Ömer Ağanın görevlendirmesiyle çıkmıştı yola Hamit. Şaşırsa da belli etmemişti ağasına. O böyle işlerle uğraşmazdı. Adil bir ağa olduğunu biliyordu lakin niye bu kararları alıp böyle bir hükme varmıştı bilmiyordu. Çiftçileri de az çok bilirdi. Düzgün, iyi insanlardı. Durumları bu aralar biraz bozuktu ama iki cevval çocuğun bu zor durumdan kendilerini kurtaracaklarını düşünüyordu.O Çiftçilerin konağına yaklaştığı vakit Zeynep de Dilan'dan ayrılmış annesinin mezarının yolunu tutmuştu. Hava çok sıcaktı ama dere kenarındaki kaçamaktan sonra serinlemişti genç kız. Saat daha geç olmadan annesine anlatacaklarını anlatıp bir an önce eve gitmek istiyordu.
Avşin Çiftçi... Yazılıydı mezar taşında.
Ahh annem dedi Zeynep. Tanıyamadığı, hiç göremediği annesine bir kez daha yandı. Evdeki birkaç fotoğraftan başka hiçbir şey yoktu elinde. Ama yüreğindeki anne sevgisi büyüktü.
Yavaşça çöktü yere. Annesine sarılır gibi sarıldı toprağına. "Nasıl özledim seni bir bilsen." dedi.
"Ahh annem öyle zor ki sensizlik. Keşke bu kara toprak yerine sana sarılabilseydim senin kokunu duyabilseydim. Olmadı kader izin vermedi. Böyle yazılmış bize ne yapalım." diyerek sildi gözyaşlarını genç kız. Başladı annesine dertlerini anlatmaya.
"Dün Ferzan ağabeyimle kavga ettik yine. Hiçbir şeye izin vermiyor. Her şey yasak bana. Yine bağırdı dünya kadar. Biliyorum seviyor ama hiç belli etmiyor. Oysa Mirhan ağabeyim her fırsatta sarılıyor, öpüyor, saçlarımı bile tarıyor. Ama o hiç yaklaşmıyor bana. Oysa ben ne babamda ne de Mirhan ağabeyimde en çok onda görüyorum seni. En çok o benziyor sana. Sanki senin kokun en çok ona sinmiş gibi. Bir izin verse ona yaklaşmama bir kere sarılsam katıla katıla ağlasam abim diye. Seni ne kadar özlediğimi ona da anlatsam, sen de özlüyor musun benim kadar yanıyor mu senin de için canım abim desem."
"Ama olmuyor yaklaştırmıyor kendine. Olsun beni kimselere vermesin de razıyım ben. Okumama ses etmiyor Allah'tan. Şu zengin ağa oğlunun lafını ettirmiyor evde. Benim bacım küçüktür kimseye veremeyiz deyip kestirdi."
"Ama geçen gün babamla kavgasını da duydum." dedi genç kız hatırladı o konuşmayı.
Babası Ferzan ağabeyine, "Bende vermek istemiyorum ama çok sıkıştırıyorlar. Çocuk seviyor belli ki iyi de yer kız rahat eder." diyordu.
Ferzan ağabeyi de sinirle çıkışmıştı. "Sen ne dersin baba el kadar kız ne bilsin gelin olmayı olmaz asla. Gider canını alırım o itin beni delirtmeyin." demiş bir hışımla çıkmıştı evden.
İşte böyle dedi annesine de anlatırken o anı. Gözleri dolu dolu olmuştu yine. Zaten hep buğulu bakardı. Dokunsalar ağlayacak izlenimi verirdi karşısındakine.
Yavaş yavaş kalıp annesinin mezar taşını öptü. "Ben yine gelirim annem." dedi. Hızlıca evin yolunu tuttu.
-------------------------------
Aynı esnada Hamit de Çiftçilerin evinde Ahmet ağanın karşısındaydı. Ferzan'la Mirhan da yeni girmişleri eve. Hamit durumu açıklayıp kendisini Ömer Ağanın gönderdiğini bazı haberleri olduğunu söyleyip oturmuşlardı konuşmaya.
Hamit tane tane düzgünce açıklamıştı Ömer Ağanın verdiği kararları ama kabaca üç hüküm şöyleydi.
Çiftçilerin kızı Paşaların oğlu Berzan'a verilmeyecekti.
Çiftçilerin kızı okuyacaktı.
Çiftçilerin kızı Ömer Ağanın haberi ve izni olmadan asla kimseye verilmeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARDİN'İN GÜNEŞİ (Devam Ediyor)
Lãng mạnSu gibiydi iki genç kız da. Öyle narin öyle güzellerdi. Birinin adı Zeynep'ti. Bakanlar gözlerini alamazlardı. Babasının en değerlisi, mücevheri, güneşiydi. Birde Mardin'in ağası vardı. Ömer Ağa. O bir şey isterse olurdu, kimse karşı gelemez gelmeye...