmaya gerek bile kalmayacak. Kökten kurtulacağım o kalpten." Araf derin bir nefes çekti içine.
"Kalbin senden alınsa bile beynin hâlâ sende kalacak. O aşkın eğer çok büyükse istediğin kadar kalp nakli ol, kalbini değiştir. Beynin yine hatırlayacak, o kalbe senin aşkını öğretecek. Ve sen yine acı çekeceksin. Ya da diğer bahsettiğin anladığım kadarıyla ölmek. O çözüm konusunda bir fikrim yok. Belki kurtulursun, belki öldükten sonra bile acı çekersin. Bir aşk acısı çekerken ölmediğim için... bilemiyorum."
"Bir aşk acısı çekerken kalbin değiştirildi mi peki? Diğer çözüm hakkında fikirlerin oluyor?" Araf bir kez daha güldü omzunu silkerken.
"Haklısın." Öksürerek ayağa kalktım ve ameliyathane kapısının önünde bekleyen Canan Teyze'nin yanına gittim.
"Neden kaçtı bizden anlayamıyorum. Kızım, neden yaptı bunu? Hayatında hiç alkol sürmemişti ağzına. Ne acısı vardı o laneti içecek kadar? İçip kendini kaybedecek kadar?" Canan Teyze'nin ağlarken çaresizce sorduğu sorular ile zaten ezilen kalbimin üzerinde birkaç ton daha yük bindi sanki. Ve hâlâ 'kızım' diyordu bana. Onu annem yerine koyduğunu biliyordu. Annemdi o benim. Olmayan annem... Ve annem yerine koyduğum kişinin oğlunu, manevi kardeşimi bana aşık olduğunu söylediği an bırakıp gitmiştim. Abim yerine koyduğum oğlanı o şekilde sevemezdim ki ben. O şekilde bakamazdım ki yüzüne. O nasıl bana o şekilde baktı, onu da anlayamıyorum. Ama eğer erken farketseydim bir şeyler yapabilirdim belki. Uzaklaşabilirdim mesela. Ya da onu uzaklaştırabilirdim. Ama farkedemedim işte. Olaylar buralara kadar geldi, Uygar kaza geçirdi, annem yerine koyduğum kadın ağlamaktan helak oldu ve... ve tüm suçlu bir nevi bendim.
Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı. Aradan geçen iki saatin ardından ameliyathane kapısı açıldı. Ben anında ayağa fırlarken köşede oturup benimle birlikte ameliyatın bitmesini bekleyen Araf da ayağa kalktı. Canan Teyze sakinleştirici aldığı için bir odada uyurken doktor beni gördüğü an ağzındaki maskeyi indirerek karşıma geldi.
"Uygar... o nasıl?" Araf'ın, Uygar içerideyken ne kadar uğraşsa da güçlü çıkarmayı başaramadığı titreyen sesim ile konuşunca doktor hafif bir şekilde gülümsedi. Ama verilecek iyi bir haberden önce gelen gülümseme değildi bu. Kötü bir haber verilmeden önceki 'üzgünüm' gülümsemesiydi. Ve gelecek olan haber... kötü bir haberdi...
× × ×
3 Gün Sonra...
Bir gün, bir tarih, belki acı, belki sevinç... Sadece o gün, kimileri için hiçbir şey ifade etmese de kimileri için sevincin, mutluluğun, heyecanın en büyüklerini yaşadığı, asla bitmesini istemediği, her yıl o mutluluğu hatırlamak, hatırlatmak için hediyelerin alındığı, sürprizlerin yapıldığı gün olabilir. Ya da acının doruklarına kadar hissedildiği, hemen hemen her yıl o günün acısının yad edildiği, lanetlenmiş gün olabilir. Aynı yarın olacak gün gibi...
