IU, Love Poem.
Gözlerimi kapatıp sakince bir nefes aldım.
Gece güzeldi. Karanlıktı. Işıklar boldu ve insanlar geçip gidiyordu kalabalıkta. Aklımda işlerin bir düzlüğe girmiş olduğunu hissediyordum. Bu aslında şey gibiydi, yorgun bir günün akşamüzeri duş almış ve koltukta uyuyakalmıştım. Sonra uyanınca tuhaf bir mahmurluk ama sakinlik fark ediyordum. Ben uyuyunca herkes de uyumuş ve sakinleşmiş gibi oluyordu. Sanki herkes, ben iyileşince iyi olurdu.
"Ne düşünüyorsun?"
Sıcak nefesi saçlarımın arasına çarptığında gözlerimi açtım ve karanlıkta parlayan ışıklarına baktım Eyfel'in. Noel gecesinden beri hiç çekilmemişim gibi kafam göğsündeydi, yere serdiğimiz büyük örtün üzerinde uzanıyorduk. "Kendimi." Diye mırıldandım.
Hafifçe kıkırdadı. "Kesin narsist."
"Hayır. Sadece olan bitene verdiğim tepkileri kastediyorum."
"Hımm..." diye homurdandı yorgun mırıltısıyla kedi gibi.
"Hıhım." Gözlerimi tekrar kapattım. Dakikalardır bu şekilde durduğumuz için olmasa bile uykum gelmişti. "Her şey çözülmüş gibi geldi gözüme. Sence sırada ne gelecek başımıza?"
"Felaketi çağırıyorsun şu an."
"Yoo. Hep öyle olmadı mı? Bok gibi olayları atlattıktan sonra çıkışta bizi hep başka bir şey bekledi." Dedim dürüst ve net bir şekilde.
"Haklı değilsin demiyorum. Doğru, daha ne yaşanabilir dedikten sonra daha da kötü şeyler yaşadık. Yani yaşadın. Senden daha beter şeyler yaşadım ben."
Gözlerimi aralayıp karnımın üzerindeki eline baktım. İnce uzun parmaklarının uçları, lolita yazılı mavi kazağın üstünden karnımda dolanıyordu.
Nasıl bir şeydi anne olmak sahiden?
Bu konuda empati kurabilmem imkansızdı. Benim hayatımda bir anne bile yokken bunu anlayabilmek imkansızdan da öteydi. Sadece birkaç saatliğine onun varlığını düşünmüştüm o gün. Çıkmaz sokak gibiydi ama bir yandan da sanki her şeyi yapabilirdim. Sonra gitmişti zaten.
Hayatımda kalamayan diğer her şey gibi.
Mark hariç. Onun kalışına hala şaşırıyordum aslında.
"Yine daldın."
Omuz silktim. "Bilmem öyle işte."
Çenesini kafama bastırdı uyarır gibi. "Nasıl işte?"
"Ben ve sorunlarım Mark, cidden merak mı ediyorsun? Her zamanki gibi."
Çenesini sürtüp kafamı boynunun altına aldı. "Konuşmanı istiyorum sadece. Bildiğim şeylerse bile anlat. Hiç kesmeyeceğim, söz. Böyle konuşmadık uzun zamandır."
