Göz kapaklarım, üzerinde ağırlık varmış hissi veriyordu. Kapatmadım. Önümdeki meyve ağacının ilkbaharda açmış olduğu beyaz renkteki çiçeklerini izlemeye devam ettim. Hava, kavurmuyordu. Üşütmüyordu da. Ilık bir esintinin, hücrelerimi ele geçirdiğini hissedebiliyordum ama. Sağ taraftan esen rüzgar, normalden daha da uzamış olan saçlarımı dalgalandırıyordu.
Önümdeki meyve ağacının dalına konan bir kuşun sesini duydum önce. Kulaklarıma dolan o güzel melodiyle birlikte kafamı kaldırarak gökyüzüne baktım. Ancak tam üzerimde, çok ufak iki delikten görünen mavilikten başka bir şey görünmüyordu. Ağacın dalları, benim olduğum yere kadar uzanıyordu ve görüşümü engelliyordu. O an farkettim, beni kavurmayan güneşin nedeninin ağacın kolları olduğunu...
Elimde dolanmış bir ip farkettiğimde bakışlarımı elime çevirdim. Yukarıya doğru uzanan ipi takip ettiğimde tam başımın hizasında duran bir balon görüş alanıma girdi. Beyaz bir balon. Beyaz bir uçan balon... Dudaklarım, uçan balonun verdiği çocuksu mutlulukla iki yana kıvrılırken bu sefer kulağıma bir kuşun değil, birden fazla kuşun sesi dolmuştu. Sanki ağacın dallarının arasında olan iki ufak boşluktan görünen mavi gökyüzü, beni izliyor, kulağıma sesleri dolan kuşlar benimle sohbet ediyordu.
İlkbaharın o en güzel görüntüsünü oluşturan beyaz çiçekler kaybolmaya başladı. Dallarda duran ufak yeşil yapraklar büyümeye başlayınca farkında olmadan açmış olduğum sol elime bir şeyin bırakıldığını hissettim. Bir elma... Elimde nereden geldiğini anlamadığım bir elma varken ağacın dallarında da elmalar oluşmaya başladı. Mevsim birden değişmişti. Anlayamadım.
Ağaç, beni o kavurucu sıcaktan korumaya devam ederken arkamı dönerek etrafa göz gezdirdim. Önümde, bir de deniz vardı. Masmavi deniz, güneşin altında parıl parıl parlarken ışığı gözlerime yansıyordu. Biraz sonra acımaya başlayan gözlerimi kıstığımda bir ses duydum.
"Nefes."
İsmim, tanıdık bir ses tarafından söylenmişti. Kıstığım gözlerimin ardından üzerimdeki gölgenin yok olduğunu hissettim. Tenim, birden yanmaya başlayınca elimdeki elmanın ağır geldiğini hissettim. Elma, tam ayaklarımın dibine düştüğünde sıcaktan acıyan tenimin acısıyla gözlerimi açtım. Beyaz balon, gri olmuştu. Arkamı dönerek meyve ağacına baktım ancak ağaç yoktu. Yerde çürümüş bir kütük parçası vardı sadece.
"Nefes."
Yan tarafımdan gelen sesle bakışlarımı o tarafa çevirdim. Uygar, elindeki sonbaharda kurumuş yapraklardan birkaç tanesini tutuyordu. Güneş, bedenimi kavurmaya devam ederken yüzüme değen birkaç kurumuş yaprağı hissettim. Denize doğru savrulan sararmış yapraklar, sonbaharın geldiğini hissettirmişti. Ağaçlara konan kuşlar üzerimden, acı içerisinde feryat edercesine uçtuklarında bu sefer kavrulan tenimin buz kestiğini hissettim. Sanki soğuk, bedenimi ele geçirmişti ve ben, ellerimi etrafıma sararak kendimi az da olsa ısıtabilecek bir pozisyon bile alamıyordum.
Artık siyah olmuş uçan balonuma düşen kar taneleri görüş alanıma girdiğinde titreyen ellerime bağlı ipi tutmakta zorlanmıştım. Düğüm, yavaşça çözülürken hissizleşen parmaklarımı hareket ettirmeye çalıştım, ipi daha sıkı tutabilmek için. Uygar, karşımda hâlâ bana bakmaya devam ederken gözlerinin içine baktım. Konuşuyordum. Konuştuğumu hissediyordum. Üşüyordum. Üşüdüğümü tekrarlayıp duruyordum. Duymuyor gibiydi. Arkamda kalan denizin suları dalgalar nedeniyle ayaklarıma ulaştığında hafif bir çığlık attığımı hissettim. Duymadı. Uygar karşımda, beni izlemeye devam ederken ben, çırpınmaya çalıştım. Sanki, durduğum yerden havalanmış gibi hissediyordum ancak olan tek şey, durduğum yerde çırpınmaya çalışmamdı.
Uygar'ın yanında beliren bir siluet bana doğru yavaşça gelirken yağan karın, kar fırtınasına dönüşmesini seyrettim. Rüzgar, sertçe bedenime çarparken ben çırpınmaya ve üşüdüğümü söylemeye devam ediyordum. Kendimi duyamıyordum. Etrafta olan biten hiçbir şeyi duyamıyordum ama biliyordum. Bir şeyler söylediğimi hissedebiliyordum.
O karanlık siluet bana biraz daha yaklaştığında bu sefer korkunun zihnimi ele geçirmesine izin verdim. Daha çok çırpındım. Elimdeki siyah balonun ipini artık elimde tutmayı başaramadığımda havalandı. Rüzgar, onu da diğer her şey gibi denize doğru savururken karanlık siluet, biraz daha yaklaştı bana. O an fark ettim. Siluetin bir erkek olduğunu.