22 Temmuz... Ağabeyimin ölüm yıldönümü iken Azra ve Araf'ın evlilik yıldönümü. Peki yarın ne olacaktı? Azra ile geceden süslediğimiz odada onlar mutluluklarını hatırlarken ben o uçurumun kenarında saatlerce onu düşünecektim. Gitmeye cesaret bile edemediğim o uçurumun kenarında... Çiçek alacaktım. Uçurumdan aşağıya doğru bırakacaktım. Üzerine de ufak, camdan bir şişe bağlayıp not yazardım. Ona ulaşır belki diye... Saçımdan da koyardım içine. Saçlarımı okşamayı severdi. O zamanlar uzun olan saçlarımı...
"Birkaç tane de balon alırım o zaman."
"Olur... Teşekkür ederim."
"N-ne demek." Hafifçe öksürdüm boğazımı temizlemek için. Titremişti sesim hafifçe, onların mutlu günü için süs lisesi yaparken...
"Yeterli bu kadar. Fazla... fazla bile oldu."
"Yok fazla olmadı. Ben şimdi alayım bunları." Azra gülümseyerek kafasını hafif bir şekilde salladı.
Derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Elimdeki ufak kağıdı biraz daha sıkarak kapıya ilerleyip çıktım odadan.
İlk olarak kendi odama giderek buraya getirilmeden önce bende bulunan bir miktar paramı cebime attım. Daha sonra aşağıya inerek bir taksi çevirdim. Araf'a sormama gerek yoktu. İstediğim zaman istediğim yere gidebilirdim.
Almak istediğim şeyleri söyleyerek beni, onların bulunduğu bir yere götürmesini istedim. Yarım saat kadar sonra durduğumuz parti malzemesi satan yere girerek listeyi görevlinin eline verdim. O ise bir poşet dolusu malzemeyi elime verince parasını ödeyerek bir çiçekçi aramaya çıktım.
"Kolay gelsin. Bir buket papatya alabilir miyim?"
"Tabii."
"Şey. İki buket olsun... Ya da üç, üç olsun." Görevli onaylayarak papatyaları hazırlamaya başladı. Abimle en sevdiğimiz çiçekti papatya. Hiç sormamıştım ama umarım... Uygar da seviyordur o çiçeği. Bir buketini onun için alıyordum. Diğer buketini de... Sanırım Azra'ya verirdim. Yani, umarım.
Görevli hazırladığı üç buketi bana uzatınca iki zarf ve iki kağıt istedim. Odayı süslemek için malzemeleri satın aldığım yerden ufak, cam şişeyi almıştım.
Alacaklarım bitince arabaya tekrardan binerek eve geldim. Araf evdeydi. Elimdeki poşeti bahçede bir yere saklayarak elimdeki buketkerle eve ilerledim. Araf bilgisayar başında bir şeyler yapıyordu. Kulağında kulaklık vardı. Beni görünce kulaklığı çıkartarak gülümsedi.
"Ne o? Evi çiçekçi yapmaya mı karar verdin?" Gülümsedim. Kucağımda bulunan demetleri masaya bırakarak yanına oturdum.
"Birini abime aldım. Birini Uygar'a. Diğerini de... bilmiyorum ya. Öylesine almıştım. Papatya seversen senin olsun." Buketi Araf'a uzatınca Araf bu sefer dişlerini gösterecek kadar gülümsedi.
"Severim. Teşekkürler de. Sanırım ilk defa bir kızdan çiçek alıyorum."
"Ne? Azra almadı mı sana?"
"Bildiğim kadarıyla kızlar erkeklere değil, erkekler kızlara çiçek alır ya." Bu sefer aynı şekilde ben gülümsedim. Hem ona uzattığım çiçekleri alışına, olayın garipliğine, hem de... Hem de ona ilk çiçek alan kızın ben oluşuma...
× × ×
Seviliyorsunuz 💙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALPSİZ
RomanceHiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ne iyiler göründüğü kadar iyi, ne kötüler göründüğü kadar kötü... × × × "Neden bu kadar sakinsin?" Gözlerime gelmeyen gözyaşlarıma teşekkür ederken omzumu silktim. "Ne yapmamı bekliyorsun? Sana bağırıp çağırmamı...