Kafamı onaylarcasına salladığımda yanağım kazağına sürtüldü. "Yani ben kendimle derdimi bir türlü bitiremiyorum ki Mark. Dert nefes almak gibi oldu bende. Bakıyorum bir gün başka bir şey çıkıyor sonra her şey duruluyor. Diyorum ki sakinleş artık her şey çözüldü, gözümü kapatıp uyumaya çalışıyorum uyuyamıyorum. Küçücük şeylere bile takılmaya başladım. Geçen gün Lolita kucağımdan kaçtı diye beni sevmediğini düşündüm. Sonra yine bozuk paralarımı kaybettim. Dövmecide birisi dövmeyi beğenmedi diye beni şikâyet etti, davalık olacaktım yine ama patron son anda konuştu onunla vazgeçti. Bir de... Rüyalarım bir türlü rahat bırakmıyor. Zorla uyuyorum bir de üstüne saçma sapan rüyalar görüyorum. Hiçbir şeye sahip olamıyorum. O kadar siliğim ki, beni görebilenlere hayret ediyorum." Düzenli bir şekilde nefes almaya çalışırken zorla yutkundum. "Ben cidden bıktım. Yaşayamıyorum. Ölemem de. Ne yapağımı bilmiyorum. Sürekli kaygılıyım, stresliyim ve endişeliyim. Hiçbir şey yokken bile kafamda olabilecek sorunlar listeleniyor. Ben şimdi ne yapacağım?"
"En iyisi Satürn'e taşınmak."
"Mark..." diyerek kafamı kaldırıp ona baktım. Gülüyor sanmıştım ama pembemsi ince dudaklarını büzmüş, ciddi siyah bakışlarıyla etrafı inceliyordu. Benim onu izlediğimi fark ettiğinde gözlerini indirip bana baktı.
"Pek romantik değilim kabul. Ama acı çekmenden de nefret ediyorum. Gözümün önünde. Bir de bunu sana ben yaptığım zamanlarda iyice bok gibi hissediyorum. Dünyadaki diğer şeyler seni kötü hissettirdiğinde de dünyayı terk etmekten başka çare göremiyorum."
Gözlerimi kapatıp alnımı çenesine yasladım.
"Bundan daha boktan bir olay olamaz."
"Hıhım." Diye homurdanarak katıldı bana. "Çıkmaz sokak. Ne denebilir?"
Ellerime yaslı göğsünde kalp atışlarını takip etmeye başladığımda dövmenin varlığını hatırladım. Genzimi temizleyip, "Bu dövmenin anlamı işe yaradı mı Mark? Bir şeyleri düzeltti mi?" diyerek kafamı kaldırdım ona baktım.
Gözlerini kıstı hafifçe gülümserken sonunda. "Beni senin kollarına getirdi." Dedi, ok gibiydi cümlesi. "Her ne kadar bu ana kadar bir milyon saçma sapan şey yaşamış olsak da." Diye tamamladı.
Kafamı sallayarak onayladım onu. "Benim dövmem de bu işe yaramış olmalı. Her ne kadar saçma şeyleri yaşamış olsak da."
"Bundan sonra daha fazla saçma olay yok." diyerek elini saçlarımın arasına daldırdı ve alnımı tekrar çenesine yasladı. "Bunun için uğraşacağım."
Montumun cebindeki telefon tanıdık sesle çalmaya başladığında kaşlarımı çatıp aceleyle doğruldum ve elimi cebime attım. Ekranda Jaehyun yazıyordu. Hızla açıp kulağıma yasladığımda gözlerim Marktaydı. O da kaşlarını çatmış beni izliyordu.
"Efendim Jaehyun?"
Derinden bir iç çekiş sesi geldi telefonun diğer ucundan ve Jaehyun genzini temizledi. "Renee neredesin?"
"Mark'la dışarıdayız. Bir sorun mu var?" diye sordum. Bir sessizlik oldu. Bu beni daha meraklandırıp mideme bir kramp soktuğunda, "Jaehyun? Bir sorun mu var dedim." Diye tekrarladığımda Mark da doğrulup anlamayan bakışlarla izlemeye devam etti.
"Renee... Destini tedavi olmaya başladığı hastane hayatını kaybetmiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lolita
FanfictionGözlerini kapattı, açtı. Boğazındaki çıkıntılı adem elması kımıldadı. "Karşında bir bıçak duruyor ve sen kendini ona bastırıyorsun sonra da gelip beni suçluyorsun." Nefes aldı, ben soluksuz kalırken. © kayipdoktor | 2019