Avril Lavigne, Let Me Go.
_
Sabaha karşı 6'da saatler sonunda yapmayı bitirdiğim ilacı buzdolabına bırakmak için mutfağa gittim. Salonun penceresinden içeriyi sokak lambası aydınlattığından ışığı açmadım. Dolabın kapağını aralayıp ilacı bıraktıktan sonra kapağı tekrar kapatmadan önce süt kutusuyla mısır gereği paketini alıp mutfak masasına bıraktım.
Üst mutfak dolabından kasemi ve çekmeceden de kaşığımı aldığımda nihayet oturup kaseme mısır gevreği doldurup üzerine sütü döküp bir kaşık alarak ağzıma tıktım.
Kütür kütür çiğnerken canım yanıyordu. Ağzımın içi değil de kafamın içinde bir şeyler acıyordu. Genelde kalpte olmaz mıydı bu işler? Aklımdaydı işte. Zihnimde ya da bilinçaltımda. Düşüncelerimde bir şeyler acıyıp duruyordu.
Süt buz gibi olduğundandı belki de sadece.
Şişmiş boğazımı daha da kötü bir yola sokmaya yeterdi.
Akacağını hissettiğim burnumu çekip kâsedeki bütün mısır gevreğini koyu bir hüzünle bitirdim. Makineye yerleştirdikten sonra salonun ortasında durup evin içinde artık nefes alamadığımı hissederek çantamı telefonumu ve kulaklığımı alıp evden çıktım. Apartmandan çıkarken gece süren yağmurun durulduğunu ve havanın daha ılık olduğunu fark ettim. Sokakta hızlı adımlarla yürümeye başladığımda nereye gittiğimi bilemeden sadece yürüdüm. Seri adımlarla. Biliyordum eskiden de hep bunu düşünürdüm çünkü. Yürüdükçe içimden atabileceğimi. Yürüdükçe nefes alabileceğimi.
Ellerimi sweatimin ceplerine sokup kulaklıkları kulağıma takarak bir şarkı açtıktan sonra yürümeye devam ettim.
Midemdeki kramp onun gittiği gerçeği aklıma geldikçe yineleniyordu. Birçok şeyi elimi yüzüme bulaştırırken ilacı sağ salim yapabildiğime şükrediyordum. Her şey bir kenara, çalmaya başlayan şarkının bile benim bir lanetim olduğunu düşünmeye başlamıştım. Gitmeme izin ver.
Gitmeme izin verme.
Kendi kafamın içinde onunla sonu olmayan bir konuşmaya çoktan başlamıştım bile. Kendimce sebepler bulup onun sesinden dinliyordum, sonra ona cevap veriyordum. Haklı çıkıyordum ama son sözü hep ona bırakıyordum. Haklı olmasını istiyordum ama olmadığını da bilmek suratıma çarpan bir gerçekti. Gerçekler acı mıydı? Değildi. Gerçekler yıkımdı. Eğer beni önemseseydi sadece küçücük bir cümlesini bırakmaz mıydı? Gece boyu kalbimi dinlemişti ama o benim. Benim neden onu dinlemeye hakkım yoktu?
Kendi kendimi daha da hüzünlendirirken hızlanan adımlarla dövmecinin birkaç sokak ilerisine ulaşmıştım. Buradan Eyfel'in bir kısmını görebiliyordum, gecede parlıyordu. Sokağın sonundaki açıklıktaki heykelin çevresinde duran boş banka ilerleyerek oturup soluklandım. Gözlerim ışıklardaydı. Şarkı bir anda kesildiğinde telefonun çalma melodisini duydum.
Kulaklıklarımı çıkarıp ucunu da telefondan çıkarırken ekranda yazan yabancı numaraya baktım. O muydu? Hayır.
Açıp kulağıma yasladığımda kalbimin hızı kulaklarımı uğuldatıyordu. "Alo?"
"Renee? Duyuyor musun beni?"
Duymak istemiyorum. Duymak istemiyorum.
Tanıdık ses tonuyla midem daha da düğümlendi. "Duyuyorum."
Burnundan bıraktığı soluğu hattın diğer ucundan kulağıma geldiğinde tüylerim ürperdi. "Ben eve geldim." Ben neden değilim?
"Tamam. Mark. Neden bana şimdi söylüyorsun?"
"Gitmeme izin vermezdin çünkü..." mırıltısıyla dişlerimi sıktım, ağrıyacaklardı neredeyse.
"Neden gitmene izin vermezdim? Bunu da düşündün mü?" diye sorduğumda kapı kapanma sesi geldi.
"Kalamazdım."
"Neden Mark?"
"Çünkü kendimden taviz vermeye başlamıştım. Ben tekrar birine..." duraksadı. "Yapamam Renee. Birisi ile tekrar yakınlaşmak, her şeyimi paylaşmak, onu öpmek, ona sarılmak ve onunla uyumak... Ben tekrar kimseyle aynı şeyleri yaşamak istemiyorum. Birine zarar vermek istemiyorum. Ben... sana zarar vermek istemiyorum."
"Neden döndüğün gibi beni aradın o zaman Mark? Yakınlaşmak istemediğin birine neden hesap veriyorsun?"
Sustu. Onun sözleri beni bıçak gibi keserken benimkiler ona dokunamıyor muydu? Neden susuyordu? Kuruyan boğazımla sertçe ve zorlukla yutkundum. "Beni öptüğünde bunun hiçbir şey olmadığını söyledin. Her adımında önemsiz olduğunu hatırlattım ben de kendi kendime. Benim bile unutmaya çalıştığım her bilgiye sahipken, senin hakkında tek bir cümleyi bilmiyordum ben. Sormadım da. Anlatamayacağın kadar ağırdır dedim. Ben uzun zaman sonra ilk kez birine kollarımı açtım. Sen o kolları kırdın. Mark."
Hattın diğer ucunda adımı söylediği an dayanamayıp aramayı sonlandırdım.
Boğazımdaki düğümü söküp almak ister gibi avucumu oraya bastırırken gözlerimi sıkıca kapattım. Bu kadar olmamalıydı. Bu kadar değildi o buradayken. Gittiğinde mi çoğalmıştı her şey?
Yaşatmıyorsa, öldürmüyordu da.
göt. şaka şaka geri gel.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lolita
FanfictionGözlerini kapattı, açtı. Boğazındaki çıkıntılı adem elması kımıldadı. "Karşında bir bıçak duruyor ve sen kendini ona bastırıyorsun sonra da gelip beni suçluyorsun." Nefes aldı, ben soluksuz kalırken. © kayipdoktor | 2019