Ömer Ağa evden çıktığı gibi Berzan'ın tutulduğu yere gitti. Berzan'la son kez konuşup şartlarını kabul etmesi halinde onu babasına teslim edecekti. Osman Paşalara oğlunu bağışlayacağına dair söz vermişti ve sözünü tutacaktı. Tutulduğu yer şehrin dışında şimdi Ömer Ağaya ait olan eski bir fabrikaydı. Normalde burayı depo olarak kullanıyorlardı. Ömer Ağa geldiği gibi arabadan inip korumalara bir sorun olup olmadığını sorarak içeriye girdi. Fabrikanın etrafı adamlarıyla çevriliydi. İçeride de aşamalı olarak dört adamı duruyordu. Hepsini dışarı çıkarttı. Berzan bir sandalyede bağlı vaziyetteydi, perişan görünüyordu.
"İyi misin?" diye sordu Ömer Ağa. Karşına dikilmiş üstten aşağıya Berzan'a dikmişti bakışlarını. Mert bir adamdı Berzan, Ömer Ağa kızgın değildi ona yerinde olsa belki oda aynı şeyi yapardı insan başına gelmeden bilemezdi. Sevdaya düşeni ancak gerçek bir sevdaya düşen anlayabilirdi.
"Sence" diye karşılık verdi Berzan. Derin bir sessizlik yaşandı. Ömer Ağa derin bir nefes alıp konuşmaya başladığı sırada Berzan konuştu.
"Sen sevdayı bilir misin Ömer Ağa?" Bu bir soru değildi çünkü Berzan içini dökmeye başlamıştı. Ömer Ağa müsaade etti çünkü bu zehir genç adamın içinde kalırsa zararlarının daha büyük olacağını biliyordu.
"Sevda yakar Ömer Ağa, adamın ciğerini söker alır yerinden. Bende düştüm bu derde, onu ilk gördüğümde alınyazım dedim. Onun içinde olmadığı tek bir hayal bile kurmadım. Ekmek gibi, su gibi o da hayatımın vazgeçilmeziydi." sustu. Aradan birkaç dakika geçti, tekrar devam etti.
"İstemedi beni, çok direttim kötü şeyler de yaptım bana muhtaç olsunlar diye. Benim sevdam ikimize de yeter dedim, o sevmese de olur dedim, zamanla alışır o da beni sever diye düşündüm. Ama kaderi hesaba katamadım. Rabbim onun alınyazısına başkasını yazmış bilemedim."
"Çok düşündüm, burada düşünecek çok zamanım oldu. Onu kaçırdığımda tek bir umut bile göremedim gözlerinde bulduğu ilk fırsatta kaçtı. Zorla güzellik olur muydu Berzan dedim kendi kendime sen böyle bir adam mısın? Yalanım yok ama kabullenmek zor sevdadan vazgeçmek yüreğini yerinden söküp atmak demek. Bunu yapacak cesaretim var mı bilmiyorum. Ama başkasının helali olmuş olan bir kadın için yapabileceğim bir şey yok artık. Kaybettiğimi içim yana yana kabullendim."
"Şimdi diyeceksin ki bu adam benimle nasıl böyle konuşur. Ben seni bilirim Ömer Ağa sen de beni iyi belle isterim. Ben senin ağası olduğun bu topraklara şimdilik sığamam gideceğim lakin elbet geri döneceğim doğup büyüdüğüm topraklara. Ozamana kadar karşılaşmayacağız bir daha ama döndüğüm vakit elbet yolumuz kesişir. Kansız olmadığımı bil yeter."
Ömer Ağa hiç sözünü kesmeden dinledi Berzan'ı, içini dökmesini sessizce bekledi. Küçük karısına olan aşkını dişlerini sıka sıka dinlese, beyni uyuşmaya başlasa da müdahale etmedi. En son söylediği kansız değilim lafıyla da başkasının karısına ölsem de bakmam demek istediğini de anladı. Sevdasından vazgeçmediğini açıkça söylemişti ama açıkça söylediği bir şey daha vardı. Vazgeçmişti Zeynep'ten.
Ömer Ağa böyle derin bir sevdayı bilmiyordu ama dün gece kucağında uyuyan küçük karısı aklına gelince içi sıcacık oldu.
"Nereye gideceksin?" diye sordu Berzan'a.
"İstanbul'daki işlerin başına geçeceğim."
Ömer Ağa sadece başını salladı. Başka bir şey söylemeden fabrikayı terk etti. Adamlarından da Berzan'ı Paşalar Konağına götürmelerini istedi. Berzan'ın sözüne güveniyordu, gözleri alev alev yanan adam gitmiş yerine yıkılmış, gözlerinin ışığı bile sönmüş bir adam gelmişti. Ömer Ağanın içi acıdı genç adamın haline. "Geçer" dedi içinden. Sahiden geçer miydi zamanla. Zaman her şeyin ilacı derlerdi sevda acısına da iyi gelir miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARDİN'İN GÜNEŞİ (Devam Ediyor)
RomanceSu gibiydi iki genç kız da. Öyle narin öyle güzellerdi. Birinin adı Zeynep'ti. Bakanlar gözlerini alamazlardı. Babasının en değerlisi, mücevheri, güneşiydi. Birde Mardin'in ağası vardı. Ömer Ağa. O bir şey isterse olurdu, kimse karşı gelemez gelmeye...