Chase Atlantic, 23_____
Yerime yapıştırılmıştım ve sanki bir daha ayağa kalkamayacaktım. Bunun somut anlamından çok soyutluğu irdeleyip duruyordu beynimi.
Mark orta sehpadan kalktığında gideceğini sandım ama elini cebine atıp telefonunu çıkardı ve bir şeyler yazmaya başladı. Polisi falan aramayacaktı herhalde?
"Beni ona götürecek misin?"
Bu kaçınılmazdı. Bunu istemesi kaçınılmazdı. Ellerimi izlemeye devam ederken, "Bana ne yapacaksın?" Diye mırıldandım.
"Ne yapmam gerekiyor?"
Omuz silktim. "Bir şey yapmayacak mısın?"
Sesli bir soluk verdi burnundan. "Ne yapabilirim? Bir şey yapmayacağım. Bir şey yapsam bile korkacak birisine benzemiyorsun."
Öyle görünüyordum. Sadece görünüyordum işte.
Oturduğum yerden hiçbir şey söylemeden kalktım ve kapıya ilerleyip portmantoya dayanarak ayakkabılarımı giydim ve anahtarı alıp dışarı çıktım. Onun arkamdan geldiğini de kapının çarpılmasından anlamıştım. Apartmanı birlikte terk ettiğimizde kaldırımda ilerlemeye başladım.
Bitmiş miydi yani? Kendi kendime yapmaya çalıştığım her şeyi elime yüzüme mi bulaştırmıştım? Bununla birlikte çoğu şey de açığa çıkacak mıydı yoksa sadece arkadaşını alıp gidecek miydi bilmiyordum ama onun iyileşmesi için bir süre daha gerekliydi.
Apartmanın önüne geldiğimizde anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım ve içeri girerken Mark da kapıyı tutup ilerledi ve arkasından gürültüyle bıraktı. Asansöre yöneldiğimizde yan yana geçip beklemeye başlamadan önce 5'e basmıştım.
Solukları düzenli bir şekilde seyrediyordu. Avucumun içinde sıktığım anahtar neredeyse derimden içeri girecekti. Karnım ağrımaya ve başımda bir migren sızısı belirmeye başlamıştı.
Ve bütün bunları asansörün kapısı iki yana açılması kurtarmıştı.
Ama bundan sonrasını kurtarabilecek bir şey yoktu.
Aynı anda dışarı adımladık ve hemen karşıdaki dairenin önünde duraksadığımda o da hemen yanımdaydı. Anahtara baktığımda avucumda bir iz bıraktığını gördüm ve ardından kilidi çevirip kapıyı açarak içeri girdim. Mark'ın yüzüne bakabilmek için bir saniye harcamıştım. Yüzünde strese dair hiçbir şey yoktu. Şapkasının altından görebildiğim gözleri içeriyi kontrol edip duruyordu.
"Renee?"
Paolo'nun sesi yankılandığında kapıyı kapatıp koridorda ilerledim. Salona girerken Mark da arkamdan geldi.
Paolo mutfak tezgahının ardında bir şeylerle uğraşırken gülerek bana baktı ve gözleri arkama kaydığında kaşları çatıldı. Ilk yutkunmayı o zaman akıl ettim. Boğazım stresle kurumuştu. Üzerime kaynar sular dökülüp duruyordu ama bir yandan da yüzümde hissettiğim donukluk ve ifadesizliği anlayamıyordum.
"Lucas uyuyor mu?" Diye sordum boğazımı temizledikten sonra Paolo'ya.
"Neden İngilizce konuşuyorsun?"
"Uyuyor mu uyumuyor mu?"
Dağınık saçlarının altından görünen şüpheli bakışları Mark'tan ayrılmadı. "Uyuyor. Ne oldu?"
"Nerede?"
Mark'ın bir anda konuşmasıyla irkilip ona döndüm. Şapkasını çıkarmış elinde tutuyordu. Bir şey söylemeden kafamla kapıyı işaret edip yürümeye başladım. Arkamdan adım sesleri yükselirken karşıdaki odanın kapısını yavaşça açıp ona öncelik sağladım. Kaşlarını çatarak içeri göz attığında dudaklarını birbirine bastırmıştı. Önümden geçerken tatlı bir koku burnuma doluştu... karamel gibiydi. Burnumu sızlatmıştı. Bu hissettiğim yoğun karmaşanın içinde hafızama sinmişti koku.
Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra kapıya sırtımı yaslayıp, odanın ortasında durmuş ilerideki yatakta uyuyana bakan Mark'ı izledim.
Daha öfkeli yaklaşmasını beklemiştim benimle konuştuktan sonra. Ya da şiddete eğilim göstermesini. Belki de sadece bağırmasını ve delirmesini.
Ama o sadece susmuştu. Bu yüzden ilk gördüğümdeki gibi hala onun ıssız olduğunu savunuyordum. Kafamın içinde.
5 dakika boyunca Lucas'ın kapalı gözleriyle Mark'ın durgun yüzüne baktım. Yan profilini izleyebilmiştim. Gözlerini kırpışı kronik ve yumuşak hareketlerdi.
Bir adım atıp komodinin önündeki sandalyeye oturdu ve ona baktı. Omzunun üzerinden bana döndü. "Neden uyuyor?" Diye fısıldadı hala durgunca bakarak bana.
"Aldığı ilaçlar yüzünden."
Kafasını hafifçe salladı. "Ne zaman iyileşecek."
Bakışlarım titredi. Bunun tam tarihini verebilir miydim? Ben, kendim için bir tarih verebilmiş miydim?
"Yakında." Diye mırıldandım sadece ağzımın içinde.
Lucas'a baktım. Kirpikleri aralandı, kapandı, titredi ve açıldı. Gördüğü ilk yüze baktığında ifadesiz bir şekilde onu izledi. Sonra gözleri ilerideki bana çevrildiğinde dudaklarımı kıvırıp gülümsemeye çalıştım.
"Renee, bu kim?" Dedi, tahmin ettiğim kaçınılmazı gerçekleştirerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lolita
FanfictionGözlerini kapattı, açtı. Boğazındaki çıkıntılı adem elması kımıldadı. "Karşında bir bıçak duruyor ve sen kendini ona bastırıyorsun sonra da gelip beni suçluyorsun." Nefes aldı, ben soluksuz kalırken. © kayipdoktor | 2019