Chord Overstreet, Hold On.
•Mark'ı gördüğümde yere oturuyordu. Salonda, koltuğun hemen önünde; sırtını koltuğa yaslamış vaziyetteydi.
Bir gürültü çıktı mutfaktan ve koşarak küçük bir çocuk geldi. Beni görmedi, fark etmedi belki de. Koyu kahve saçları uzundu ve 3 yaşlarındaydı en fazla. Gülücüğü kulaklarımı doldurduğunda istemsizce kıkırdadım. Mark'ın yanına oturdu ve koluna yaslanarak onunla konuşmaya başladı. Gülüyorlardı.
"Bu çocuk kim Mark?"
"Çocuğunu tanımıyor musun Renee? Hastaneye birlikte gittik. Margerette onu almamış. Büyüdü ve onu yetiştirdik. Sen nerelerdeydin?"
Kaşlarım çatılırken kalbim hızla atmaya ve kulaklarım da uğuldamaya başladı. Şaşkınca ellerimi kalbime koyduğumda Mark'a ve erkek çocuğuna bakıyordum. Ona ne kadar benziyordu? Margerette onu nasıl almamıştı? Ölebilirdim. Onu doğurduğumu bile hatırlamıyordum ki.
Mark bana bakmıyordu ve konuşurken dudakları dahi kımıldamıyordu. Bir yerden müzik sesi gittikçe yükselerek beni rahatsız etmeye başladığında yüzümü buruşturdum. "Ben neredeydim? Lauvre Piramit'ini görmeye mi gittim? Orası çok romantik. Neden hiç gitmedik?"
"Biz romantik değiliz. Manyak mısın?" Mark bir anda gülmeye başladığında sonunda yüzünü bana çevirmişti. Ona karşılık güldüm ama küçük çocuğun yüzünü tam olarak göremiyordum.
"Beni sevmiyor mu Mark neden bana bakmıyor?"
Mark kaşlarını çatıp çocuğa baktı ve sonra bana baktı. "Sana benziyor. Sen kendini sevmiyorsun o nasıl sevsin?"
"Anlamıyorum seni." Dediğimde arka fondaki müziğin şiddeti arttı. Bir an karnımdaki ağrıyla ellerimle karnımı tuttum ve gözlerimi karnıma çevirdim. Kocamandı. Ama doğurmamış mıydım? Kafamı kaldırıp oraya baktığımda kimse yoktu.
Mark yoktu.
"Mark?" etrafıma bakmaya başladım.
Hastane koridorundaydım. Üzerimde beyaz, uzun bir elbise, parmağımı sıkan bir yüzük ve büyümüş karnım ile ıssız hastanenin ortasındaydım. Çevremde döndüm ama Mark'ı göremedim. Karnımdaki ağrı şiddetlenirken Mark, açılır kapanır kapının ardından çıkıp geldi. Yüzünde endişe ve korku vardı.
"Renee onu öldürdün mü?"
Kafamı iki yana salladım ama dudaklarımı aralayıp konuşamadım. Gözlerim karnıma indiğinde beyaz elbisenin uğursuz kızıl renkle boyanmış olduğunu görüp ellerime baktım. Kandı. Her yer. Kıpkızıldı.
"Anne!" "Anne!"
Uyarılmış bir hisle tüylerim diken diken oldu ve Mark'ın arkasından gelene baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lolita
FanfictionGözlerini kapattı, açtı. Boğazındaki çıkıntılı adem elması kımıldadı. "Karşında bir bıçak duruyor ve sen kendini ona bastırıyorsun sonra da gelip beni suçluyorsun." Nefes aldı, ben soluksuz kalırken. © kayipdoktor | 2019