Uygar, karşımda elindeki yaprakları tutmaya devam ediyordu. Sanki sonbaharı istiyordu. Sonbaharı seviyordu.
Benim sayıklamalarım sesiz çığlıklarla dönüştüğünde adam, hızlandı. Arkamdaki denizin sularının ayaklarımdan biraz daha yukarıya yükseldiğini hissettim. Üşüyordum. Titriyordum. Beni kavuran o güneşi istiyordum. O güneşten korunduğum meyve ağacını istiyordum. Tam üzerimde duran iki mavi boşluğun beni izlediği hissine kapılmak istiyordum. Mavi gözlere benzeyen o boşluklardan gökyüzüne bakmak istiyordum.
Ayaklarım yavaşça kaydığında elimi adama uzattım. Fırtına, artarken arkamdaki denize doğru düşmeye başladığımı hissettim. Düşersem, ölürdüm. Öleceğimi hissediyordum.
"Araf."
İçine düştüğüm denizde kollarımı etrafıma sardım. Diz kapaklarımı karnıma doğru çekmeye çalıştım. Nefesim, gittikçe daralırken yavaşça dibe batmaya başladığım suda yüzeye doğru çıkmaya çalıştım. Yüzüme değen bir şeyler hissettim. Bir çift el.
"Araf!" Korkuyla açılan gözlerim Uygar'ı görerken tüm bedenimin titrediğini hissettim. Parmak uçlarımdan kirpiklerime kadar, tüm bedenim titriyordu. Uygar, yüzümdeki ellerini çektiğinde farkında olmadan bedenime sardığım kollarıma kaydı gözlerim. Dişlerimin titrerken çıkardığı o tıkırtılı seslerle üzerimde iç çamaşırlarımdan başka hiçbir şeyin olmadığını fark ettim. Hayır, bu bir rüya değildi. Kendi banyomda, başımdan akan suyla duşa kabinde duvara yaslanmıştım. Dizlerimi biraz daha kendime çekerken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Uygar, acı çekiyor gibi bana bakarken ne olduğunu soracak gücü bile bulamıyordum kendimde.
Uygar, yavaşça geri giderek içeriden eline aldığı bir battaniye ile geri geldi. Duvarda, biraz daha geriye gitmeye çalıştığımda duraksadı. O sırada banyonun kapısında bize korkulu gözlerle bakan babamı fark ettim.
"Nefes, havale geçiriyordun. Hastahaneye götürmemiz lazım seni. Kendini bırakır mısın?" Yüzüm utançtan yanarken kollarıma bedenimi biraz daha saklamaya çalıştım. Uygar, gözlerini kapatıp açarak başımdan akan soğuk suyu kapattı ve benim, biraz da olsa rahat davranmam için başka yöne bakarak üzerime battaniyeyi örttü. O da ıslanmıştı, fazlasıyla.
"Salonda bekliyorum seni. Bir an önce gel, acile gitmeliyiz." Başımı, belli belirsiz olumlu anlamda salladığımda öksürmeye başladım. Üşüyordum. Hâlâ, kara çıplak uzanmış gibi tüm hücrelerim donuyordu.
Babam da yavaşça kapıdan çekildiğinde üzerimdeki battaniyenin yere değen, ıslanmış taraflarını bedenime değdirmemeye çalışarak ayağa kalkmaya çalıştım. Can simidi gibi sarıldığım battaniyeyle yavaşça banyodan çıktığımda odamda, yatağımın üzerinde bırakılan birkaç parça kıyafet gördüm. Bedenim titremeye devam ederken babamın yardımıyla olabildiğim en hızlı şekilde üzerimi değiştirdim ve odadan çıktım.
"Daha iyi misin?" Normalde fazla soğuk olmayan havaya rağmen üzerime geçirdiğim montumun fermuarını ağzıma kadar çektim.
"Ne oldu?" Sesim de, benim gibi titriyordu.
"Dedim ya. Fazla ateşten havale geçiriyordun. Baban, sen benim ismimi sayıklamaya başladığında ne yapacağını bilmeyerek beni aradı. Geldiğimde yatakta sanki çırpınıyor gibiydin. Üşüdüğünü söyleyip duruyordun... Ayaklarını falan ıslattım önce ama işe yaramayınca seni soğuk suya sokmak zorunda kaldım." Kafamı olumlu anlamda sallarken babama baktım. Hâlâ ses çıkarmadan endişeli gözlerle bana bakıyordu.
"Seni kucağıma almamı ister misin?" Başımı yavaşça iki yana salladım.
"Nefes, yürüyemiyorsun ve bizim bir an önce hastahaneye gitmemiz gerek." Gözlerimi kapatırken bu sefer kafamı olumlu anlamda sallayarak beni kucaklamasına izin verdim. Başımı, boynuna gömdüğümde Uygar yürümeye başladı. Aklıma gelen şey ile bilincim kapanmadan yüzümde son bir tebessüm oluşmuştu.
"Uygar. Beni yine düşürme, olur mu?"
× × ×
Çok uzattım şu mektup işini, amaa diğer bölümde artık Nefes, o zarfa yazanları öğrenecek ✌️😅
Seviliyorsunuz ⭐💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALPSİZ
RomanceHiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ne iyiler göründüğü kadar iyi, ne kötüler göründüğü kadar kötü... × × × "Neden bu kadar sakinsin?" Gözlerime gelmeyen gözyaşlarıma teşekkür ederken omzumu silktim. "Ne yapmamı bekliyorsun? Sana bağırıp çağırmamı...