Dersin bitmesiyle yavaşça kitaplarımı toplayıp çantamı omzuma astım. Yavaşça derslikten çıktım. Bugün cafe yeniden açılmıştı ve oraya gitmem gerekiyordu.
Hava kapalıydı. Gece yağmur yağdıgı için biraz ayaz vardı. Üzerimdeki cekete biraz daha sarıldım. Asık suratlı patronu görmek beni biraz tedirgin ediyordu. Kaç gündür kafam ne kadar rahattı oysa.
Cafeye girince patrona takıldı hemen gözüm. Bana bakıp arka tarafa gelmemi işaret etti. Masaya oturmuş ciddi bir şekilde bana bakıyordu. "Merhaba Ahmet Bey," Sonra aklıma gelen düşünceyle kısık sesimle mırıldandım. "Başınız sağ olsun,"
Geçiştirir gibi başını salladı. Mutfak tarafından bize doğru gelen adama baktım. Yeni eleman mi almıştı? Yetmiyor muyduk ki buraya biz? Adam beni süzdüğünde bakışlarımı dikkatlice ona çevirdim.
Erkeklerin geneli gibi uzun boyluydu. Tenine aykırı olarak yemyeşil gözleri vardı. Ciddi bakışlarla yüzüme bakıyordu. "Bundan böyle derslerden sonra gelmene gerek yok," Şaşkınca patrona baktım. Bunun için mi almıştı bu adamı? Ekmeğime taş koyuyordu.
"Bu kardeşim Samet," bütün dikkatim patrondaydı. Demek kardesiydi. "Senin olmadığın günler burayı o idare eder," gözlüğünü düzeltip, ayağa kalktı. "Cuma günü görüşürüz." Diyip mutfağa ilerledi.
Üç gün çalışacak olmam bi tarafımı rahatlatırken bi tarafım bu duruma fena halde canı sıkılmıştı.
"Memnun kalmadın galiba bu durumdan,"
Bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim. Ne diyeceğimi bilemeyince omuz silktim. Ellerimi yeniden ceketimin cebine koyup çıkışa doğru ilerledim.
Yağmur kokusu o kadar güzeldi ki. Yürümek uzun zamandır bu kadar iyi gelmemişti. Telefonumun melodisi kulağımı doldurunca cebimden çıkardım.
"Efendim Eylem,"
"Akşam bize gelebilir misin?" Kaşlarım havalandı. "Hem şu staj işini konuşursun babamla," o gormese de başımı salladım ve onu onaylanarak telefonu kapadım.
Eylemin babası banka da müdür olarak çalışıyordu ve benim staj işlerim için yardımcı olabileceğini söylemişti.
Kısa bir duşun ardından üzerime yünlü bir kazak geçirdim. Havalar soğumaya başlamıştı. Bacağıma siyah bir tayt geçirdim. Saçımı rast gele toplayıp ayağıma postallarımı giyip evden çıktım.
İçimde nedenini bilmediğim bir sıkıntı vardı. Daralıyordum. O olayın üzerinden üç gün geçmesine rağmen hala başımda bitmek bilmeyen bir ağrı vardı.
Sadece başında mı ağrı var?
İç sesimden kurtulmaya çalıştım. Başka ne olacaktı ki? Aptal adam gitmişti işte. Kaç gündür zırt pırt odama giren beni rahatsız eden yoktu. Ne güzeldi, yatağım bile bana kalmıştı. Oh, çok rahattı işte.
Eylemin evine gittiğimde babası henüz işten gelmemişti. Annesi yemek hazırladığı için biz odasına geçmiştik. Biraz bilgisayardan film izledikten sonra yemek için salona geçtik.
İbrahim amca da gelmiş masada bizi bekliyordu. Hepimiz masaya oturduğumuzda gülümsedi. "Hoşgeldin kızım, nasılsın?"
"İyiyim siz,"
İyiyim dercesine başını salladı ve yemeğe başladık. Eskiden onlara sürekli gelirdim ama şu aralar aksatmıştım.
"Dersler nasıl Berçem?"
Gülümsedim. "İyi Nilgün Teyze uğraşıyoruz işte,"
"Eylem de uğraşıyordur inşallah," Eylem kızgın bir şekilde annesine baktı. "O ne demek anne ya," su bardağını eline aldı. "Benim de uğraştığımı bilmiyorsun sanki," sitem dolu gözlerini yemeğe çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B E K L E N M E Y E N (TAMAMLANDI)
RomanceHayatının bütün döneminde sonbaharı yaşamış, ordan oraya savrulmuş bir yaprak. Kökünden kurtulamamış, ama kurtulmak için bütün yolları deneyip akıl almaz işlere kalkışmış bir ağaç. Yaprak yine savrulurken bir ağaca denk gelir ve onun dallarına tutun...